NEYLERSE GÜZEL EYLER

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

Nâçâr kalacak yerde,
Nâgâh açılır perde,
Derman olur her derde,

Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…

Türk-İslâm mütefekkiri Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Tefviznâme adlı şiirinin mısraları dilimizde, Siirt-Tillo yolundayız. Tefviznâme’yi ne zaman okusam, içime; iyimserlik, ferahlık, huzur dolar, îmânım yeniden tazelenir.

Şiirin güzelliği bizi bir başka âleme götürür. Şiir bittiğinde hayata yeniden başlamanın heyecanını duyarız. Belkıs İBRAHİMHAKKIOĞLU kardeşimle beraber yolculuk yapmaktayız. Çeşitli zamanlarda yaptığımız sohbetlerden bazı bölümleri düşünüyorum. İbrahim Hakkı Hazretleri; babası Osman Efendi’yle birlikte Tillo’da Şeyh Fakîrullah Hazretleri’nin misafiridir. İbrahim Hakkı Hazretleri gördüğü rüyayı anlatır.

Gökyüzü beyaz serçelerle doludur. Serçeler halka saldırmaktadır. İbrahim Hakkı Hazretleri’ne saldıranları babası kovmaktadır. Bir serçe sağ böğrüne sokulur, bir acıyla uyanır.

Rüyayı dinleyen Osman Efendi Hazretleri, oğlunun sağ böğrüne bakınca taun denilen hastalığın izini bulmuştur. Beş gün kendinden geçerek uyuyan İbrahim Hakkı Hazretleri, başucunda ağlayan babasını ve duâ eden Şeyh Fakîrullah Hazretleri’ni görmüştür. O anda rûhu, hayatı; vücudu, şifâyı; kalbi, safâyı bulmuştur. Şeyh Fakîrullah Hazretleri’nin yanında kaldıkları sürece, eğitimi devam etmektedir. Şeyhin kerâmetlerine şahit olmaktadır.

Bir kış gecesi namaz kıldıktan sonra babasıyla odalarına çekilirken Şeyh Hazretleri;

“İbrahim üşümesin, közlerden alın, odanızdaki mangala götürün.” demiştir.

Osman Efendi, elini közün içine sokar ve ateşleri eteğine doldurarak götürmek ister. Şeyh Hazretleri;

«Demir tava ile götür.» buyurmuşlardır.

Odalarına döndüklerinde oğlu bazı olayları çözmek için hayretle bakmaktadır. Babasının eli nasıl olmuştur da yanmamıştır. Babası anlatmaya başlar:

“Benim vücudum sen dünyaya gelmeden beş sene önce soğuk ateşle yanmış ve yakılmıştır. Halkın vücudu kuru ağaçların yanışından meydana gelmiş köze, has insanların vücudu ise su dolu fakat donmuş bir köze benzer. İnşâallah o soğukluk atadan evlâda geçecektir.” diye duâ eder.

Şeyh Efendi’nin «demir tavayla al» demesinin sebebi; İbrahim Hakkı Hazretleri’nin küçük olması, ayrıca halkın hayret ettiği ve âciz kaldığı fevkalâde olaylar, kendini halka satmak, gururlanmak sayıldığından bunları örtmek ve gizlemek gerektiğini telkindir.

İsmail Fakîrullah Hazretleri’nin çilehanesini ziyaret ederken, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Mârifetnâme’sindeki kuyu hikâyesini hatırlıyoruz.

Hicri 1114 yıllarında şeyh 48 yaşındadır. Şaban ayının ilk Cuma gecesi, bir komşunun evine taziyeye gider. Taziyesini yapıp yemek yedikten sonra;

“Ben camiye gidip, namaz kılıp, dönerim.” diyerek evden ayrılır.

Evin avlusunda duvarları taştan örülmüş 22 metre derinliğinde susuz bir kuyu vardır. Şeyh Efendi o kuyuya düşer. Düştüğünün farkında değildir. Kendisini bir karıştan az bir çukurun içinde sanır. Kapıyı bulmaya çalışırken Cenâb-ı Hakk’ın izniyle cezbe hâlinde bir kapıdan içeriye alınır. Mânâ meclisinde velîlerin ruhlarıyla buluşur, sevgi şarabını içer, mest olur; tecellî eden nûrun aksi ile kuyu yemyeşil olur. Kendisi de bu nûrun içinde kendisinden geçerek, aşk saâdeti denizine dalar, velîlik mertebesini bulur, müşâhede lezzetini tadar.

Onun bu hâlini bilmeyen ev halkı; onu camide, evde, her yerde aramaktadır. Avlu içindeki çulhacı, kuyudan zikir seslerini duyup cemaate haber vermiştir. Şeyh Hazretleri, kuyudan çıkarıldığı zaman vücuduna hiçbir şeyin olmadığı görülmüştür.

İçtiği aşk şarabının tesiri altında sekiz yıl kalır. Halktan uzak, yalnızlık içinde yaşamaya başlar. Yalnız büyük oğlu Abdulkādir Efendi’yi hizmeti için içeriye almıştır.

“Benim hizmetimi görecek, iki kişi vardır. Onların her biri bir ilden gelecektir.” demiştir.

Dokuzuncu sene vecd ve istiğrak hâlinden ve yalnızlıktan ayrılır. İbâdet edip, dostlarını göreceği odasına geçer. Bir hafta sonra; İbrahim Hakkı Hazretleri’nin babası derviş Osman Efendi ve Sahrânî Mehmed Efendi ziyaretine gelir. İltifatlarda bulunup misafir edilirler. Allah tarafından hizmetine tahsis edilen zâtların kendileri olduğunu müjdeleyince, ikisinin de gönlü sevinçle dolar ve şükür secdesine varırlar.

Çilehânede namazlarımızı kıldıktan sonra duâ ederken Mârifetnâme’nin tamamını dikkatle okumadığım için utandım. Yakınlarım için duâ ederken, Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan ahlâk anlayışındaki idarecilerimizin, öğretmenlerimizin, yazarlarımızın, münevverlerimizin ve halkımızın sayılarının her geçen gün artmasını niyaz ettim.

Şeyh Fakîrullah ve İbrahim Hakkı Hazretleri’nin türbelerini ziyaret ettik.

Çok istediğimiz hâlde yıllarca buralara gelememenin hüznüyle, orada olmanın coşkunluğunu aynı anda yaşamıştım.

Tillo’da türbelerin bulunduğu yer, eski halıyla duruyor. Ziyaret için gelenlerin oturup dinleneceği, tefekkür edeceği bir yer yapılmamış. Müze var, müzenin varlığından kimsenin haberi yok. Devamlı açık değil. İhtimal, memuru da yoktur. Yıllarca Siirt’ten ve yakın illerden buraları ziyaret eden siyasîleri düşündüm. O illerden yetişip, ticaret erbabı olanları düşündüm, buraları ziyaret edip de bu konuda yazmayan yazarları düşündüm. Vatanı, bütün kültür unsurlarıyla sevmek yetmez. Sevgi, mes’ûliyet yüklenmek demektir. Bu mes’ûliyeti yüklenmenin vebâlinden korkmak demektir.

Bu duygular içinde belediye başkanını ziyaret ettik. Yeni seçilen belediye başkanı Memduh MEMDUHOĞLU duygulandığım konularda çok heyecanlı… Tasarladıkları projeleri anlatıyor, fizikî durumla ilgili projeler, bin kişilik bir konferans salonu, anma toplantılarının düzenlenmesi, misafirhanelerin yapılması ve diğer projeler…

Bu konuda derdini anlatacabileceği siyasîlerden randevu almanın yollarını arıyor.

Bizi arabasıyla gezdiren Necla HATTAPOĞLU (Diyarbakır’da 2000 yıllarından çok önce kurduğu vakıf gelişerek faaliyetlerine devam ediyor) ve bizi yalnız bırakmayan diş doktoru Songül KALYONCU, başkanı dikkatle dinlediler. Çıktığımızda, geniş siyasî çevresi olan bu hanımefendilere büyük bir sorumluluk yüklenmişti. Çünkü siyasîlerle buluşturma konusunda siyasî çevrelerini bu konuda ikna etmeleri gerekiyor. Başkana söz verdiler, ben şahit olduğum için yazmakla, ileride hatırlatmakla görevimi yapmış olacağım.

Başkan, kadir gecesinde çevre illerden gelenlerin sayısının beş bin kişiyi geçtiğini anlatıyor. Siirt valisi Necati ŞENTÜRK’ün gayretiyle Prof. Dr. Ahmet Turan ARSLAN’ın çalışmalarıyla basılan Sultan Memdûh’un eseri «Mahzenü’l-Esrâr»ı belediye başkanımız hediye etti.

Gelirken yol boyunca fıstık ağaçlarını görmüştük. Valiliğin beş milyon fide dağıttığı müjdesini aldık.

Sultan Mahmûd-i Memdûh, İsmail Fakîrullah Hazretleri’nin torunudur. Eğitimine İbrahim Hakkı Hazretleri’nin yanında başlamıştır.

Mahzenü’l-Esrâr’da dokuz Türkçe şiir mevcuttur. Sultan Memdûh’un türbesini de ziyaret etmek nasip oldu.

Diyarbakır’da Tanoğlu Hüseyin Hüsnü TEKIŞIK İlköğretim Okulunu ziyaret ettik. Okulu özellikle görmek istedim. Çünkü çok yakından tanıdığım Üsküdarlı gönüllü hanımlar grubu, reklâm yapmadan değişik bölgelerde eğitime katkı sağlıyorlar. Bu okul da Necla HATTAPOĞLU ve gönüllü hanımların gayretiyle yapılmıştı. Okulun sevimli öğrencilerine, yol boyunca konuştuğum öğrencilere; hikâye kitabı gönderme sözü vermiş, adreslerini almıştım. Hepsi merakla;

“Ne zaman döneceksiniz?” diye soruyorlardı. Okumaya meraklı pırıl pırıl gözlerle bakıp gülümseyen öğrenciler, bana yaşama sevinci vermişti. Çocukluğumda okuduğum hikâyelerin üzerimdeki etkisini düşünürken;

“Onları güzel duygularla buluşturan kitapları yurdumuzun her yöresine göndermeyi, götürmeyi Allah nasip etsin!” diye duâ ediyordum.

Televizyonlarda bazı bölgelerde olan olayları verirken hassas davranmayan medya, oralarda olacak turizm faaliyetlerini de baltalıyordu. Yediden yetmişe yollarda, çarşılarda, havaalanlarında güler yüzlü ve Türkçe konuşan insanlar, benim çocukluğumda Elazığ’da tanıdığım insanlardan farklı değildi.

Sultan Memdûh’un Mahzenü’l-Esrâr’ında yer alan Türkçe mısralarla sözlerimizi bitirelim.

Dosttur murâdımız dâim,
Andan irşâdımız dâim,
Bir murâdımız dâim,
Ben mübtelâ-yı dost oldum…

Dosta vâsıl vücûdumuz,
O’dur vasf-ı mâbûdumuz,
Andan gelür maksûdumuz,
Ben mübtelâ-yı dost oldum…

Memduh’tur aşk-ı cânan,
Terk eyledi gayrı insan,
Andan ister dâim derman,
Ben mübtelâ-yı dost oldum…