KANATLANMA VAKTİ…

Elif MENCET

“Ne çabuk geldi… Bakalım bu sefer ne getirdi?” dedi yaşlı kadın, gözleri pencerede… Âhir ömrünün son eğlencesi, mahkûmu olduğu yatağın yanındaki pencerenin pervazına yuva yapan bir çift kuşun cevval hareketlerini seyrederek…

Bir arkadaşımın komşusuydu bu kadıncağız. Her müslüman Türk kadını gibi yıllarını çocuklarına ve eşine fedâkârlıklarla geçirmiş, inançları doğrultusunda bir ömür geçirerek hayat merdiveninin son basamağına dayanmıştı.

Güneşin yeryüzüne bütün canlılığını hararetini, aydınlığını yayıp da akşamüzeri dağların arkasından yavaş yavaş kimseye hissettirmeden âdeta uzaktan bakıp bakıp;

“Yarın kimlere kısmetse yine görüşürüz, elvedâ!” dercesine kaybolduğu gibi bu teyze de yaşlılık ve hastalıkların verdiği çaresizlikle evlâtlarının bakımına muhtaç kalmıştı. Kızlarından birisi bir gün bu nur yüzlü teyzeyi tertemiz bir odaya yatırdı. Artık tuvalet ihtiyacını bile odasında karşılıyordu. Ara sıra gelen ziyaretçiler ve akrabalar dışında fazla arayan soran da kalmamıştı. Dilinde şükür ve duâ ile odanın duvarlarını ezberlemişti. Artık fersizleşen gözleri ile kitap okuyamıyor, okunanı bile anlayamıyordu.

Yatağı pencerenin kenarındaydı, ancak üst kat olduğu için hiçbir manzara görünmüyordu. Sıkılsa bile evlâtlarına bir şey söyleyemiyordu. İçin için, çocukları hep yanında olsun, kendisiyle sohbet etsin istiyordu ama, elden ne gelirdi.

Ağır bir mahkûmiyetti onunki. Şu yaşlılık ve hastalık olmasaydı kendi ihtiyaçlarını kimseye yük olmadan karşılıyordu ama ne yapsın yatağa mahkûm olmuştu. Sabahları yatağın içinde doğruluyor, kızı yemeğini yatağın içinde yediriyor sonra kendi işleriyle meşgul oluyordu. «Geçmiş olsun»a gelenler gün geçtikte azalıyor, o ise derin bir yalnızlığa gömülüyordu.

Ömrün son kareleri geçmek bilmiyordu sanki. Hâlbuki gençken nasıl da çabuk geçerdi saatler, hemen akşam oluverirdi. Şimdi günler mi değişmişti saatler mi yorulmuştu kim bilir… İşin gerçeği artık bu yataktan geriye dönüş yoktu. Gideceği yolun yolcusu olmuştu, artık sessizce ve sabırla;

“Gel!” emrini beklemekten başka, duâdan başka ne işi kalmıştı ki…

Gençken işlerin çokluğundan şikâyet edip «Hiç işim bitmiyor ki!» dediği günleri hatırladıkça hazin hazin gülüyor ve kendine cevap veriyordu:

Bak, bitti işte!…

Gözünü tavana dikmiş, hazin bir tefekküre dalmıştı kim bilir kaçıncı kez.

Fakat bu kez, onu düşüncelerinden bir cıvıltı ayırmıştı. Pencereye bir kuş konmuştu.

Ertesi gün çer-çöp getirip yuva yapmaya başladı. Derken kuluçkaya yattı. Teyze öyle mutluydu ki artık sıkılmıyordu. Anne kuş itinayla yumurtaların üzerine titriyor sıcak-soğuk demeden âdeta kımıldamadan sabırla günlerin geçmesini bekliyordu. Eşi de ona sık sık bulduğu yiyecekleri taşıyordu.

«Bugün fazla bir şey bulamadı herhâlde» diye kuşların hareketlerini izliyordu.

Günler geçti beklenen an geldi, kuş sesleri çoğaldı. Anne kuşun kanatları altından minik kuş kafaları çıkmaya başladı. «Bu gün bir tane daha yavru, bir tane daha…» diye sayıyordu yaşlı teyze. Torun cıvıltıları yerine koymuştu, bu kuş cıvıltılarını…

Sanki ağrılarını unutmuştu, gecenin gelmesini istemiyor «kuşlarımı göremiyorum» diye sabahı bekliyordu. Kim bilir kuşlara bakarken uzaklara dalan gözleri meçhul bir ekranda; kendi mâzîsini, hayat mücadelesini, yavrularına kol-kanat gerişini, kısacası kendi hayatını seyrediyordu. Zaman zaman gözlerindeki birkaç damla yaş, çok şey ifade ediyordu.

Nihayet anne kuş da yavrular biraz büyüyünce onlara yiyecek bulmak için artık yuvadan sık sık ayrılmaya başladı. Teyze de; «acaba bugün ne getirecekler» diye takip ediyor, vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyordu. Yavrular, anne-babanın gelişini büyük bir sabır ve sevinç içinde beklerken bir yandan da uçma alıştırmaları yapıyorlardı. Birkaç hafta içinde bir hayli büyüdüler. Neredeyse büyüklerinden ayırt edilmez oldular.

Yuvadan uçma zamanı yakındı artık…

Odada fevkalâde bir gün başlamıştı. Yatağın etrafında âhiret kardeşi dostlarından birkaç kişi Kur’ân okuyor, bir başkası bir yandan ağzına zemzem veriyorlardı. Yaşlı teyze kelime-i şahâdetle birlikte Yaradan’ına kavuştu.

Annesinin yatağını toplarken, kızının gözü pencerenin pervazına ilişti. Yuva bomboştu. Tıpkı annesinin odası gibi…

Kanatlanmışlardı geleceklerine… Tıpkı annesi gibi…

O kuşlar…

Âhir ömründe yalnızlık çeken bir ihtiyarı son günlerinde şenlendirmekle görevlendirilmişlerdi âdeta…

Âdeta, ona son yolculuğunda refâkat etmişlerdi….