«EHLULLÂH»A HÜRMET

İrfan ÖZTÜRK

Âlimlere ve hâfız-ı Kur’ân olanlara, hürmet etmek lâzımdır. Çünkü ilmiyle âmil âlimler ve hıfzettiği Kelâmullâh’ın ahkâm ve ahlâkını da yaşayışıyla muhâfaza eden hâfızlar, Allah indinde çok makbul kullardır.

Bir gün Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Elbette insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sordular. Efendimiz cevaben;

“–Onlar, Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

Bir başka nebevî müjde de şöyledir:

“Kur’ân’ı okuyup ona sahip çıkan kimseye (âhirette); «Oku ve yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku! Zira senin makamın, okuduğun en son âyetin seviyesindedir.» denilir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 20)

Böyle yüksek bir şâna sahip âlim ve hâfızlar; âhirette şefâat iznine de mazhar olurlar. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- anlatıyor: “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki: «Kim Kur’ân’ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse; Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçi kılınır.»” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

Allâh’ın ehli olan hâfızlara hürmet gösterenler; böyle bir iltifât-ı ilâhiyyeye nâil olacakları gibi, bunlara ihânet eden bahtsızlar da gazaba ve azaba uğrayacaklardır.

İlâhî ilim, Allah Teâlâ’dan Peygamber Efendimiz’e; O’ndan da âlimlere ve hâmil-i Kur’ân olanlara talim buyurulmuştur. Onun için âlimlere ve Kur’ân ehline hürmet, Allah ve Rasûlü’ne hürmettir. Maâzallah âlimlere ve Kur’ân ehline ihânet ise, Allah ve Rasûlü’ne ihânettir. Bu gerçeği hiçbir zaman gözden uzak bulundurmamalıdır.

Ey kardeş!

Gaflet etmeyelim, boşuna ömür tüketmeyelim, elimizden geldiği ve gücümüzün yettiği kadar hak ve hakikatleri öğrenmeye çalışalım. Bir diğer hadîs-i şerifte de;

“Ümmetim içinde en hayırlınız, Kur’ân’ı Kerîm’i öğrenen ve öğreteninizdir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21) buyurulmuştur. O hâlde kendimiz öğrenelim, yavrularımıza ve sevdiklerimize de öğretelim ki, bu ümmetin hayırlılarından olmak şeref ve bahtiyarlığına erişelim.

«Ehlullâh»ın duâsının ve Allah dostlarına hürmet ve itâat edenlerin niyazlarının Allah indinde nasıl makbul olduğuna dair bir kıssa ile devam edelim:

Mansur İbn-i Ammâr; gayet tesirli vaaz ve sohbetleriyle tanınmış, kalabalık bir cemaati bulunan, duâsı müstecab bir âlimdi. Bu muhterem zâtın bulunduğu ülkede, bunun tam aksine sefâhat ve işret düşkünü zengin bir kimse yaşıyordu. Her gün kafadarlarını toplar ve sabahlara kadar içki içerek, güya eğlenirlerdi.

O sefih ve ayyaş zenginin sâlih bir kölesi vardı. Bir gün onu çağırdı ve kendisine biraz para vererek meze tedârik etmesini emretti.

Yolu, Mansur İbn-i Ammâr’ın halka nasihat ettiği camii şerîfin önünden geçen köle; kalabalığı görünce dayanamadı ve içeriye girdi. Hocaefendinin ağzından ballar dökülüyor, etrafa birer hazine değerinde olan veciz hikmetler, ibretler saçılıyordu. Herkes gibi o köle de çarşıya niçin çıktığını unutarak sonuna kadar onu dinledi. Sohbetin sonlarına doğru, Mansur kürsünün dibinde oturan bir zâtı göstererek;

“–Her kim, şu fakire Allah rızâsı için dört dirhem verirse, ona Allah Teâlâ’dan dilediği dört isteğinin yerine gelmesi için duâ ve niyaz ederim.” dedi. Bu sözler, başından itibaren dinledikleriyle cezbeden cezbeye dalan köleyi büsbütün etkiledi ve delikanlı cemaati yararak ileri fırladı. Efendisinin kendisine meze almak için verdiği dört dirhemi, gösterilen fakire verdi. Mansur sordu:

“–Birinci dileğin nedir?”

“–Rabbim beni bu kölelik esâretinden kurtarsın ve beni hürriyetime kavuştursun.”

Mansur, ellerini açarak;

“–Yâ Rab! Bu kulunu esirlikten kurtar!” diye duâ etti ve cemaat; «Âmîn» dediler.

“–İkinci dileğin nedir?”

“–Allah Teâlâ beni ve efendimi mağfiret buyursun.”

Mansur yine duâ etti ve cemaat; «Âmîn» dedi. Tekrar sordu:

“–Üçüncü dileğin nedir?”

“–Şu fakire verdiğim dirhemleri Rabbim bana iade buyursun.”

Mansur yine duâ etti ve cemaat; «Âmîn» dedi. Tekrar sordu:

“–Dördüncü ve son dileğin nedir?”

“–Rabbim; zât-ı âlînizi ve duânıza; «Âmîn» diyen bu cemaati de afv u mağfiret buyursun.”

Hazret-i Mansur yine duâ etti ve cemaat cân u gönülden; «Âmîn» dediler ve dağıldılar. Köle, elleri boş olarak eve dönünce efendisi;

“–Bu kadar zamandır nerelerde idin? Hani istediğim mezeleri neden almadın? Saatlerdir, sofra başında seni bekliyoruz.” diye çıkıştı. Köle ise meseleyi başından sonuna kadar efendisine anlattı. Duânın bereketine o sefih adama fevkalâde bir hâller oldu. Kölenin anlattıklarına hayran oldu. Geciktiğinden ve beklettiğinden ötürü kölesini dövmek üzere hazırladığı kamçı elinden düştü, elleri ve ayakları titremeye başladı, gözlerinden yaşlar boşandı. Kölesini derin bir şefkat ve merhametle bağrına basarak kucakladı ve ona;

“–Sen köle değil gerçekten efendi imişsin de benim haberim yokmuş. Ben de kendimi efendi sandığım hâlde, nefsimin kölesi olduğumu şimdi anladım. Seni âzad ediyorum ve seni şahit tutarak söz veriyorum, bundan sonra asla içki içmeyeceğim. Allah Teâlâ’nın haram kıldığı hiçbir şeye değil el sürmek, yakınından bile geçmeyeceğim.” dedi.

Tövbe ve istiğfar ederek âzad ettiği kölesine dört yüz bin dirhem ihsan etti. Böylece ilk üç dileği yerine gelen köleye rüyasında, o camide bulunan bütün mü’minlerin affedildikleri de ind-i ilâhîden müjde buyuruldu.

İşte «ehlullâhın» duâsının bereketi…

Yâ Rabbî! Bizleri Kur’ân-ı Azîmü’ş-şanı hakkıyla ve lâyıkıyla okuyup anlayan, hükümleriyle tam bir ihlâs içinde âmil olan, ilâhî sırlarına ve tecellîlerine mazhar bulunan has kulların zümresine ilhak eyle. Bizleri, «ehlullâh»a edep ve hürmetten bir nefes ayrı bırakma…

Bizleri ve nesillerimizi, son nefesimize kadar îmandan ve Kur’ân’dan ayırma yâ Rabbî…

Aç iyilik bâbını,
Yâd eyle sevâbını,
Her işinde rehber et
Allâh’ın kitâbını…

(Gülzâr-ı İrfan)