SİZİNKİ KADAR OLMADI AMA!

Handenur YÜKSEL

Tâbiînin en fazîletlilerinden kabul edilen Hasan-ı Basrî Hazretleri 641’de Medîne-i Münevvere’de doğdu. Künyesi Ebû Muhammed’dir. Doğduğunda isim koymak üzere Hazret-i Ömer’e götürdüler. Âdil halîfe, onun güzel yüzünü görünce;

«Adı Hasan (güzel) olsun.» buyurdular. Aslen Basralı olduğu için «Basrî» unvânıyla meşhur oldu. 70’i Bedir Gazâsı’na katılmış olan 120’nin üzerinde sahâbeden ilim ve feyz alıp, hadîs-i şerif dinledi. Hazret-i Ali’nin halîfe olmasının sonrasında Basra’ya yerleşerek, kalan ömrünü burada geçirdi. Bir süre ücret almaksızın Basra kadılığı yaptıktan sonra görevi bırakarak, sadece ilimle meşgul oldu. Tesirli bir hatip olan Hasan-ı Basrî -radıyallâhu anh-, belâgatin zirvesine ulaşmıştı. 728 yılı Ekim’inde (h. 110, Receb), 87 yaşında iken vefat etti. Kabri, Basra’nın Sâlihiyye bölgesindedir.

***

Bir gün Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne birisi gelip şöyle dedi:

“–Filân kimse seni çekiştirdi, gıybet etti.”

Hasan Basrî -radıyallâhu anh- şöyle sordu:

“–O zâtın evine niçin gitmiştin?”

“–Beni misafir olarak davet etmişti.”

“–Sana ne ikram etti?”

“–Pek çok yemek ve içecek!”

Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin ses tonu değişmişti:

“–Bu kadar yemeği içinde sakladın da, bir çift sözü mü saklayamayıp bana getirdin?”

Tâbiînin en büyüklerinden olan Hasan-ı Basrî -radıyallâhu anh-; daha sonra, aleyhinde konuşan kimseye, bir tabak taze hurma ile birlikte bir de özür dileyerek, şöyle haber gönderdi:

“Duyduğuma göre, sevaplarını benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki karşılık vereyim. Fakat kusura bakmayın, bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı!”

İNCİLER DERİNDE, DEĞERSİZLER ÜSTTE!

Molla Câmî’den yaptığı tercümelerle tanınan Lâmiî Çelebi 1473 yılında Bursa’da doğdu. Asıl adı Mahmud’dur. Sultan II. Bâyezîd’in Hazine Defterdarı Osman Çelebi’nin oğludur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra Şeyh Emir Buhârî’ye intisab etti. Bursa’nın zengin tasavvuf ve kültür ortamında tasavvuf ve edebiyatı buluşturan bir şeyh olarak yaşadı. Otuz yedi yaşında eser vermeye başlayan Lâmiî Çelebi, ömrünün tamamını telif ve tercüme faaliyetleriyle geçirdi. Molla Câmî’nin birçok önemli eserini Türkçeye çevirdiğinden bazı kaynaklar kendisine;

«Câmî-i Rum» yani Anadolu’nun Câmî’si unvânını verdiler. 1532 yılında Bursa’da vefat eden Çelebi’nin kabri, Bursa Orta Pazar Camii hazîresindedir. Lâmiî Çelebi, tok sözlü ve hazırcevap bir şahsiyet olarak bilinir. Kaleme aldığı veya tercüme ettiği yirmi dört eserin en bilineni Kanunî’nin Bursa gezisi dolayısıyla kaleme aldığı «Bursa Şehrengizi»dir.

***

Bir gün Lâmiî Çelebi’nin de bulunduğu bir mecliste, davetliler mevkilerine göre dîvanhânedeki yerlerini aldılar. Bu sırada mevki sahibi olmayan biri, kendi durumunu göz önüne almadan başköşeye geçti. Sonra da kimseye söz hakkı vermeksizin malından-mülkünden, zenginliğinden söz etmeye başladı. Mecliste bulunanların canı sıkılmıştı.

Bir ara adamdan fırsat bulup lafa karışan Lâmiî Çelebi şu dörtlüğü söyledi:

Mûteberdir cihanda dûn u denî
Dâimâ zillet üzre ehl-i hüner
Hâl-i âlem misâl-i deryâdır
Gevher-i pâk zîr ü cîfe zeber

“Bu dünyada alçak ve değersiz kimseler itibar görmekte; mârifet sahipleri aşağılanmaktadır. Dünyanın hâli denizin şu durumuna benzer ki; değerli mücevherler, inciler derinlerde, değersiz şeyler üsttedir.”

MÜBÂREK TERİNİZ DAMLADI!

Hiciv ve kasîdeleriyle ünlü dîvan şairi Nef’î, 1572 yılları civarında Pasinler’de doğdu. Asıl adı Ömer olup Sarıkamış Sancak Beyi Mehmed Bey’in oğludur. Devrin ünlü şairi Gelibolulu Âlî tarafından, kendisine «Nef’î» mahlâsı verilen Ömer; şiir sanatını, edebî bilgilerini ve Fars kültürünü bu büyük şairden tahsil etti.

Sultan I. Ahmed döneminde İstanbul’a gelen şair, sadrazam tarafından sultana takdim edildi ve ilgi gördü. İlk memuriyetine sarayda, maden mukātaacılığı ile başlayan Nef’î, daha sonra birçok görevlerde bulundu. Sultan IV. Murad döneminde sanat ve şöhretinin zirvesine çıkan usta şair, hem padişah, hem de devlet erkânından takdir gördü. Fakat hırçın ve sınır tanımayan münekkid kişiliği sebebiyle giderek gözden düştü, hiciv yazması yasaklandı. Buna rağmen ısrarla hicve devam eden isyancı şair, sonunda 1635 yılında idam edildi.

Rivâyete göre; tarihin en meşhur hiciv ustası olan şair Nef’î, hicivleri sebebiyle sarayın odunluğuna hapsedilmişti. Bu sırada kendisine, ölüm fermanını okumak üzere bir harem ağası gönderildi. Harem ağası; Nef’î’ye acıdığından, affedilmesi için padişaha bir dilekçe yazmasını teklif etti. Nef’î bu teklife sevinmişti. Ancak; yazı kaleme alınırken kâğıdın üzerine bir damla mürekkep damladı, kâğıt kirlenmişti. Son deminde bile dilini tutmasını beceremeyen Nef’î; harem ağasının siyah rengini kast edip, kâğıda damlayan mürekkebe bakarak şöyle dedi:

“Ağa Hazretleri, kâğıda mübarek teriniz damladı!”

Neticede Nef’î affedilmedi, boğdurularak hayata vedâ etti.

EVİMDE FAZLASI VAR!

On yedinci yüzyılın ilim ve kültür hayatına damgasını vuran, ünlü bilim adamımız Kâtip Çelebi 1609 yılında İstanbul’da doğdu. On dört yaşına geldiğinde memuriyete başlayarak, maliye ve tapu defterlerini tutmakta kullanılan siyâkat yazısını öğrendi. Erzurum muhasarasında bulundu. 1630’da Hüsrev Paşa’nın maiyetinde Hemedan ve Bağdat seferlerine iştirak etti. IV. Murad’ın Revan Seferi’ne katılarak, savaş gözlemlerini Fezleke isimli eserinde anlattı. 6 Ekim 1657’de 48 yaşında iken, ânî bir kalp krizi sonucu vefat etti. Çelebi’nin kabri Unkapanı İMÇ Blokları’nın arasındadır.

Kâtip Çelebi, başta Cihannümâ ve Keşfüzzunûn olmak üzere yirmiden fazla eser telif etmiştir. Cihannümâ; Osmanlılara cihan tasavvurunda devir açan bir eser olup, coğrafya alanında başka eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Osmanlı dönemindeki basma eserlerin ilklerinden olan Cihannümâ, birçok batı diline çevrilmiş, pek çok batılı seyyaha rehberlik etmiştir.

***

O; kitap başında sabahlayacak kadar okumaya düşkün, kitaba meraklıydı… Kendini on yıldan fazla geceli-gündüzlü araştırma ve incelemeye vermiş olan Kâtip Çelebi, bazen kendini kitabın üzerinde unutur, odasında güneşin batışından doğuşuna kadar mum yanar, bundan usanç duymazdı…

Ünlü tarihçi Şehrizâde, sözlerine inanılır kimselerden rivâyet edildiğini kaydetmek sûretiyle, Çelebi’nin kitap merakı konusunda şöyle bir olay hikâye eder:

Kâtip Çelebi, bir gün Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin konağına misafir olmuştu. Sohbetin bir yerinde Yahya Efendi sordu:

“–Çelebi, hânenizde Tevârih-i Âl-i Osman’a ait bin ciltten fazla eser olduğu söyleniyor, doğru mu?”

Kâtip Çelebi şöyle cevap verdi.

“–Olmak gerektir!”

Fakat bakışlarından, şeyhülislâm efendinin kendisine inanmadığını sezdi. Ertesi gün on katır üzerine birbirinden farklı bin üç yüz cilt kitap yükleterek Yahya Efendi’nin konağına getirdi. Yahya Efendi, konağın önünde katırlar dolusu kitabı görünce şaşırmıştı.

Kâtip Çelebi durumu şöyle açıkladı:

“Efendi Hazretleri, bunlar sadece ciltli olanlardır. Evde ciltsiz olarak bundan fazlası var!”