KABÎLEYE TAKILMAMAK

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Pek çok güzel özelliğinin üstüne bir de İslâm ile şereflenen Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-, bir başka güzelliğin temsilcisi olmuştu artık.

İslâm’a girmek; yepyeni bir huzur ortamına girmek anlamına geldiği gibi, her türlü tehlikeyi göze almak anlamına da geliyordu. Ancak bu gibi tehlikeler; İslâm’a giren, Allah ve Rasûlü’ne gönül veren herkes için bilinen ve göğüs gerilmesi gereken şeylerdi.

Ümeyyeoğulları ile Hâşimoğulları arasında; ardı arkası kesilmez büyük bir rekabetin yanında, çok ciddî anlamda karşılıklı düşmanlıklar da vardı. Bu olumsuz durum, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- için çok zor bir açmazdı. Çünkü o Ümeyyeoğulları kabîlesindendi. Peygamberimiz ise Hâşimoğulları kabîlesinden. Her şeyde birbirleriyle rekabet hâlinde olup, amansız bir yarışı sürdüren bu iki rakip kabîle, şimdi çok daha farklı bir durum ile karşı karşıya gelmişti:

Hâşimoğulları’ndan bir peygamber çıkmıştı. Ümeyyeoğulları kabîlesi ise, içlerinden bir peygamber çıkaramamıştı!

İşte bu durum; aradaki rekabet ve düşmanlığı iyice tırmandırmış, önü alınamaz bir mücadele başlamıştı.

Onların inanç ve düşüncelerine göre Ümeyyeoğulları kabîlesinden hiçbirinin bu yeni dîne girmemesi gerekiyordu. İslâm dînini «Hâşimî Dîni» diye vasıflandırıp reddederek, işi başından kesip atmışlardı. Fakat kendilerinden biri, üstelik kabîlelerinin en önde gelenlerinden ve en zenginlerinden biri olan Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- müslüman olmuştu. Onun bu yeni dîne girişi duyulduğunda Mekke’de bomba tesiri yaptı âdeta.

Ümeyyeoğulları; yani Emevîler kabîlesinin reisi olan Hakem bin Ebu’l-Âs, bu haberi işitince beyninden vurulmuşa döndü. Çünkü bir taraftan kabîle reisi iken, diğer taraftan da Hazret-i Osman’ın öz amcası oluyordu. Kabîle reisinin yeğeni bu yeni dîne girerse, diğerleri ne yapmazlardı! Bunun için hiç zaman kaybetmeden hemen Hazret-i Osman’ın yanına gitti:

–Ey benim sevgili yeğenim! Senin hakkında duyduklarım doğru mu?

–Ey benim sevgili amcam! Benim hakkımda duydukların nedir ki?

–Putlarımızı terk ederek sapıtmışsın, diyorlar!

–Bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış!

–Doğru olan ne, yanlış olan ne?

–Putları terk ettiğim doğrudur, ama sapıttığım yanlıştır!

–Sen ne dediğinin farkında mısın ey sevgili yeğenim?

–Elbette ki farkındayım ey sevgili amcam!

–Kabîlemizin en önde gelenlerinden olan, her bakımdan ve kabîlemizdeki herkesten çok daha iyi ve önde olan, senin gibi bir adam putlarımızı nasıl terk eder?

–Bak ne güzel konuştun ey amcam! Sadece benim gibi biri değil, senin gibi bir adam nasıl olur da hiçbir fayda ve zarara güç yetiremeyen taştan, ağaçtan yontulmuş putlara tapar?

–Sen benimle böyle nasıl konuşursun? Unutma ki kabîlemizin başkanıyım ben, bu durumda amcan olmam bir şeyi değiştirmez. Şimdi söyle bakalım, bu haber daha fazla yayılmadan putlarımıza hemen dönecek misin?

–Hayır, asla!

–Ne oldu sana ey sevgili yeğenim? Sen böyle değildin. Şimdiye kadar bana hiç lâf çevirmemiş, karşımda sesini bile yükseltmemiştin. Şimdi ne oldu peki?

–Ey amcam, ey kabîlemizin reisi! Senin de itiraf ettiğin gibi, sadece sana karşı değil; hiç kimseye karşı kötü davranmadım. Yanlış bir hareket yapmadım. Bu yüzden yine sen başta olmak üzere, hepiniz beni çok sever ve sayarsınız! Ama ey amcam, ben sizin işitemediğinizi işittim, sizin anlayamadığınızı anladım ve sizin îman etmediğinize ben îman ettim. Şimdiye kadar nasıl hepinizin çok sevip saydığı iyi biri olarak geldimse, bundan sonra gerçek iyiliği göreceksiniz benden. Gerçek güzelliğe şahit olacaksınız.

–Gerçek güzellik dediğin nedir, ey sevgili yeğenim?

–Gerçek güzellik İslâm’dır ey sevgili amcam!

–Sus! Sakın bir daha böyle konuşma! Sakın!

–Sen çok akıllı bir adamsın, ey sevgili amcam! Yanlışı doğruyu ayırt edebilen, güzeli çirkini çok net gören birisin. Ne olur ey sevgili amcam, bağırıp çağırmadan beni bir dinlesen! İslâm’ın ne olduğunu anlatmama izin versen, kulaklarınla beraber gönlünü de açıversen! Çünkü sen neyin ne olduğunu hemen anlarsın. Dinler misin ey sevgili amcam, İslâm güzelliğini anlatsam, dinler misin beni?

–Sen benimle nasıl böyle konuşursun ey Osman! Herkes bilip görüyor ki, benden sonra kabîlemizin başına geçecek olanların en başında sen geliyorsun. Haydi bu saplantıdan vazgeç, ben de senin bu saçmalıklarını duymamış olayım!

–Ben öyle bir dîne îman ettim ki, damarımda kan, ciğerimde nefes oldu! Allah ve Rasûlü’nü öyle bir sevdim ki; hayatıma hayat, canıma can oldu. Sen şimdi bana kanımı, nefesimi ve canımı ver mi diyorsun ey amcam?

–Büyülemişler seni, sihirlemişler!

–Sen akıllı bir adamsın ey sevgili amcam! Gel bir defa olsun dinle. Bütün gönlünü vererek bir defacık olsun dinlesen, sen de can atacaksın İslâm’a. Can bulacaksın İslâm ile. Senin gibi önde gelen bir adam, putların uşağı olmamalı ey sevgili amcam!

–Kızmaya başlıyorum ey sevgili yeğenim!

–Sen beni çok seversin. Bunu sadece ben değil, herkes bilir. Üstelik çok da iyi tanırsın beni. Yalan-yanlış ve basit şeylere kanmayacağımı çok iyi bilirsin.

–Bu yüzden ümit bağlamıştım sana. Ama görüyorum ki Hâşimî olmaya niyetlenmişsin!

–Hâşimî değil ey sevgili amcam, müslüman diyeceksin. İslâm, şahıs ve kabîle dîni değildir çünkü.

–Her neyse işte, derhâl vazgeçeceksin! Yoksa bunca sevgime rağmen canını yakarım senin. Amcan olduğuma güvenme, demiştim. Hâşimî dînini bırak, derhâl!

–Hâşimî dîni değil, İslâm dînine girdim ben. Hâşimî dîni diyerek, bu büyük dâvâyı kabîle asabiyetine sokma ey sevgili amcam! Senin gibi biri nasıl olur da kabîleye takılıp kalır, anlayamıyorum!

Kabîleye, ırka, yöreye ve benzeri şeylere takılanlar, Rasûlullah hakikatini görememişler ve göremeyeceklerdir…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-