EN SEVİLEN MEKÂNLAR…
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com
“Beldelerde Allâh’a en sevgili mekânlar mescidlerdir. En gazaplandığı mekânlar ise çarşı-pazarlar…” (Müslim, Mesâcid, 53)
Cenâb-ı Hakk’ın mescidi niye çok sevdiğini izaha bile gerek yok. Secdenin ism-i mekânı, ibâdet yurdudur mescidler…
Ya çarşılara Allah niçin buğzeder?
Alışveriş de insanın bir ihtiyacı.
Şârihler, alışveriş âleminde; daha fazla kazanma hırsıyla başvurulan hile, dolandırma, yalan yere yemin, fâiz, sözünde durmama, cimrilik, hırs, tamah gibi günah ve aşağılık duygulara sık sık zemin olduğu için çarşı-pazarın ilâhî buğza medâr olduğunu ifade etmişler.
Çarşıyla cami zıt değil…
Peygamber Efendimiz, Medine’ye geldiğinde ilk iş mescidini inşa etti, sonra da mü’minlerin çarşısını ve esaslarını belirledi.
İnsanların ihtiyacı doğrultusunda, çarşılar da olacak, camiler de.
Fakat mesele; onların hak ettikleri ile gördükleri ilgi-alâkanın nisbetinde…
Bu nisbetin bozulduğu bir dem hakkındadır Cuma Sûresi’nin son âyet-i kerîmesi:
“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve Sen’i ayakta bırakırlar. De ki: Allâh’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Cuma, 11)
Sebeb-i nüzûlünü / indiriliş sebebini parantez aralarında anlatan Ali Fikri YAVUZ meâli de şöyle:
“(Şiddetli bir kıtlığın hüküm sürdüğü bir zamanda Sen hutbe okurken, zahîre yüklü bir ticaret kafilesinin gelişini haber veren def seslerini ashab duyunca; hutbeyi terk etmenin bir zararı olmayacağı düşüncesine kapılarak) bir ticaret veya eğlenti (def sesi) gördüklerinde, ona fırladılar da Sen’i (hutbede) ayakta bıraktılar. (Mescidde yalnız on iki kişi kalmıştı). De ki: «Allah katında olan sevap, eğlentiden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.»”
Bu nisbeti en güzel şekilde kuranları ise şöyle metheder Kur’ân-ı Kerim:
“Onlar; ne ticaret ne de alışverişin, kendilerini Allâh’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır.” (en-Nûr, 37)
Her iki âyette de mescid ile çarşı; namaz ile alışveriş, Allâh’a ibâdet ile nefse kulluk karşı karşıya gelmiş… Bir vâkıa bu…
Bu problemi çözmek isteyenler, çarşıyı caminin hizmetine vermişler. Külliyelerinin merkezine camiyi koymuş, onun etrafına maddî temizlik için şadırvan ve hamamı; mânevî arınma için tekkeyi yerleştirmişler. Caminin ruhları doyurmasıyla yetinmemiş, açları doyuracak çeşme ve imâret, zihin ve tefekkür açlığını giderecek medrese ve kütüphane ve kalpleri doyuracak dergâhlar ile hâlelendirmişler külliyeyi. Türbe ve kabristanı da bu cennet bahçesine koymuşlar ki, fânîlik unutulmasın… Bu sardıkça genişleyen dairenin oldukça dışında, bütün bu hizmet binalarının çarkını döndürecek arka su sağlaması için de çarşılar yaptırmışlar. Çarşının sırası ancak bu…
Şimdi ise ekonomi o kadar mühim ki; camilerin alt katlarında marketlere bile rastlıyoruz. Öyle ya camilerin geniş plânları, bir market için gereken geniş mekânı sağlarken, külliyesinin külliyetli miktarını kaybetmiş caminin bile masraflarını karşılamakta zorlanan dernekçilere de iyi bir gelir temin etmektedir.
Fakat yukarıda; «Allah!» denilirken, aşağıda kozmetik reyonunda geleceğin eyvahları pazarlanıyormuş, ne gam!
Mâbet ile market sefertası gibi alt üst olmuş, ne gam!
Camiler, bir görüşe göre; zeminleriyle de hava sahalarıyla da, eski tabirle yerin altında yedi kat, yerin üstünde yedi kat cami imiş, yani vakıf imiş, ne gam!
Evet, camiler vakıftır. Vakıf da en özlü tarifle, alışverişe/el değiştirmeye kapalı mal-mülk demek! Camiler, alışverişin konusu değiller. Bu sebeple oraya gelen içten pazarlıklılar da oranın mânevî feyzinden istifade edemez, Bağdatlı Rûhî gibilerini acı acı söyletirler:
Tahkîk bu kim hep işinüz zerk ü riyâdur
Taklîddesüz tâatunuz cümle hebâdur.
Camileri dolaşıp dervişlere kırkar, ellişer ihsanda bulunan bir hayırseverin ihsanına nâil olmak için camiye gelen, sahte dervişler için söyler Rûhî; bu mısraları.
Nasıl küçük mescidler yanında, büyük âbidevî mâbedler varsa; küçük çarşılar, marketler yanında süper, hiper, ultra marketler, çarşılar da var.
Son yıllarda bir de AVM kısaltmasıyla yazılan alışveriş merkezleriyle tanıştık. Onların bol markalı, ışıltılı, gürültülü, patırtılı dünyası sadece ihtiyaçların görüldüğü bir çarşı mantığından çoktan beri çıkmış… Bir hayat alanı hâline gelmiş. Son günlerde bakterili etleriyle gündemde olan büyük ayaküstü yemek firmaları, giyim-kuşamda gençliğin şekil ve şemâilini belirlemede anne-babaların önüne geçen markalar, muhabbet tellâllığında modern bir vazife gören kafeler, sinema ve oyun salonları… Bu hâliyle alışveriş merkezleri, insanların vakitlerinin tamamına talip…
Cami ve çarşıya gösterilen ilgi ve alâka dengesi bilhassa AVM’lerle tamamen bozuldu.
Mihrimah Sultan Camii’nde bir yatsı namazı kılmak isteseniz arabanızı park edeceğiniz bir yer bulmakta zorlanacaksınız. Fakat meşhur bir AVM olan Capitol’e gidecekseniz ücretsiz otoparklar hizmetinizdedir.
Camilerin bazen Kur’ân okunmayacak kadar loş, bazen yüzlerce lâmbayla lüzumsuz yere fazlaca aydınlık olduğunu göreceksiniz, fakat bir AVM’de ışık sistemleri son derece profesyoneldir.
Camilerde ses sistemlerinin cızırdadığını, derin ıslıklar çaldığını, ez-cümle ilgisizlik ve bakımsızlıktan türlü türlü feryat ettiğini duyarsınız. Fakat bir alışveriş merkezinin size fon teşkil eden müziğinde ayarsızlığa kolay kolay rast gelmezsiniz.
Evet, bugün gösterdiğimiz ilgi nisbetinde, camilerimiz; imkânları 40-50 sene geriden takip edebiliyor. Merkezî sistemlerdeki değil cızırtıyı, çıngırak sesini bile kesemeyen iptidâîlik…
Gerçi mescidlerin gerçek îmârı elektrikle, ampulle, taşla, mermerle değil cemaatle, sâlih amellerledir:
Câmilerin ziyneti, namaz, duâ, tilâvet…
Yaldızlar, âvizeler… zâhirdeki debdebe…
Ses sistemi demişken; Türk milleti pazarında daveti kullanır, seslenmeyi. Pazar yerlerinde metaını, kendi lisanınca süsleyerek satmaya çalışır esnaf… Kimisi balıklarını, «derya kuzusu» diye satar, kimisi kesmece karpuzunu «kan çıkmazsa para yok!» diye pazarlar. Neticede halk kültürü için dahî güzel bilgilerdir onların daveti…
Alışveriş merkezlerinin daveti ise, modern reklâm ve telkin vasıtalarını kullanır. Kampanyaların sihrini, dev afişlerin, neonların ışıltısını, beyaz ekranın meşhurlarının gücünü kullanır. Davet ettiği ise, ürününü satmaktan fazlasıdır.
Bir hayat tarzı…
Eğlence, harcama, lüks içinde şımartılma, kendini güven ve konforda hissettiren bir mekânda olma…
Mekân…
Piyasa gazete ve dergilerinde köşeleri olur.
En sevilen mekânlar…
Sabaha kadar açık mekânlar…
Geçtiğimiz ay, İstanbul’un lüks semtlerinde krizden çıkış için Avrupa’da başlatılan bir uygulama hayata geçirildi. Gece yarısı alışverişi… Dudak uçuklatan cirolar yaptı dükkânlar…
Geçtiğimiz ay, Ramazan idi. Ramazân’ın son on gününü Hazret-i Peygamber, bilhassa dünya meşgalelerinden uzakta, mescidde itikâfta geçirirdi. Öteden beri milletçe itikâf ibâdetini ihmal ettiğimizi düşünürdüm. Diyanet İşleri Başkanlığı bu yıl Ramazan’da itikâfa girilebilmesi için sabaha kadar açık tutulacak camiler belirledi. Acaba oralarda hâsılat nasıldı?
Mescidlerin îmârı, îmanlı kalbin işi;
Îmansız yürek bir ur, câmisiz kent ucûbe!
İtikâf tam da, cami ve çarşı tezâdının tespiti… Çünkü itikâfta abdest mecburiyeti dışında mescidden çıkılmıyor.
İki tarafın da daveti var. Âdeta çarşı da mâbed gibi davranıyor.
Son devirde pek çok sosyolog, AVM’lerin birer çağdaş mâbed, bir puthane hâline dönüştüğü tespitini yaptı. Meselâ yukarıda andığımız Capitol, adını Roma’daki Jüpiter tapınağından alıyor. AVM’lerde putlar yok, fakat nefis putuna hizmet var, nefsânî gidişâta cilâ var, insanı oyalama var.
Nidâyı duyan kalpler, câmi yoluna düşer.
Dünyanın meşgalesi, yolda sinsi engebe.
Cami ile çarşı arasındaki denge, artık müslüman mahallesinde de bozuluyor.
Cami denilince ilk akla gelen Kâbetullâh’ı çevreleyen Mescid-i Haram ve Efendimiz’in Ravza-i Mutahharası’nın mücâviri Mescid-i Nebevî…
Biri Beytullâh’a, biri Ravza-i Habîbullâh’a sahip bu iki cami, mescidler içerisinde de Allâh’a en sevimlisidir. İnsan için de en kıymetlisi… Çünkü orada yalnız Allah ile yapılan alışverişte, bire bin, bire yüz bin gibi müthiş kârlar var…
Fakat gelin görün o kadîm rekabeti ki, her iki mescidi, dev ihâta duvarları gibi çevreleyen binalar neredeyse birer AVM olma yolunda ilerliyor!.. Takke-tespih satan dükkânlardan bahsetmiyorum. Starbuckslar, Kentuckyler, Burger Kingler…
Harbiye’nin AVM’lerde konfora perestiş etmesi çok şaşırtıcı değil, Nişantaşı’nın sabaha kadar alışveriş yapması da… Fakat, dindar Fatih’in muhafazakâr belediyesinin en büyük icraat olarak, şehre Historia adlı bir AVM kazandırmasını göstermesine ne demeli?
E-posta kutularında geçtiğimiz aylarda bir teklif dolaşıyordu. Bünyesinde mescide yer veren ve vermeyen AVM’ler listelendiği bu postada, mescidsiz AVM’lerin protesto edilmesi teklif ediliyordu. Masum ve haklı bir talep fakat akla şu menfî yorumu da getiriyor: Eğlence ve alışverişi fazla bölmeden, tuvaletin yanında lutfedilmiş bir izbede namazı farzlayıversek ya…
Gerçi mescid her yerde lâzım…
Çünkü;
Mescid secde mekânı; bize yeryüzü mescid;
Can Ahmed’e imtiyâz; ümmetine mevhibe…
Çarşı da lâzım, AVM de…
Fakat ecdadımızın başardığı ideal medeniyette olduğu gibi haddinde… Bizim kültür kodlarımızda, yemek bile ibâdete kuvvet için…
Çünkü hayatın kıblesi, ne konfor, ne rahat, ne lüks, ne alışveriş, ne yiyip içmek, ne de eğlenmek, oyun-oynaşla vakit öldürmek…
Her minâre gösterir, hayâtın kıblesini;
Çöz gözünün bağını, Tâlî, bitsin körebe! (Tâlî)