İnsanlığın Hâfızası; KİTAPLAR

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Kitaplar…

Başa taç; rûha, gönle gıda, ilâç…

Husûsiyle de «vahiy» eseri olan ilâhî muhtevâsıyla «semâvî kitaplar»…

Ancak bu mukaddes kitaplardan sadece bir tanesi tahrifata uğramadan, kıyâmete kadar korunmuştur ki; o da hepsinin tamamlayıcısı mahiyetindeki, bütün asırlara hitap eden ve sözlerin en güzeli olan Kur’ân-ı Kerim’dir. Dünya ve âhiret saâdeti için ilâhî bir iksir olan bu yüce kitap için;

“Bu, (öyle bir) kitaptır ki, onda (ve onun Allah’tan gönderilmiş olduğuna) hiç şüphe yoktur. O, müttakîlere (Allâh’ın emirlerine uygun yaşamak isteyenlere) doğru yolu gösteren (öğreten)dir.” (el-Bakara, 2);

“Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olan (dert ve sıkıntı)lara bir şifâ, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet (olan Kur’ân) gelmiştir.” (Yûnus, 57) buyuruluyor. Emsâlinin olamayacağı husûsu da şöyle ihtar ediliyor:

“Yoksa «onu (Peygamber) kendi uydurdu.»mu diyorlar? De ki: «Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri de (yardımınıza) çağırın.»” (Yûnus, 38)

Tabiî ki İslâm düşmanlarının bunca gayretlerine rağmen, bu meydan okumanın karşısına hiçbir zaman, asla çıkılamamıştır. Bu cümleden olarak; Allah Teâlâ -celle celâlühû-’nun insanları saâdete ulaştıracak yol haritası olarak lutfettiği Kur’ân-ı Kerim; insan mahsûlü hiçbir eserle, hiçbir şekilde kıyaslanamaz; ona nispet edilemez.

Kitap varlığı, cemiyetin ulaştığı medeniyet seviyesinin nişânelerinden birisi olarak kabul edilir. Bu münasebetle; pırıltıları hâlâ göz kamaştıran İslâm medeniyeti, çok zengin kütüphaneleri ile de temâyüz etmişti. Batıda Endülüs’ten, doğuda Türkistan’a kadar olan medeniyet merkezleri; milyonlarca cilt, göz nûru kitapla tezyin edilmişti. Ancak, maalesef; bu irfan hazinelerinin pek azı, medeniyet ışığından gözleri kamaşan doğulu ve batılı barbarların tahribatından kurtulup zamanımıza kadar ulaşabilmiştir. Medeniyet ve içtimâî hayat açısından iki büyük yıkım olan putperest Moğol ve haçlı kini ile gözü dönmüş İspanyol darbeleriyle yok edilen kütüphanelerin, insanlık adına telâfi edilemez pek büyük kayıplara bâliğ olduğu muhakkaktır. Her şeyden önce; insanlığın hâfizasından paha biçilemez kıymette, asırlık zaman dilimleri silinmiş; edebiyat ve sanat dumûra uğramış; ilmî ve teknolojik gelişmeler durmuştur.

Çağımıza adını da veren «bilgi», Bacon’ın da dediği gibi bir «kuvvet» olarak görülmektedir. Gerçekten de; bugün, ekonomik bakımdan ileri ülkelerin, eğitim seviyesinin bir sonucu olarak, bilgi ve kültürde de ileri oldukları bir vâkıadır. Ancak çağın mahkûm olduğu «dünyevî» (seküler) zihniyet muvâcehesinde; dünya, teknolojinin getirdiği refah ve saâdete kavuşacağı yerde, bencil ihtirasların sevkiyle, kan ve ateşler içinde kıvranmaktadır.

Kitaplar; insanlığın mâzîsindeki değerlerini bugüne ulaştıran, bugünkünü de istikbâle taşıyan bir vasıtadır; geçmişi ile geleceği arasında bir köprüdür; kendini tanıtan hâfızasıdır… Onun için milletlerin hayatına kasteden, onları söndürmek isteyen düşman güçlerin ilk hedeflerinden birisi, bu köprüyü berhavâ etmek olmaktadır. Bu cümleden olarak, millet hayatiyetinin devamı için de; bu irtibatın kopmaması, yeni eserlerle sağlamlaştırılması gerekeceği tabiîdir.

Milletin kültür bahçesi, geçmişten geleceğe, kitaplarla îmar olur. Her kitap kendi zamanını aksettiren altın çerçeveli bir aynadır. “Her yazı -tersi de vârid olmakla beraber- bir dikenin sökülüp yerine gül dikilmesidir. Her gül de bir iyilik, bir güzellik ve bir dostluk demektir.”1 Bu edebî mahsullerden mahrum bulunulduğu takdirde, içtimâî yapıda bir gül bahçesindeki latif meltemler yerine; çorak çöllerdeki sert fırtınaların esmesi de mukadder olur.

İlim öğrenmenin ve öğretmenin emredildiği, övüldüğü İslâmiyet’te ilk emir;

«Oku!» olmuştur. Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yüce şahsında;

«Rabbinin adıyla okumayı» beyan buyurup; insanın ufkuna, mâhiyeti ve nasıl bir rûhî muhtevâya sahip olması gerektiğine dair tefekkür enginliği seriyor. (el-Alak, 1-19) Okumak… İlâhî sıfatların tecellî mekânları olan kâinâtı, insanı, Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, tefekkür etmek, anlamak…

Anadolu’muzun gönül sultanlarından Yûnus Emre, o duru ifadesiyle;

İlim ilim bilmektir;
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır.

der; ilimden ve okumaktan maksadın ne olduğu sadedinde. Çağları aydınlatan bu hikmet huzmesinde; âlim olduğu, aydın olduğu zehâbına kapılan veya öyle vehmedilen nicelerinin foyası, apaçık ortaya çıkıveriyor. Bu terennümlerin ortaya koyduğu mânâyı ilham edici mâhiyetteki;

“Kendini bilen Rabbini bilir.” hadîs-i şerîfi de; okumanın, öğrenmenin, ilim tahsil etmenin istikametinin nasıl olması veya olmaması gerektiğini göstermektedir. Şuursuz canlıların bile tabiatta gıdalarını temin ederlerken, seçici oldukları biliniyor. Varlıkların en şereflisi ve mükemmeli olarak yaratılan insanın, rûhen gıdalanırken seçici olmaması, kendisine lutfedilen şuurla telif edilebilir mi?

İnsanın ihtiyacı, öncelikle sağlam bir fikrî zemine ve rûhî yapıya sahip olmaktır. Temel doğru atılmışsa, üzerinin yanlış inşa edilmesi beklenmez. Hadîs- i şerîfin muktezâsınca;

«Kendini ve Rabbini bilecek» tarzda teşekkül eden ilmin hayat verdiği şanlı medeniyetimizin; insanlığa sunduğu adâlet, huzur ve refah, bugün hâlâ hasretle yâd ediliyor.

Bir ülkede neşredilen kitap, dergi, gazete gibi yayınların muhtevâsı, sayısı, çeşitliliği ve okunma nisbeti; o cemiyetin kültür seviyesini gösteren ve aynı zamanda ülkenin gücünü de aksettiren çok önemli unsurlardandır. Bu sebeple, dünyaya hâkim olmayı hedefleyen devletlerin ilim, sanat ve edebiyat sahasındaki teşvikleri bilinen bir husustur. Bu ülkelerde refahın, itibarın ve imtiyazın anahtarı, halk diliyle «topçu-popçu-manken» olmak değil; ilim, sanat ve edebiyatta temâyüz etmektir.

Ne var ki; bu mevzuda, Türkiye ile ilgili müspet kanaatler belirtmek, maalesef mümkün olamamaktadır. Cemil MERİÇ’in; «düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı» ifadesiyle tasvir ettiği ülkemizde; düşünmek, yazmak ve konuşmak, daha yakın zamanlara kadar, değil mûteber olmak, birtakım hukukî sıkıntıları göze almak demekti. Nitekim bugün bile bazı ilim, siyaset ve fikir adamlarının, on beş-yirmi sene önceki hoşa gitmeyen sözleri dolayısıyla hâlâ muâheze edildikleri, önlerine engeller çıkarıldığı bir vâkıadır.

“Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak” diye bir söz vardır; peşin fikirli, ancak kalıplaşmış sözlerle merâmını ifade etme gayretindeki insanları göstermek için. Kitapla, okumakla öğrenmekle alâkası olmayan, bilgi ve edepten mahrum insanlarla, her yerde her zaman karşılaşılabiliyor. “Bir şey bilmiyorsan, sus ki adam sansınlar.” nüktesinden bî-haber olan böyle pişkin tavırlı kimseleri, istiklâl şairimiz Mehmed Âkif de;

Şarka bakmaz, garbı bilmez, görgüden yok pâyesi;
Bir kızarmaz yüz, utanmaz söz bütün sermâyesi.

diye tavsif ediyor.

Düşünce mahsûlünün yeteri kadar değerlendirilemediği yerde, okumanın da ona göre olacağı âşikârdır. Nitekim ülkemizin bu husustaki durumu da, ne yazık ki pek iç açıcı değildir.

“UNESCO’nun raporuna göre, «okumayan ülkeler» sınıfında bulunan Türkiye; üç kişiye bir televizyon alıcısının, altı kişiye bir kitabın düştüğü; 30 yıl evvel okur başına 27,8 kitap isabet ederken, günümüzde bu rakamın 5,3’e gerilediği bir ülke… 1996 yılında ABD’nin 25,5 milyar, Japonya’nın 10,5 milyar ve Almanya’nın 10 milyar dolarlık yıllık kitap ciroları karşısında, Türkiye’nin sadece 30 milyon dolarlık kitap harcaması ne kadar da yetersiz. Devamlı kitap okumayanların % 76 gibi yüksek bir rakama vardığı Türkiye’de; kitap için her yıl 14 bin ton, tuvalet kâğıdına ise 39 bin ton kâğıt üretiliyor olması, bu hazin gerçekler silsilesiyle nasıl da örtüşüyor. Üstelik araştırmalar, okumama gerekçesi olarak, % 50,2 ile okuma alışkanlığının ve % 16,6 ile yeterli zamanın olmamasını gösterirken, belki ciddîye alınması mümkün bulunan bir sebep olarak fiyatlarının yüksekliği ise % 4,6’da kalıyor.”2

Yapılan diğer bir araştırmanın sonuçlarına göre;

“Japonya’da nüfusun % 14’ü, ABD’de % 12’si, Türkiye’de ise % 001’i (on binde biri) düzenli kitap okuyor. Yine bir tesbite göre; ortalama olarak, bir Japon yılda 25, İsveçli 10, Fransız 7 kitap okurken, Türk ise kitabın ancak 1/6’ini okuyor.”3

Bir diğer tesbitten anlaşıldığına göre de; Türkiye’de yılda, 12890 kişi başına bir kitap basılıyor. Her 1000 kişiden 7’si kitap okuyor. Temel ihtiyaç maddeleri sıralamasında, kitap 235. sırada yer alıyor. Günlük gazete satışı; Almanya’da 21,2 milyon, Japonya’da 72,2 milyon iken, Türkiye’de çoğunluğu magazin olmak üzere, 5,2 milyon seviyesinde bulunuyor.

Üstad Necip Fazıl; ülkemizin bu çorak tefekkür vasatına, 1980 senesinde «Sultânu’ş-Şuarâ» seçildiği zamanki hitâbesinde, o keskin ifadesiyle şöyle temas ediyor:

“İnsan beyninin bir kişniş tanesi kadar küçültülüp, onun hazmî, tenâsülî bütün faaliyetlerinin urlar gibi büyütüldüğü günümüzde, içinde hâlâ şiir ve edebiyat zevki taşıyan sizleri hürmetle selâmlarım.” Okumanın bu kadar düşük seviyede kalmasının bir sebebinin de, dildeki yozlaşma olduğu muhakkaktır. Asırların müktesebâtını aksettiren paha biçilemez eserler bir tarafa, neredeyse yarım asır önce yazılmış kitapları bile herkesin okuyup anlayabilmesi mümkün değildir. Cemil MERİÇ bu hususla ilgili olarak;

“Kāmus bir milletin hâfızası. Kāmusa uzanan el nâmusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız ihtilâli bile, tek mukaddese saygı göstermiştir; kāmusa.” diyor.

Okumanın keyfiyeti bâbında, Francis Bacon;

“Yalanlamak ve reddetmek için okuma; inanmak ve bir şeyi kullanmak için okuma; ama kıyaslamak ve düşünmek için oku.” sözüyle muhakeme husûsuna dikkat çekiyor. Aksi takdirde, okumakla, bir türlü güzelliklerin izini bulamayıp; gül bahçelerinden gül dermek yerine, dikenliklerde hüsrana uğramak olur insanın kaderi. Burke’nin;

“Düşünmeden okumak, hazmetmeden yemeye benzer.” demesi gibi; idraki gıdalandırmak isterken, kâbuslarla rûha sıkıntı verir okunan kitaplar. Psikolog Eric Fromm da, zihnî tekâmülü temin edemeyen okumanın insanı soktuğu çıkmazı şöyle tarif ediyor:

“Eski devirlerin taştan ya da tahtadan putlarının yerini, kelimelerden oluşan putlar almış ve insanlar bunlara tapınmaya başlamışlardır.”

Bugün, hemen hemen her şehrimizde, binlerce, on binlerce talebesi, öğretim üyesi bulunan üniversiteler var. Buna mukabil, ne yazık ki; pop müzik konserlerini dolduran kalabalıklar sahalara sığmazken, ülke ve dünya meselelerinin görüşüldüğü, ilim adamı, sanatçı ve edebî şahsiyetlerin anıldığı konferanslar, ancak 5-10 kişi ile, 50-100 kişi ile yapılabilmektedir. Sadece 1000-2000 civarında basılabilen ve yıllarca raflarda bekleyen kitap ve dergiler, bu çorak düşünce vasatının tabiî bir sonucudur.

Çok şükür ki; son yıllarda durumun vahâmetini kavrayan aydınların, eğitimcilerin gayretleri ile bu bahis mevzûu gidişe engel olunmaya gayret edilmektedir. Ancak okuyarak, çok okuyarak, idraki parlatarak; iyiliklerin, güzelliklerin neşv ü nemâ bulmasıyla, ülkemizin dünya ölçeğinde müsbet vasıflarla temâyüz etmesi mümkün olabilecektir.
__________________

1 Prof. Dr. Ahmet SEVGİ, Yüzakı Dergisi, y. 3, sa. 30.
2 A. Yavuz CİVELEK, Ziraat Mühendisliği Dergisi, sa: 321.
3 Y. Şafak, 25.01.2006.