MÜBÂREK YÜZLERİ

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

O’nu bir lâhza gören kul, gül olur;
Görerek seyre dalan, bülbül olur!..

O yüzün, ay gibi parlardı feri,
Ferde sönmezdi tebessüm feneri!..

Bir şu gün fecrine, bir baktım aya,
Görmedim ben O’nu teşbîhe ziyâ…

Nûrunun, çünkü güneş, şebnemidir,
Ay ve yıldız da O’nun nur nemidir…

Yüz o yüz, Rabbini hayrân etti,
Bir gören bir daha seyrân etti!

Baktı, hep baktı, görenler baktı,
O güzel veche gönüller aktı.

Yüzlerin, çünkü o yüz, en güzeli,
Kulların, çünkü Nebî, en özeli…

Kamaşır göz, o kadar nurlu yüzü,
Tâ ezel, yaktı bizim gönlümüzü!

Bir mükemmeldi, değirmiydi o yüz,
Gece vaktinde de günden gündüz!..

Öyle düzgündü, pürüzsüz sîmâ,
İnci serperdi demâdem O Hümâ.

Göze çarpar akının kırmızısı,
Nûr-i vechinde Hudâ’nın yazısı.

Ne güzel yüz ki o, terlerse bile,
Hâli benzer idi şebnemli güle!

Ve O’nun öfkesi, hoşnutluğu da,
Çehresindendi belirgin, ne edâ!

O asil çehre, ne dolgun ne zayıf,
Görmeyen gözlere, binlerce hayıf…

O’nu bir göz, daha ilk gördüğü an,
Gönlü kaplardı derin bir heyecan;

Ve lisan yok gibi eylerdi sükût,
Sonra özden göze çağlardı bulut!

Rûhu dağlardı ılık bir sevgi,
Aşka bağlardı O’nun âhengi!..

Gül yüzünden saçılan Kevser ile,
Âşığın hasreti sıçrardı dile…

Öyle inciydi o yüz, rahmetten,
Ayna olmuştu sekiz cennetten…

Bir yehud vardı, büyük âlimdi,
Gördü Peygamber’i, ânında dedi:

«–Bu yüzün kalbi yalan söyleyemez,
O’na kim baksa, inanmam diyemez!»

Ve hemen İbn-i Selâm Abdullah,
Koştu îmâna, senâ eyledi Şâh…*

Nûr-i zâtıyla hidâyetti o yüz,
Hep letâfetti, zarâfetti o yüz!

Öyle eşsiz, yücedir hâli O’nun;
Akla hayret, bütün ahvâli O’nun..

Övgü vasfında ne dersen de O’na,
Yalnız Allah deme medhinde O’na!

O zaman perde-i hicrân açılır,
O yüzün nûru semâdan saçılır.

Sen de eylersin O Hurşîd’e nidâ:
Yâ Nebî, can da fedâ, ten de fedâ!

Gül yüzün hârikalar hârikası,
Hem de her hârikanın şâhikası!..

Seyreden Yûsuf’u kesmişti eli,
Sen’i görseydi ya, doğrardı dili!..

Gıpta eyler Sana on dördü ayın,
Gökyüzünden bakışanlar yangın.

Sen’i görsem diye ey rehberimiz,
Kanla ıslanmada kirpiklerimiz!

Sevgiden rûha ferahlık Sen’den,
Yâsemin çehreni göster lütfen!

Nice Yûsufları etsek de hayâl,
Yine olmaz Sen’i tasvîre misâl!..

Yanağın, cennet-i Rıdvan çiçeği,
Rabbimin sevdiği Kur’an çiçeği.

Şu karanlık geceden Hakk’a delîl,
Sen’i bir ay gibi lutfetti Celîl..

Oldu sevdâ dolu peymâne, zemîn,
Nûr-i din parladı çehrende Sen’in…

Halka âvîze yüzün dergâhtı,
Her gün ashâba ziyâretgâhtı..

Vermeden can, bakamazlardı Sana,
Öyle bir nûr akıtırdın câna..

İşte çehrendeki aşkın çırası,
Annemiz Âişe’nin hâtırası:

Gece düşmüştü elinden iğne,
Işığından yüzünün buldu yine!

Başka yüz yok bu kadar nur saçıcı,
Gece-gündüz bize Firdevs açıcı…

Kumlu çöl, bağrı yüzünden suladı,
Cümle dağ-taş tanıyıp doğruladı.

Görse her kim Sen’i ey Can Senedi,
«Görmedim böyle güzel çehre!» dedi.

Var değil, evvel ü âhirde misil,
Hiç gören yok bu kadar tatlı şekil..

Göz diyor: «Bir aya bak, bir de O’na,
Daha revnaktır O billâhi bana!..»

Uçtu etrâfına toplandı gören,
Kalp uzak düşmeye aslã Sen’den!

Hep şifâ buldu koşanlar özüne;
Doyamaz kimse gülendam yüzüne!

Sen’i Allah ki seçip kıldı azîz,
Şaşkınız, neyle senâ etmeliyiz?!.

Sen’i târîf edecek dil yoktur,
Sen ki, Sen’den yüce kandil yoktur.

Sen ki aydan da güzelsin gökte,
Güneşin pertevi, Sen’den nükte.

Hak yaratmış Sen’i el-hak, ne özel,
Sana hayrân ebediyyet ve ezel!..

Sana kurban ve fedâ, millet-i dîn,
Sen’dedir Arş’ı göğün, ferşi yerin;

Hele iklimlere Sen’sin hareket,
Nevbahar, nurlu yüzünden bereket…

Çünkü ey Gonca, Hudâ mazharısın,
Bize can cevherinin masdarısın;

Hakk’a âyîne yüzün hürmetine,
Acı Seyrî’ye, bütün ümmetine!

N’ola mahşerde şefâat ediver,
N’ola feryat günü şefkat ediver!

Yine göster o muhabbet yüzünü,
Yine göster bize rahmet yüzünü!..

*Hilye-i Şerîfe’den bir bölüm..

Vezni: feilâtün / fe ilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)

* Tirmizî, Kıyâme, 42; Ahmed, V, 451.