Moda Olmuş Tuhaf Meslek:BOZ YAP, YAP BOZ!

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Çok güzel bir çiftlik vardı. Asırlık ağaçlara sahipti. İçinde gürül gürül ırmaklar akıyordu. Her çeşit sebze ve meyve her mevsim mevcuttu. Lezzetleri de lezzetti. Yaz-kış, sadece bereket, sırf bereketti.

Çiftlik, bu şekilde nice yıllar mahir bahçıvanların elinde güzelleştikçe güzelleşiyordu. Mükemmelliği, dört bir yanda meşhur olmuştu.

Kimi gıpta etti, kimi kıskandı.

Çiftlik sahibinin oğlu da, -kıskananlar çatlasın- kabîlinden daha iyi yetişip de yeni atılımlar ve açılımlar için çiftlik dışında eğitim aldı. Dışarıda terbiye gördü.

Ancak;

Geri döndüğünde; dışarının yetişmişi, içerinin toyu idi. Ama kendisine sorarsanız, bilgi ve tecrübe deposuydu.

Gel zaman git zaman, çiftliğin işleyişi onu sıktı. Aldığı dış terbiye ile iç yapıyı bir türlü beğenmiyordu. Sırf beğenmediği için her şeye yanlış gözüyle ve olumsuzluk penceresinden bakıyordu. Asırlık doğrulara bile eğri damgası vuruyordu. Mevcut bahçıvanlar, onun bu garipliklerine set koydukça da köpürüyordu. Yılların o müthiş ve mahir sanatkârlarını, en büyük engel olarak görüyordu.

Neticede babası ölür ölmez, ilk yaptığı iş, çiftlikteki bahçıvanları değiştirmek oldu. Kendi kafasında bir sürü dış bakışlı toy bahçıvan getirdi çiftliğe.

“Körler, sağırlar / birbirini ağırlar.” tarzında karşılıklı tuhaflıklar oluşturdular; ağızları kulaklarına vardı.

Bozup yaptılar.

Yapıp bozdular.

Fidan terbiyesinin genleriyle oynadılar, tekrar oynadılar, yine oynadılar.

Yetiştiriciliğin disiplin ve ciddiyetini darmadağın ettiler.

Bu kiraz, bu erik, bu kestane, bu ceviz demenin sınırlarını kaldırdılar. Tutturamadıklarını odun diye kesip yaktılar. Önceki kopmaz incelikler canlarını sıktı, onları hemen kopacak şekilde kalınlaştırdılar.

Sanki getirmek için koca çiftlikte sonu,
Genlerle oynayarak yedirdiler hormonu…

(Seyrî)

Kiraz feryat etti:

“‒Ey bahçıvanlar! Ne yapıyorsunuz? Güya beni kurttan koruyacağınızı söylüyorsunuz. Fakat siz beni asıl kendinizden koruyun! Çünkü rûhumu budadınız. Dallarımsa çapak çapak. Sadece görüntüye, kaportaya çalıştınız. Dillere destan tadımı saman gibi yaptınız.”

Berikiler öfkelendi:

“‒Sus, aptal kiraz! Görmüyor musun biz senin ayarsız çehreni nazlı gelinler gibi güzelleştirdik.”

Karpuz devreye girdi:

“‒Ama içini de mezara atılacak hâle getirdiniz!”

Bahçıvanlardan biri tehdit etti:

“‒Bana bak karpuz, senin bu işlere aklın ermez. Biliyorsun ki bir topuzluk canın var.”

Mısır, aradan baş kaldırdı:

“‒Olmaz olsun canımız. Can dediğin, sahibine tatlı gelir. Bize ise, artık acı biber gibi. Artık sadece görüntüm mısır. Önceki leziz özelliklerimse şu an tamamen kısır. Eskiden şifâ dağıtıyordum, şimdi ise hangi hastalığın tetikçisiyim bilmiyorum…”

Berikiler iyice sinir küpü oldu:

“‒Haddinizi bilin! Bizim sayemizde para eder oldunuz.”

Şeftali de mısır gibi patladı:

“‒Para eder olduk ama, değer ve itibarımızı kaybettik. Eskiden üç kuruş etsek de, üç bin faydamız vardı. Şimdi üç binlik etsek bile, üç kuruşluk faydamız kalmadı. Üstelik, yeni çıkan bir sürü çaresiz hastalığın da sebebi olmaya başladık. Nereye varacak bu işin sonu?”

Tartışmalar bamteline dokununca berikiler birden ağız değiştirdiler:

“‒Ey güzel ağaçlar, güzel meyveler, güzel sebzeler! Niçin böyle garip garip konuşuyorsunuz. Sizin hayatınız bizden önce sıradandı, sadece monotondu. Şimdi öyle mi? Bakın ne kadar hareketlilik geldi. Bakın; sizler de neler yapabileceğinizi gösterdiniz. Kendinizi ispatladınız. Fark etmiyor musunuz, sizi görenler artık parmaklarını ısırıyor. Gündemlere de artık sizin ağırlığınız saltanat kurdu. Önceden sadece kullanılıyordunuz, şimdi ise hükmediyorsunuz. İnsanların sıhhati için önceden basit bir hizmetçi gibiydiniz, fakat şimdi belirleyici bir güce ve tesire sahipsiniz. Artık sizi kaale almak zorundalar. Bunlar az şey mi?”

Böyle cilâlı ve can tuzağı sözler karşısında ağaçların çoğu, boyun büktü:

“‒Doğru. Aynen dedikleriniz gibi oldu.”

“‒Evet, evet. Daha önemli hâle geldik.”

“‒Elbette. Artık daha güçlüyüz.”

Bazı ağaçların itirazları ise, yoğun ve gümbürtülü alkışların arasında âdeta kayboldu, hiç duyulmadı bile.

Sonraki günler, aynı ihtişamla geçmedi. Bazı hormonlar ve oynanmış genler yüzünden cenaze haberleri gelince; bahçıvanlar, ilk önce kandırdıkları bitkilere ve ağaçlara kıydılar. Kimine orak vurdular, kimine balta salladılar.

Aralarında da;

“‒Bunlar yaptığımız muhteşem denemelerin ilki. Bu kadar ıskarta normal. Aynı hızla çalışmalarımıza devam…” dediler.

Bozdular yaptılar.

Yaptılar bozdular.

Her ağacın ve sebzenin biyolojisi ve psikolojisi yeniden tasarlandı. Tasarlandığı gibi uygulandı. Kirli ticaret de işe iyice el atınca, ipin ucu tamamen kaçtı. Sakatlıklar ortaya sürülürken bir yandan da plânlı paket tedbirler pazarlandı. Onlar da bozuldu, yapıldı. Yapıldı, bozuldu.

Ve;

Hayat kaynağı olan koca çiftlik, memat kaynağı hâline de geldi.

Dış bakışlı sinsi ayar metodu, içte yığınla ârıza meydana getirdi. Dışı/ambalâjı oldukça müspet/olumlu, fakat içi/motoru alabildiğine menfî/olumsuz yaklaşımlar ve gelişmeler türedi. Yıldız gibi fıtratlar kaydı. Şahsiyet duvarlarında; doğruluktan ve sağlamlıktan ziyade eğrilik ve çürüklüğe çıkan kapılar açıldı. Anlayışlar, sadece birilerine bol para kazandıracak şekle sokuldu. Prensipler ve tedbirler; tembellik ve atâleti, gaflet ve cehâleti, arsızlık ve düzenbazlığı, sahte ustalık ve çapsızlığı, kısaca tutarsızlık ve dengesizliği körükleyici bir hâle dönüştürüldü.

Bu hengâmede artık neler olmuyor ki!

İşte suyu çıktı.

İnternette birileri önce virüs üretiyor, sonra da antivirüs programı satıyor. Ürettiği virüslerin yaptığı tahribat, ne umurunda! O, tamamen kazanacağı paranın peşinde. Şu kadar bilgisayar çökmüş, şu kadar önemli bilgiler uçmuş, hiç önemi yok! Üstelik adamın canı ne kadar yanarsa o kadar iyi. Çünkü can yanmadan kimse çare aramaz. Çare aranması için mutlaka can yanması lâzım. İşte tam o anda; «Çareniz bu!» diye bol bol satış patlaması.

Sonra. Birileri yattığı yerden Kārûn gibi zengin.

Ama Kārûn zenginliği.

Bu metot, aynı virüsle bugün her alana sıçradı maalesef.

Hattâ tıbba da eğitime de sıçradı.

Birileri para kazansın diye sadece gıdalarla değil, onları yiyen insanlarla da oynanıyor.

Önce hastalık ve cehâlet virüsleri üretiliyor, sonra işte çaresi denilerek neler neler yutturuluyor.

Bunlardan biri de;

İşten kaytarmanın, çalışmaktan kaçmanın, sorumluluklardan kurtulmanın ve her türlü yanlışlık ve kötülükleri yapabilmenin joker anahtarı gibi kullanılan bir şablon mazeret ve bahane:

«Psikolojim bozuk!»

Üstelik;

Bu sahada, para kazanmak isteyenler tarafından üretilen;

«Adamın psikolojisi bozuksa, kesinlikle üstüne varmamalı!» yaklaşımı da var.

Bu yaklaşımla bir de;

«Aman şimdilik yaptığı hataları ve suçları görmeyelim, hele önce şunun psikolojisini bir düzeltelim de…” şeklindeki şaşkın tavır.

Tabiî bu fırsatları gören bozuk psikoloji sakızcıları da artık ağızlarından o sakızı çıkarırlar mı? Hiç böyle bir geçer akçeye sahipken adamların psikolojisi düzelir mi? Düzelmemesi, düzelmesinden yüz kat daha kârlı iken kim bozuk psikoloji sakızını bırakır?

Bırakmıyorlar zaten.

Her naneyi yiyorlar, yediriyorlar ve aynı sakızı çiğniyorlar. Çamurlansa da, mikroplansa da ağızlarında tutuyorlar o sakızı.

Nasılsa;

Bu durum, bundan para kazanacakların işine daha fazla geliyor.

Netice;

Ortada ne eğitim kalıyor, ne terbiye, ne ıslah!

Aksine;

Var olan terbiye ve ıslahı da baltalamak ve mahvetmek gibi bir icraat alanı oluşuyor. Tâ ki birileri kazansın!..

Bazı psikologluklar da, bu şekliyle ister-istemez âdeta bir pislik-kologluk olarak karşımıza çıkıyor.

Hâlbuki psikoloji, çok mühim bir saha.

Lâkin her sahada olduğu gibi yerinde kullanılabildiği ölçüde. Dengeyi bozmak için değil, sağlamlaştırmak için değerlendirildiği nisbette. Hâlet-i rûhiye ilmi hâli, ancak kendi toplumunun medeniyet ve değerleriyle tesis edilmesi hâlinde. Ancak o zaman hayatî derecede faydalı.

Yani önce;

Yapı taşları kuvvetli örülmeli. Sütunlar tam oturmalı.

Böyle olursa;
İncir ağacı, Ebû Cehil karpuzu gibi davranmaz. Çünkü istese de buna fırsat ve imkân bulamaz.

İşte psikoloji, hâlet-i rûhiye ilmi olarak bunu başardığı an, tarihî bir milât gerçekleştirmiş olur.

Aksi hâlde;

Kendi ürettiği yığınla virüsün girdabında dolap beygirliği yapar durur.

Kestanede timsah duygularını normal kabul ederek bunu geçerli saymanın tıkanıklığından kurtulamaz. Bülbüle kargalık teşhisi koyup da anırtı tedavisi uygulamaktan çekinmeyen mantığını formatlayamaz.

Durmadan yeni yeni fiyaskolarla karşılaşır.

Karşılaştıkça da;

«Boz-yap»a sarılır.

«Yap-boz»a asılır.

Bir kısır döngü, devam edip gider.

Değer mi?

Ne mümkün!

Öyleyse artık;

Gıda ve sağlık camiası da, «boz-yap ile yap-boz»lardan vazgeçmeli.

Bilhassa eğitim camiası da.

Zira.

Tarihten bugüne;

Dev şahsiyetlerin nasıl yetiştiği ve yetişmediği gün gibi âşikâr…