Mahzun Gönüller, Muzdarip Yürekler, Çaresizler, Kimsesizler, Yalnızlar… SİZİNLE BAYRAM ETSİN!

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Gariplik niye var?

Bayram niye?

Mazlumluk, muhtaçlık, yetimlik ve kimsesizlik niye var?

Bayram niye?

Zulüm ve kan kokan bir dünyada; acıların, ıstırapların ve feryatların yükseldiği bir girdapta bayram mı olur?

İncelmemiş akıllar, düz bir mantıkla «olmaz» diye haykırabilir.

Ama, basîret ve hikmet sahibi iradeler, «bayram bir ihtiyaç» gerçeğine göre cevap verirler.

Çünkü dünya imtihan harmanı.

Çilesiz, sıkıntısız, dertsiz ve ıstırapsız bir hayat mümkün değil. Mümkün olan, sadece mânevî güç ve tâkat, sabır ve rızâ.

Bu denge için gerekli bir devâ da;

Bayram.

Gökten lutfedilen bir bayram.

Gerçek bir bayram.

Gerçekçi bir bayram.

Gamsız kahkahalarla gönüller yıkan değil, üzüntülere ortak olarak gönüller yapan bir bayram.

Acı ve kederlere, ağrı ve ıstıraplara, sancı ve çilelere karşı semâvî bir ağrı kesici. Gönül direncini artıran bir antibiyotik.

Bir nefes.

Mecalsizlere yegâne teselli ve derman.

Sıkıntı ve dertlere karşı mukavemet aşısı. Çile ve ıstıraplara karşı huzur kapısı. Cefâ ve eziyetlere karşı sabırlı olmanın mükâfatı. Özellikle de ebedî bayramı yansıtan bir rahmet teneffüsü.

Böyle bir bayramın hepimiz yetimiyiz. Hepimiz, böyle bir bayramın muhtacıyız, garibiyiz.

Bu bakımdan bayram deyince;

İlk önce yetimler, muhtaçlar, garipler, çaresizler ve kimsesizler akla gelmeli. Mazlum gönüller, muzdarip yürekler hatırlanmalı.

Çünkü gerçek bayram, işte o zaman mütebessim çehresini gösterir.

Çünkü hatırlayan, müşterisini bulmuş bir cömertlik denizi gibi bayram yaparken; hatırlanan da, çöllerde su bulmuş bir yolcu sevinciyle bayram eder. Yani bayram için her ikisinin de birbirine ihtiyacı var.

Hazret-i Mevlânâ’nın dediği gibi;

“Yoksul kişi nasıl cömertlik ve iyiliğe muhtaç ise, cömertlik ve iyilik de yoksul kişiye muh-taçtır.

Güzeller, nasıl tozsuz, passız ve parlak ayna ararlarsa, cömertlik de yok¬sulları ve zayıfları öyle aramaktadır.

Güzellerin yüzleri ayna ile süslenir, güzelleşir. Ayna olmazsa güzellik meydana çıkmaz. İyilik ve cömertliğin yüzü de yoksula bakmakla görü¬lür.

Bunun içindir ki Cenab-ı Hak «Ve’d-Duhâ» Sûresinde; «Sakın fakirleri azarlama!» diye emretti.

Mademki bir yoksul, cömertliğin aynasıdır, sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek aynayı buğulandırma!..”

Sen, bu uzun hayat yolculuğunun kimsesizliği esnasında;

“Gözyaşı istiyorsan, gözü yaşlı olanlara acı. Acınmak ve merhamete kavuşmak arzu ediyorsan, zayıflara ve zavallılara merhamet et.”

Şiirin diliyle;

Eğer şâd olmak istersen, garip bir sîne bul, şâd et;
Dilersen kurtuluş dertten, o dertten halkı âzâd et!

(Seyrî)

Çünkü keder ve belâ içinde kıvranan kimsenin yüzünü güldürmekten daha güzel bir sevinç de yoktur, huzur da, neşe de. Elbette bağrı kan ağlayan gönülleri, acı ve ıstıraptan kurmaktan daha kıymetli tebessüm ve şifâ da yoktur.

Yine Hazret-i Mevlânâ buyurur:

“İnsanlara şifâ ve huzur olmayı bırakıp da sakın gönlünde ona-buna kin besleyerek içini karartma, kendini çirkinleştirme!

Senin sevdalı olduğun Rabbinin yarattığı bütün mahlûkata (insanlara, hayvanlara, bitkilere), ya Allah rızâsı için, yahut da kendi canının rahat etmesi ve huzur içinde yaşaması kasdı ile iyilikte bulun, onları sev!

Böyle yap da, gözün her şeyde dostu görsün!”

Dost ile bayram etsin!

İşte;

Hakikî bayram:

Dost ile…

Bir de post ile bayram edenler var.

Ama;

Bayram, yeni bir posta bürünmekle değil,
Bayram, koku mâcûnu sürünmekle değil,
Seyrî, hele şaşkınları örnek alarak,
Bayram, caka hâlinde görünmekle değil…

Tabiî, dost ile bayram sırrını idrak etmeyenler, bayramı yanlış telâkkî ediyorlar. Neticede;

Kimi nâdan ile bayram ediyor,

Kimi cüzdan ile..

Kimi nefisle,

Kimi iblisle bayram ediyor..

Kimi hevâ ve hevesleriyle,

Kimi eğlence nefesleriyle bayram ediyor..

Kimi gel-geç sevdalarla,

Kimi olmadık edâlarla ve hakikate vedâlarla bayram ediyor..

Kimi, dünya çamuruyla,

Kimi gaflet hamuruyla bayram ediyor..

Kimi felâketle,

Kimi cehâletle bayram ediyor.

Ancak;

Sadece bayramı doğru telâkkî edenlerdir ki;

Gariplerle bayram ediyor..

Kimsesizlerle,

Yanık ciğerle bayram ediyor..

Evsiz açlarla,

Nice muhtaçlarla bayram ediyor..

Kederli yaşlarla,

Sancılı başlarla bayram ediyor..

Mazlum yüreklerle,

Yüce gereklerle bayram ediyor..

Daima yâr ile,

İlâhî ayar ile bayram ediyor..

Çaresiz masumlarla,

Sayısız mahrumlarla bayram ediyor..

Göklerin nûruyla,

Allâh’ın oluruyla bayram ediyor..

Ezelî vefâ ile,

Muhammed Mustafâ ile bayram ediyor..

Hâsılı;

Sessiz feryatlara koşarak,

Allah ile coşarak bayram ediyor..

İşte dost ile bayram.

Ya biz?

Ne ile ve kiminle bayram ediyoruz?

Nasıl bayram ediyoruz?

Hazret-i Mevlânâ; gariplerden kimsesizlere, çaresizlerden muhtaçlara kadar her mahzun gönüllüye kucak açarak gerçekleşecek dost ile bayramın eşiğinde açık bir dille şöyle îkaz eder:

“Eğer gönlün iyi insanların öteki âlemde kavuşacakları devlet ve saâdeti görüyorsa, neden o tarafa yiğitçe yürümüyor? Niçin Hakk’a itimat ve tevekkül kılmıyor? Niçin kendini ona vermiyor? Neden kalbini mânen zenginleştirmiyor? Ne diye hırs ve tamahtan kaçınmıyor?

Nerede îmânın yüzüne düşürdüğü nur? Nerede dînin sana lutfettiği mutluluk? Allâh’ın lütuf ve ihsan denizine daldığın hâlde neden elin, avucun boş?

Nerede cömertlik?

Irmağı gören, susuzlardan suyu esirgemez; bilhassa Cenab-ı Hakk’ın feyiz deryasını gören ve lütuf bulutlarına nâil olan kimse, muhtaç olanlara karşı iyiliklerde bulunur, cömert olur.

Ey ambar sahibi!

Şu sözleri aklından duy, işit: Buğdayını Allâh’ın yer¬yüzüne ısmarla. Yani; mâlik olduğun erzakı, Allah yolunda sarf et. Yoksulları doyur, böyle yap da, buğdayın ambarda bozulmasın.

Buğdayını yeryüzüne ısmarla da, hırsızdan emin ol, buğday bitinden de… Şeytanı da, nefsini de hemen öldür.

Unutma ki sen, feryatlar içinde mezarda; «Ya Rabbî, beni yalnız bırak¬ma!» diye Allâh’a yalvaracaksın.”

Orada/mezarda yalnız kalmamak için yalvarmayacak kimse var mı?

Yok.

Demek ki herkes muhtaç.

Öyleyse kimse, başkasını muhtaç zannederken kendisini ihtiyaçsız zannetmemeli.

İnsan, padişah bile olsa muhtaç. Fakirinden zenginine kadar ihtiyaç listeleri saymakla bitmez. Her insan, ilâhî huzurda kesinlikle fakir. Hâl böyleyken iki günlük emânete böbürlenip de fakirlere gözlerini kapatanın vay hâline!

Nelere nelere mâlik olanlar da Allâh’ın keremine muhtaç; öyleyse kerim olmalı. Kantar kantar hazine sahipleri de fakir; öyleyse fakirlere kol-kanat germeli.

Kısacası;

Hep muhtacız.

Sayısız ihtiyaç ile muhtacız.

Rızka muhtacız. Suya muhtacız. Havaya muhtacız. Dosta, yoldaşa muhtacız. Ne kadar kudretli de olsak, ölümün pençesinde tamamen âciz ve muhtacız. Ölümden sonra kabirde hiçbir şeyi olmayan bir yoksuluz; en küçük lutfa da, azıcık merhamete de muhtacız. Diriliş günü, hele öyle muhtacız ki, hiçbir şeyimiz yok. Ne güç, ne kuvvet, ne mecal, ne türlü türlü nimetler! Kıl kadar hayrı ve şerri tartan o hassas terazi başında da muhtacız. Sırat üstünde de muhtacız. Şefâate bilhassa muhtacız, ilâhî rahmete özellikle muhtacız.

Sonsuz muhtaçlıklarımız var!

Öyleyse;

Bayramı da vesile bilerek kendimize tekrar tekrar seslenelim.

Diyelim ki:

Ey insanoğlu!

Madem ki zengin de padişah da olsan mutlaka muhtaçsın, bunu tam idrak et ve;

Ne olursa olsun muhtacı hor görme. Muhtaca kızma.

Eğer gaflet edip kızarsan, sen de ihtiyaç ânında Allah’tan kızgınlık görürsün.

Şiirin diliyle;

Sen sen ol, neylese de muhtâcı azarlama,
Azıcık amelin var, şeytâna pazarlama… (Seyrî)

Ancak ve ancak;

Cömert ol ki, cömertlik bul.

Şefkatli ol ki şefkate nâil ol.

Merhamet göster ki merhamete lâyık görül.

Kanat ger ki kanat gerilsin…

Unutma;

Yapacağın her türlü cömertliğin bir başka veçhile aynısına, hattâ daha fazlasına senin o kadar ihtiyacın var ki, o kadar muhtaçsın ki, başka çaren yok…

O hâlde;

“Ey muhtaç olan kişi! Çabuk ihtiyacını artır da, Allâh’ın cömertlik de¬nizi coşsun, ikramlarda bulunsun!

Şu yollara düşen dilenciler, şu dertliler, kederliler, şu belâlara uğrayan kişiler; bak, halka ihtiyaçlarını nasıl söylerler, gelip geçenlerden nasıl merhamet dilenir¬ler.

İnsanların merhametleri uyansın, muhtaç olduklarını halk görsün diye körlüklerini, çolaklıklarını, hastalıklarını ve dertlerini sergilerler, iyice gösterirler.

Düşün;

Bir dilenci; «Ey insanlar! Benim malım var, ambarım var, sofram döşeli; bana ekmek verin!» der mi?” (Mesnevî)

Demez.

Sen de deme!

Muhtaçlığını öyle gör ki muhtaçları da gör..

Âcizliğini öyle anla ki, âcizleri fark et..

Dost ile hakikî bir bayrama öyle talip ol ki, garipler bayram etsin..

Gönlü kırıkların yanına öyle koş ki, Allâh’ı bul..

Mahzun gönüllere öyle bayram ol ki, Allah da sana ebedî bayramlar yaşatsın..

Unutma;

“Mevkiinin yüksekliği ve servetinin çokluğundan azarak âcizlerin ba¬şını yaran, gönlünü kıran kimseye ne Allah acır, ne de halk!

Ne mutludur o sûfî ki, rızkı azalır ama; onun âdî boncuğu da inci ke¬silir, kendisi ise bir mânâ denizi olur!

Allâh’ın bazı has kullarına verdiği mânevî rızıktan haberi olan kişi, Hakk’a yakın olma lutfu elde eder!

O ilâhî ruh, yeryüzünde yanan bir kandil gibidir.

Kandil yeryüzündedir ama, ışığı göklere vurur! Velînin de bedeni mum gibi yeryüzündedir fakat, nûru yedinci kat göğün üstündedir!

Güneşin ışıkları; evlere, ovalara düşmüştür ama, kendisi dördüncü kat göktedir!” (Mesnevî)

Bu hususta su da, ne güzel bir misal.

Kuraklık ve çoraklıktan garip kalmış, yetim düşmüş, kimsesizleşmiş, bîçâre ağaçları, bitkileri ve toprakları besleye besleye aktıkça deryaya yaklaşır. Neticede azala azala giderken birden kendisinin sonsuz katı büyüklüğünde bir yücelik deryasına nâil olur. Eğer vazifesini yaparken yerde çamurlanıp kirlenmişse bile deryasına dâhil edilmeden önce ya göklerde temizlenir ya da derya kıyısında rahmet süzgeçleriyle pırıl pırıl bir hâle getirilir.

Artık o su, kâh zemzem gibidir, kâh kevser gibi.

“Kevserin işi nedir? Her yanan kişinin, yanmış uzuvlarını tazeleştirir, yeniden bitirir, tamir eder.

Kevserin her damlası; kereminden bir tellâl kesilir de bağırır, der ki: «Ben cehennemde yanan uzuvları tekrar bitirir, yerine getiririm.»

Cehennem, sonbahar soğuğu gibi insanı rahatsız eder. Kevser ise ba¬har gibidir. Gül bahçesi gibidir.

Cehennem; ölüme, mezar toprağına benzer. Kevser ise, Sûr’un üfürülmesi gibidir, her şeyi diriltir.

Ey cehennemde bedenleri yananlar, Allâh’ın lutfu ve ihsanı sizi kevsere doğru çekmektedir.” (Mesnevî)

O kevserden içmek ve içirebilmek, ne büyük bayram.

Bunun için rahmânî özelliklerin yeşermesi, şeytânî özelliklerin bertaraf edilmesi gerek.

Çünkü insanoğlunda;

Rahmânî özellikler yeşerince, felekler ve melekler bayram eder, şeytânî özellikler yeşerince de kelekler ve iblisler bayram eder:

“Kur’ân-ı Kerîm’i oku da gör ki: İnsan şeytanları da, Allâh’ın çarpması ile şeytan cinsinden olmuşlardır.

Şeytanlar, birisini doğru yoldan çıkarmakta âciz kalınca, bu çeşit insanlardan yardım isterler; «Siz bizim dostumuzsunuz, bize dostlukta bulunun. Siz bizdensiniz, bizim tarafımızı tutun!» derler.

Cihanda bir kimsenin yolunu keserek onu yoldan çıkardılar ve azdırdılar mı, iki cinsten olan şeytanlar da sevinir, bayram yaparlar.

Buna mukabil;

Birisi îmanla can verdi de, din hususunda derecesi yüceldi mi, iki çeşit şeytan da feryâda başlar, ağlayıp sızlanmaya koyulurlar.

Edep sahibi biri, bir kimseye akıl verdi mi, onu doğru yola getirdi mi, yine iki grup şeytan da haset dişlerini gıcırdatmaya başlar.” (Mesnevî)

Bayram iyiliği, bir tek o şeytanlara yapılmaz. Çünkü bayram; kötülere değil, iyileredir. Zira o kötülere yapılan iyilik, asla hora geçmez. Aksine azgınlığı artırır. Hazret-i Mevlânâ pek mânidar anlatıyor:

“Ey öğüt verenlerin sözünü dinlemeyen! Nereye gidersen git, uğursuzluk seninle beraberdir.

Farkında değilsin, senin sırtında nefs-i emmâre yılanı dolaşmakta. Sana öğüt veren kişi, yani velî, senin sırtındaki yılanı damdan görmekte ve sana bu durumu anlatmaya çalışmakta, haber vermekte.
Sen ise tutmuş, seni yılandan kurtarmak isteyen kişiye;

«‒Sus» demektesin; «Beni veh¬me düşürme, gamlandırma.» diye sitem etmektesin.

O ârif, artık ne yapsın;

«‒Peki! Sen o sözü söy¬lemedim say.» demekte.

Ama;

Yılan senin boynunu sokunca vaziyeti gör. Bütün neşen ve zevkin, artık acıdan ibaret.

Bu sefer de öğüt verene dersin ki:

«‒İnsana böyle mi haber verilir? Neden yenini-yakanı yırtarak feryat etmedin? Yahut bana damdan bir taş atsaydın da, tehlikenin gerçek olduğunu bildirseydin.»

O da;

«‒İyi ama sen benim sözümden inciniyordun.» diye cevap verir.

Sen ise, hâlâ alay eder¬cesine dersin ki:

«‒Beni adamakıllı sevindirmek böyle mi olur?»

Öğüt veren de acı acı hatırlatır;

«‒Ben yapacağım insanlığı yaptım, seni bu tehlikeden kur¬tarmak istedim. Fakat sen kendi kötülüğünden dolayı öğüdümün değerini bilmedin, öğüdümden büsbütün azdın, üstelik beni incitmeye koyuldun.»

Ey akıl sahibi!

Aşağılık ve kötü insanların huyu hep böyledir. Onlara iyilik edersin, sana kötülük etmeye kalkışırlar.

O hâlde;

Alçak nefsin isteklerine sabredip onun belini bükmeye bak; onu iyice hırpala, âciz bırak. Çünkü o, kötüdür. Unutma ki, kötüye iyilik etmeye gelmez.

İyiliği, ancak bir kerem sahibine ettiğinde hora geçer. Kerem sahibi olan kimse, senin her bir iyiliğine karşılık yedi yüz iyilikte bulunur.

Alçak kimse ise, ancak ona cefâ ettiğin takdirde sana çok vefâlı bir kul olur.

Baksana nankörlere ve münkirlere;

Onlar Allâh’ın onca nimetine karşı uyuz çakal gibiler. Fakat cehennemde de; «Yâ Rabbî!» diye nasıl yalvar-yakar bir hâlde kuzu gibiler.”

Oysa;

Mühim olan, nimetler karşısında kuzu hâlinde; «Yâ Rabbî!» diyebilmek. Hiçlik içerisinde; «Yâ Rabbî!» diyerek nimeti başkalarıyla paylaşabilmek. Bu şekilde gerçek bayrama erebilmek.

Yoksa bayram, her şekilde bayram.

Ama;

Gariplerle ve kimsesizlerle beraber bambaşka.

Asıl bayramın kapısı ise, rızâ makamı.

Cüneyd-i Bağdâdî’ye sormuşlar:

“‒Kul, ne zaman Rabbinden râzılık makamına ulaşmış olur?”

Cevâben buyurmuş:

“‒Nimetler gibi musîbetler de onu sevindirdiği zaman!”

Tabiî buradaki sevinç, musîbetin kendisine değil, dostun gönderdiği hediye makamında olmasınadır. Dostun bilvesile dostu hatırlamasına, kaale almasınadır. Mânevî derece ve yakınlığın artmasınadır.

Bunlar, âhirette yaşanacak asıl bayramın basamakları.

Asıl bayram ne?

Hesap gününde affedilmek. Şefâat-i Muhammed Mustafâ’ya nâil olmak. Amel defterlerini sağdan almak. Sırât’ı geçip cennet-i âlâya girebilmek.

En nihâyet de, cemâl-i İlâhî’yi seyretmek…

Peki;

O asıl ve büyük bayram için dünyadaki bayram ne?

Fukarânın tebessümü.

Bayram ne?

Islak gözlerdeki ışıltı.

Bayram ne?

Kırık gönülleri sarıp kucaklayan samimî bir merhamet.

Bayram ne?

Bir tatlı söz!

Bayram ne?

Dostu görmek…

Bu öz mânâ ve mahiyeti çerçevesinde;

Düşen kimse için bayram; elinden tutan bir elin olması.

Dertlinin bayramı, devâ.

Hastanın bayramı, şifâ.

Kimsesizin bayramı, bir dost.

Yetimin bayramı, bir anne şefkati.

Garibin bayramı, sıcak ve samimî bir kol-kanat.

Toprağın bayramı, cennet râyihaları açan güller.

Aklın bayramı, tefekkür meyvesi.

Kalbin bayramı mârifetullah, muhabbetullah ve vuslat.

Âşığın bayramı da, mîrac.

Cânın bayramı ise, cânan.

Peki,

Ya bizim bayramımız?

Mal mı? Makam mı? İmtihanlar kazanmak mı? Kâğıt diplomalar mı?

Ya da;

Gerçek ve asıl bayram mı?

Temennîmiz, hiç şüphesiz ki, gerçek ve asıl olanı. Fakat tatbikimiz, acaba?

Uygulamalarımız da acabalı..

Neden?

Kimbilir belki de aklen, rûhen ve kalben fakirlik, yoksulluk, kimsesizlik ve çaresizlikten..

Bu durumda;

Yoksullar, çaresizler, yetimler, kimsesizler deyince sadece maddî ve zâhirî ölçüler içerisinde ele almamalı.

Şu âhirzamanda;

Dînen ve ahlâken yoksulluk, mal-mülk yoksulluğundan daha fazla. Îman bakımından yetim ve kimsesizler o kadar çok ki. Yığınla mâneviyat fakirleri var; hepsi de bir gram lutfa muhtaç. Öyle çorak gönüller var ki, sadece bir damla su için bile inliyor. Dehlizlere sıkışıp kalmış nice ışığa muhtaç gözler var, hepsi de bir küçük kıvılcım bekliyor!

İlim, irfan ve hikmet çarşısında öbek öbek dertliler, müflisler var; her biri ellerinden tutacak cömert gönüller arıyor! Akılları ve ruhları hastalanmış bir sürü gafiller var; tedavi eşiğinde tutsak.

Grup grup inkâr ve isyan sakatlığına yakalanmışlar var; îman tabiplerinden medet hâlinde. İnanç omurgası kötürüm olmuş zavallılar var, cennete doğru bir adım bile atamıyor.

Sormak vazifemiz:

Böylesi zavallılar, yoksullar ve bîçâreler de bizimle bayram yapmalı değil mi?

Sizinle bayram etmeli değil mi?

Yoksa;

O mârifetullah damarı tıkanık olan sancılı kimselerin yüzünü kim güldürecek?

Allâh’a teslîmiyetsizlik yüzünden rûhunda ve aklındaki ağrıları dinmeyenlerin acılarını kim dindirecek?

Muhabbet bağı talan edilmiş asık suratlara kim müjde kapılarını gösterecek?

Cehennem derdinin haberinde bile olmayanları kim uyandıracak da cennet bağlarındaki bayramı öğretecek?

Fazla cevap aramaya mahal yok.

Bizler;

Bayramın mânâsını, sırrını, hikmetini ve mahiyetini bu bayram etraflıca anlayalım.

Anlayalım ki;

Gerek maddede gerekse mâneviyattaki bütün fakirler, garipler, muzdaripler, çaresizler, yetimler, kimsesizler ve muhtaçlar da;

Bizimle bayram etsin!

Sizinle bayram etsin!..