AĞLAYARAK GÖRMEZ OLMAYI SEÇERİM!

Handenur YÜKSEL

Basralı muhaddis, âbid ve zâhid Sâbit bin Eslem el-Bünânî, 661 yılında Basra’da doğdu. Küçük yaşta ders halkalarına katılmaya başladı. Pek çok sahâbe ve tâbiînden hadis dinledi. Enes bin Mâlik’e kırk yıl talebelik ve arkadaşlık etti. Enes bin Mâlik’le karşılaştığında elini tutar;

“Bu el Rasûlullâh’ın eline dokunmuştur.” diyerek onu öperdi. Tasavvuf hareketinin öncülerinden sayılan Sâbit el Bünânî, 744 yılında, 83 yaşında iken vefat etti.
Sâbit Hazretleri; namaz ve oruç üzerinde önemle durmuş, bu iki ibâdeti, insan bedenini canlı tutan et ve kana benzeterek, âbid olmanın iki temel vasfı olarak değerlendirmiştir. Kendisinden 250 civarında hadis intikal etmiştir.
{mosimage}
Sâbit bin Eslem Hazretleri gözlerinden rahatsızlanmıştı. Tedavisi için müracaat ettiği hekim kendisine tavsiyede bulundu.

“–Şu hususa dikkat edersen, gözlerin iyileşecektir!”

Sâbit Hazretleri:

“–Nedir o tavsiyen?” diye sorunca, hekim şöyle dedi:

“–Çok ağlamayacaksın!”

Bu söz üzerine Sâbit bin Eslem Hazretleri’nin yüzü bulutlandı. Şöyle buyurdular:

“–Ağlamayan gözde hayır yoktur. Çok ağlayarak görmez olmayı, ağlamayarak görür olmaya tercih ederim!”

DÜNYA ARZUSU PEŞİNDE DEĞİLİZ!

Osmanlı Devleti’nin 9. padişahı olan Yavuz Sultan Selim, babasının şehzadeliği sırasında Amasya’da doğdu (1470). Çocukluğu Amasya’da geçen Selim; Fatih’in vefatı üzerine babası Sultan II. Bâyezîd’in 1481’de tahta geçmesiyle Trabzon sancak beyliğine tayin olundu. Bâyezîd’in, oğlu Şehzade Selim lehine tahttan feragat etmesi üzerine, 1512 yılında hükümdarlığı devralan Yavuz Sultan Selim, 1514’de Safevî hükümdarı Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlûp ederek, Anadolu’nun doğusunu Osmanlı topraklarına kattı. 1516’daki Mercidâbık Savaşı sonunda ise, Anadolu’nun güneydoğusu ile Şam da dâhil olmak üzere bütün Suriye, Osmanlı’nın eline geçti. Ardından Kudüs’ü fethederek çölü geçen Sultan I. Selim, Ridâniye zaferiyle Mısır’ı Osmanlı ülkesine kattı; Mekke şerîfinin gönderdiği heyeti kabul ederek, «Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn» unvânını aldı. Bu muhteşem hükümdar, sekiz yıl süren kısa padişahlığının ardından 22 Eylül 1520’de hayata veda etti. Türbesi, Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde, kendi adını taşıyan caminin avlusunda bulunmaktadır.
Şehzade Selim, babası Sultan II. Bâyezid ile görüşüp bir miktar asker temin ederek, memleketin tehlike sezilen yerlerine gitmek ve oraları sükûna kavuşturmak üzere İstanbul’a gelmişti. Babası ile Edirne yakınlarındaki Uğraş Köyü civarında görüştüler. Fakat bazı vezirlerin kıskançlık dedikoduları yüzünden, Sultan Bâyezid ile aralarında anlaşmazlık çıktı. Yavuz; babası ile kavgaya girmeyip, gemi ile Kırım üzerinden yeniden, sancak beyi olduğu Trabzon’a dönüyordu. Kırım’a ulaştıklarında, Kırım Hanı Mengli Giray Han tarafından karşılandılar. Aralarındaki sohbet esnasında Giray Han şöyle dedi:

“–Bu hezîmetten ve vezirlerin Şehzade Ahmed’e meylinden üzülmeyiniz. Eğer isterseniz Tatar askerini emrinize vereyim, gidiniz hakkınız olan tahta sahip çıkınız!”

Sultan Selim kabul göstermeyip şu cevabı verdiler:

“–Biz dünya arzusu ve padişahlık sevdası ile o tarafa varmamıştık. Babamız devamlı hasta olduğundan memleket idaresini vezirlerin eline bırakmıştır. Bu sebepten din ve devlet düşmanları her taraftan başını kaldırmış, memlekette Celâlîler (eşkıyâlar) ve zorbalar türemiştir. Şehzade kardeşlerimiz, rahatlarını düşünmekten başka bir şeyle meşgul değillerdir. Kendimizi, Osmanlı hânedânını ve ahâlîmizi korumak için bu yüzden tehlikeye atmıştık. Hem varıp babamızın elini öpüp ziyaret edelim, hem de biraz asker alıp düşmanı yurdumuzdan atalım istemiştik. Devlet adamları, buna destek olmadıkları gibi;

«Taç ve taht hırsı ile geldiler» diye söz ederek, babamızla aramıza girdiler. Allah’ın takdiri ne ise o olur.”1

GÜLE GÜLLÜĞÜNÜ KİM VERİYOR?

Edebiyat tarihçisi Prof. Dr. Ali Nihat TARLAN 1898 yılında İstanbul’da doğdu. İlk hocası, babası Mehmed Nazif Bey’dir. İstanbul’daki Vefâ Sultânîsinden ve Lisan Fakültesinin Fransızca ve Farsça bölümlerinden aynı anda mezun oldu. Ardından İstanbul Darülfünûnu edebiyat bölümüne kaydoldu. Fakülteyi bitirdikten sonraki ilk vazifesi Fransızca öğretmenliğidir. İstanbul’un çeşitli liselerinde öğretmenlik yaptıktan sonra, Edebiyat Fakültesine intisap etti. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde 1933’te doçent, 1942’de profesör oldu. Emekli olduğu 1972 yılına kadar bu görevine devam etti. 30 Eylül 1978’de İstanbul’da vefat eden Ali Nihat TARLAN, inceleme ve monografi türü araştırmalar dışında, şiir ve nesir üzerine de makaleler yazdı.

Kâinatta her var olanın kendi yapısının icabını yerine getirmekle yükümlü olduğunu söyleyen Tarlan Hoca; bunun için varlık dünyasında iyi ve kötünün bulunmadığını söyler. Çünkü insanın güzel, çirkin, iyi ve kötü dediklerinin aslında tek kaynağı Allah’tır. Bu kaynaktan ötürü biz, her şeyi olduğu gibi kabul etmeli ve sevmeliyiz. Aslında her şeyin özü olan Allah, iyidir ve güzeldir. İşte bu yüzden asıl sevilecek olan O’dur. Ali Nihat TARLAN, bu mevzudaki düşüncesini şöyle açıklar
“Güzel bir insan… Onu elbet babam da sever… Mârifet eğri-büğrü bir deveyi sevmektir. Şimdi anlıyorum ki, o deveyi sevmek de bir mârifet değilmiş… Asıl sevilecek şey, O’dur… Gözleri kör olmadan O’nu görebilenler, uçuruma düşmeden O’na erebilenler, alev alev yanmadan O’nu sevebilenler ne kadar bahtiyardır!”

Her varlığı kendi yapısı içinde kabullenmeliyiz. Hiç kimseyle alay etmeye, onu küçük görmeye hakkımız yoktur. Tarlan Hoca bu konuda da şu yorumu yapar:

“Aynı bahçede gül de diken de yetişir. Onları kendi hâlleriyle kabule mecburuz. Ne gül sevilmekten gururlanmalı, ne de diken hakîr görülmekten utanmalıdır. Gül ve diken, istîdâdının hakkını vermişlerdir. Güle güllüğünü, dikene dikenliğini kim veriyor ki? Onun için biz her şeyi ve her hâli yerinde hak görmeli, kimseyi küçük görmemeliyiz.”2

SADEDE GEL, SADEDE!

Şair Mehmet Emin YURDAKUL 1869’da İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimine Beşiktaş Askerî Rüştiyesi’nde başlayıp, aynı idâdîde tamamladı. Bahriye Müsteşarlığı, Hicaz’da vali vekilliği, Sivas ve Erzurum valiliği yaptı. 1912’de emekli olduktan sonra, 1914’te Musul mebûsu olarak Osmanlı Meclis-i Mebûsânı’na girdi. Cumhuriyetten sonra Şarkîkarahisar, Urfa ve İstanbul milletvekilliklerinde bulunan Yurdakul, Türk Ocağı’nın kurucuları arasındadır. Hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde, cesaret göstererek cemiyet meselelerine temas etti.
14 Ocak 1944’te İstanbul’da vefat eden şairin, Türk Sazı, Zafer Yolunda, Ankara isimli çalışmaları bulunmaktadır.

Millî Edebiyat akımının öncülerinden olan Mehmet Emin YURDAKUL, milletvekilliği sırasında meclis kürsüsüne çıkarak, konu dışında uzun, bıktırıcı konuşmalar yaparmış. Buna benzer konuşmalarının birinde çevreden müdahale etmek zorunda kalmışlar:

“–Sadede gel, sadede!”3

Şair hiç istifini bozmadan, sakin ve tabiî bir tavırla şu cevabı vermiş:

“–Sadede benden sonraki arkadaş gelecek!”
__________________
1 Âdem ULUSOY, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, 2005, s. 16.
2 Gönül Alpay TEKİN, «Ali Nihat Bey’in Kişiliği», Türklük Bilgisi Araştırmaları, 1979, s. 38-39.
3 Sadede gelmek: Asıl konuya, söylenmesi gerekene gelmek, anlamındadır.