Müslümanların En Acı YüzyılıXIII. YÜZYIL

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

MOĞOL İSTÎLÂSI

“İmparatorlukları şiddet var etti ve batırdı.” Raymond ARON1

İslâm dünyası; ardı ardına gerçekleşen haçlı saldırılarıyla boğuşurken, birden doğudan batıya doğru hızla yayılan Moğol İstîlâlarıyla karşı karşıya kalmıştı. Daha önce tarih sahnesinde önemli bir rolü görülmeyen göçebe Moğol boyları, 1206 yıllarından itibaren Cengiz Han idaresinde güçlü bir birliktelik oluşturdular. Eski dünyanın demirden ırkı Moğollar; kısa bir süre içinde Asya’nın doğusunu, Kuzey Çin’in büyük bir bölümünü hâkimiyet altına alarak müslüman Türklerin hâkimiyeti altındaki Türkistan ve Hârizm bölgesine girdiler. Bu bölgede kendilerini tahkim ettikten sonra İran’a doğru sarkarak büyük-küçük demeden İslâm şehirlerini yerle bir eden amansız bir saldırı başlattılar.

Jean Paul ROUX’un «Türklerin dağlı ve ilkel boyları» olarak tanımladığı putperest Moğollar; inanılması güç bir acımasızlık örneği göstererek geçtikleri her yerde yakma, yıkma ve yok etme dışında hiçbir yöntem uygulamıyorlardı. Tarihin tanıdığı az sayıdaki askerî dehâlardan biri olan Cengiz; ölüm makinesi hâline getirdiği demir miğferli atlı birliklerden oluşan yıldırım ordularıyla, İslâm dünyasını bir baştan bir başa çiğniyor, önüne çıkan bütün mamur şehirleri harabeye çeviriyordu. Cengiz Han’ın başlattığı ve hanedanının devam ettirdiği bu kanlı süreç, öncelikle Moğolistan’dan Azerbaycan ve Güneydoğu Anadolu’ya kadar uzanan İslâm memleketlerinde çok acıklı manzaraların yaşanmasına sebep oldu. Nitekim büyük tarihçi İbn-i Esîr, Moğol vahşetini kitabına şu cümlelerle kaydetmiştir:

“Bu büyük ve dehşet verici olay, muazzam musibet, gün ve gecelerimizi kararttı, hayatımızı perişan etti. Bölgede yaşayan bütün insanları ve özellikle müslümanları kökünden kazıdı. Şayet birisi çıkar da;

«Cenâb-ı Allâh’ın Hazret-i Âdem’i yarattığı günden bugüne kadar bu büyük felâketin benzeri görülmüş ve yaşanmış değildir.» derse, mutlaka doğru söylemiş olur.

Moğol İstîlâsı felâketini yazan tarihler bu olayı bütün dehşetiyle ne kadar anlatıp dursalar, yine de kıyısından, kenarından geçmemişlerdir diyebilirim.

İnsanoğlunun yeryüzünde yaşadığı en büyük musibet ve felâketlerden birisi olarak, Buhtunnasr’ın (Nebukadnezar) İsrailoğulları’na karşı giriştiği katliam ve Kudüs şehrini tahrip etmesi olayı kaydedilir. Bu lânetli heriflerin tahrip ettiği ve müslümanların başına getirdiği felâket ne İsrailoğulları’nın başına gelen felâkete benzer, ne de Kudüs’ün tahrip edilmesine… Harabeye çevrilen her bir şehir Kudüs’ün başına gelen felâketi yaşamıştır. Müslümanlardan öldürülenlerin sayısı İsrailoğulları’ndan öldürülenlerle kıyaslanamaz. Moğolların bir şehirde öldürdükleri müslüman sayısı belki de yeryüzünde yaşayan bütün yahudilerin toplamından çok daha fazla idi.

Cenâb-ı Allah’tan temennimiz, bu dünya ayakta durduğu müddetçe, kıyâmet kopuncaya kadar; Ye’cüc ve Me’cüc olayı hariç, bir daha böyle büyük bir musibet ve dehşet verici bir felâketin insanların başına gelmemesidir.”2

Yine Tarihçi Cüveynî, «Cihangüşâ» adlı eserinde Buhârâ ve Semerkand şehirlerinin başına gelen felâketi anlatırken şöyle söylemektedir:

“Kıyâmete kadar nesiller çoğalsa bile, bu şehirlerin nüfusunun onda birine çıkamaz.”

Cengiz’in tarih sahnesine çıktığı yıllar, İslâm dünyasının siyasî açıdan tam bir dağınıklık içerisinde olduğu yıllardı. Bilindiği gibi Büyük Selçuklular dağılmış, hükmettiği topraklarda mahallî Selçuklu devletleri ve atabeylikler kurulmuştu. Abbâsî Halîfeliği’nin hâkimiyet alanı sadece Irak’la sınırlı kalmıştı. Haçlı saldırılarının bütün hızıyla devam ettiği bu dönemde, İslâm dünyası İsmailî-Bâtınî akımlarla da uğraşmaktaydı. Aynı dönemde, batı Avrupa’nın güçsüz feodal krallarını etkisi altında tutmayı başaran papalık da bütün enerjisini Haçlı Seferleri düzenleyerek mukaddes Kudüs şehrini ele geçirme yolunda harcamaktaydı. Ayrıca Rusya’da da Moğolları dengeleyecek büyüklükte bir devlet mevcut değildi.

Asıl adı Temuçin olan Cengiz Han, dağlı göçebe Moğol birliklerinden disiplinli bir ordu kurduktan sonra Moğolistan’da sadece birkaç bin asker bırakarak 1205 yılında Çin’e saldırdı. Bu askerî harekât Moğol yayılışının ilk adımı olarak tarihe geçti. Temuçin; girdiği bütün şehirleri vahşîce talan ettirdiği gibi, başkent Pekin’i de yakıp yıktı. Korku ve dehşet uyandıran bu seferiyle Kuzey Çin bölgesinin hâkimiyetini ele geçirerek büyük bir itibar elde etti. Bir süre sonra güneye yönelen Moğol orduları bu bölgeyi de ele geçirerek Cengiz Han’ın sultasını Güney Çin’de de tesis etti.

1218-1220 yılları arasında Cengiz’in orduları Orta Asya hâkimiyeti için ilk kez müslüman Türklerle karşı karşıya geldi. Cengiz’in Moğolistan’dan başlayıp Çin’in kuzey ve güney bölgelerini de istîlâ etmesiyle sonuçlanan emperyalist tutumu, komşusu müslüman Hârizmşahları da tedirgin etmişti. İki ülke arasında gerçekleştirilen diplomatik temaslarda, Cengiz Han’ın Hârizmşahlar hükümdarı Muhammed’e kendisini «baba» kabul etmesini telkin ederek üstünlüğünü tescil ettirmeye çalışması da müslüman tarafta siyasî bir gerginlik yaratmıştı. Bunun üzerine Cengiz Han’ın ticarî heyet adı altında ülkesine casuslar gönderdiği şüphesine kapılan Kutbuddin Muhammed Şah, Otrar’daki valisinin verdiği bilgiye dayanarak yüz kişilik Moğol heyetini öldürterek içinden çıkılması zor bir diplomatik krizin oluşmasına zemin hazırladı. Bu durum Cengiz Han’ın eline İslâm ülkelerine karşı çoktandır beslediği emperyalist arzularını gerçekleştirebileceği önemli bir fırsat verdi. Eline iyi bir saldırı gerekçesi geçtiğini düşünen Cengiz Han, saldırıdan kaçınamayacak bir durumda kaldığını şu sözlerle ifade etmiştir:

“Altın dizginlerimin müslümanlar tarafından koparılmasına nasıl müsaade edebilirim?”3 Kendisinin «Moğol Ticaret Heyeti», Hârizmşahların ise «Moğol Casusları» olarak kabul ettiği Moğol heyetinin öldürülmesine böyle yaklaşan Cengiz Han, 1219 tavşan yılında müslüman halka karşı büyük ve acımasız bir sefer başlattı.

Vahşî Moğol birliklerinin çekirge sürüleri gibi Orta Asya müslüman Türk şehir ve kasabalarını istîlâya başlamasının önündeki en büyük engel sayılan Hârizmşah Sultanı Muhammed Tekiş, güçlü ordusuna rağmen Moğollarla açıktan bir meydan savaşını göze alamadı. İlk yıkım haberleri karşısında paniğe kapılarak doğru dürüst bir savunma hattı da oluşturamadı. Bunun üzerine kuvvetlerini bölüp ülkesini şehir şehir savunma pozisyonuna geçmesi Cengiz’in işini daha da kolaylaştırdı. Böylece başta Otrar olmak üzere Hokant, Buhârâ ve Semerkand gibi birçok mamur İslam kenti Moğolların insafına terk edilmiş oldu. Muhammed Tekiş bir daha Moğolların önüne çıkamadı. Önce İran içlerinde Mazenderan’a, ardından da daha güvenli olduğuna inandığı Hazar Denizi’ndeki Abeskun Adası’na kaçtı. Bir müddet sonra o adada öldü.

Onun ölümü üzerine Hârizmşahlar Devleti’nin başına gerçek bir İslâm kahramanı olan Celâleddin Hârizmşah geçti. On yıl boyunca o da Moğolları durdurmaya çalıştıysa da kuvvetlerinin yetersizliği yüzünden buna muvaffak olamadı. Moğollara karşı Kuzey Hindistan hattında başlattığı direnişi azimle sürdürmesine rağmen önce Irak’ın Basra bölgesine, ardından Azerbaycan’a ve nihayet Anadolu’ya kadar geri çekilmek zorunda kaldı. Moğollara büyük zâyiatlar verdirmesine ve birçok mevziî zafere imza atmasına rağmen Celâleddin Hârizmşah, emrindeki askerî gücün sınırlı oluşu yüzünden Moğolları durdurma ve İslâm topraklarından atma idealini gerçekleştirememiş ve hayatını Doğu Anadolu’da acı bir sûikast sonucu kaybetmiştir.

Celâleddin Hârizmşah, Cengiz’in bile hayran olacağı kadar gözü pek, cesur ve mâhir bir askerdi. Moğollarla giriştiği bir savaşta sıkıştırıldığı bir uçurumdan ırmağa atlayarak kurtulmayı başarmıştı. Bu duruma hayranlıkla şahit olan Cengiz Han;

“Ona hiçbir şey yapamazsınız. Böyle soğukkanlı ve cesur bir adam, bütün sıkıştırma denemelerinize karşı koyacaktır. Böyle bir oğula sahip her baba gurur duyabilir. Ve her oğul da böyle bir babanın soyundan geldiği için gurur duyabilir.” demekten kendini alamamıştır.4

Yine Ermenistan bölgesinde süren bir savaşta Ermeni kralına haber gönderip;

“Boşuna askerler kırılmasın; ikimiz dövüşelim, kazanan galip sayılsın!” diyecek kadar kendine güvenen bir cengâverdi. Ne yazık ki, Hârizmşah Sultanlığı bu başa göre çelimsiz bir vücut taşıyordu.

1221-1222 yıllarında Cengiz’in seçme komutanları Cebe ve Subutay komutasında gerçekleştirilen saldırıların ardından Horasan üzerinden Irâk-ı Acem ve Azerbaycan’a girmeyi başaran Moğol birlikleri geride yanmış yıkılmış şehir ve kasabalar, viraneye dönmüş ev ve ocaklar, onlarca yıl geçse de izi silinemeyecek vahşî manzaralar bırakmıştı.

Moğol İmparatorluğu’nun genişlemesi Cengiz Han’ın 1227’de ölümünden sonra da devam etti. Ancak dünyayı titreten bu Moğol İmparatoru tarihe ceberutluğun ve ayak bastığı yerleri ateş topuna çeviren acımasız bir saldırganlığın sembolü olarak geçti.

Onun ölümünden sonra başa geçen Ögedey döneminde Moğollar; hem Çin içerisinde güçlerini pekiştiren seferler yaptılar, hem de güçlü ordularıyla, prenslerden Batu kumandasında önemli bir direnişle karşılaşmadan Doğu ve Orta Avrupa’yı işgal ettiler. Nitekim tek bir merkezden idare edilemeyecek büyüklükteki bu muazzam devlet, Cengiz’den kısa süre sonra oğulları arasında dört hâkimiyet sahasına bölündü.

__________________

1 Rene CAGNAT ve Michel JEAN; «İmparatorlukların Beşiği», s: 7, Alan Yayıncılık.
2 İbnü’l-Esîr; «El-Kamil Fi’t-Tarih»; c. 12, s. 316.
3 Ahmet TEMİR, «Cengiz Han», s. 95, Kültür Bakanlığı Yayınları.
4 Jacop ABBOTT; «Bozkırın Efendisi Cengiz Han», s. 172, Parşömen Yayıncılık.