GÜZEL AHLÂK -7-

Doç. Dr. Seyit AVCI seyitavci1968@mynet.com

Cimrilik ne kadar kötü ise, aşırı derece mal harcamak, saçıp savurmak, israf edip dağıtmak da güzel ahlâka aykırıdır. Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimiz; dedikodudan, mal israfından, lüzumsuz çok soru sormaktan, hayra engel olup hakkı olmayan şeyi istemekten, annelere isyan etmekten, kız çocukları diri diri gömmekten men ederdi.

Burada yasaklanan bu şeylerin hiçbirisinin güzel ahlâkla yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Bu huyların hepsi, kötü huydur ve bir mü’minde bulunmaması gereken sıfatlardandır.

Dedikodu ki, boşuna ve lüzumsuz söz konuşmaktır. Eğer müslümanları çekiştirmek ve aleyhlerinde konuşmak tarzında olursa, bunun günahı daha büyüktür. Her ne olursa olsun, boşuna ve faydasız konuşmaları Efendimiz yasaklamıştır. Ya hayırlı şey konuşmalı yahut susmalıdır. Dedikoduya alışmak, tembelliğe ve lâubâlîliğe sebep olduğu gibi, toplumun ahlâkını bozar, fitne ve fesada yol açar.

Malı Allah yolu dışında harcamak, haram işlerde kullanmak, ölçüsüz harcamak, saçıp savurmak hepsi malı zâyî etmek demektir. Hattâ aklı başında olmayan ve malı kullanamayan birine mal vermek, koruyamayacak bir kimseye emanet etmek yine israftır ve malı zâyî etmek anlamına gelir. İslâm’ın ölçülerine bağlı olarak; yerli yerince malı esirgemeyip harcamak, Allâh’ın emirlerine itâat olur ve mü’min bundan dolayı sevap kazanır. Bunun aksine hareket etmek vebal olur. Günümüzde zarurî ihtiyaçları dışında alabildiğine lüks hayat peşinde koşan, Allah yolunda harcamaları unutan, sırf nefsanî arzularını tatmin için yüz binleri harcayanlar, elbette israfın ve mal zâyiâtının en açık bir örneğini vermektedirler. Böyle hareketler; toplumu felâkete sürükler, anarşi doğurur, fertler arasındaki kardeşlik bağlarını koparır.

Çok soru sormak da yasaklanan şeylerdendir. Zaruret olmadıkça bir şeyi fazla irdeleyip gereksiz derinleştirmek doğru değildir. İslâm’da her şey açıktır, hükümleri bellidir. Daima kolay olan tercih edilir. İnsanları zora sokan, onlara külfet veren sebeplerden biri de çok soru sormaktır. Çok soru sormak, sorumluluğu artırır, insanların hayat alanını daraltır. Ayrıca boşuna vakit kaybına sebep olur.

Annelere itâat etmemek günahtır. Onlara âsî olmak, isyan etmek haramdır. Burada yalnız annelerin zikredilmesi, onların öneminden kaynaklanmaktadır. Anneler çabuk kırılır, çabuk hiddetlenir. Onların çocuklar üzerinde hakları daha fazladır. Bu hükme babalar da dâhildir. Aynı şekilde babalara da itâat vâcibdir.

Cahiliyye âdetlerinden biri olan kız çocuklarını diri diri gömmek de yasaklanmıştır. O zamandaki anlayışa göre kız çocukları uğursuz kabul edilirlerdi. Bu uğursuzluğu yok etmek için doğan kız çocuklarını öldürürlerdi. İslâm dîni, bu kötü âdeti ortadan kaldırmış ve kızların erkeklerden daha çok korunmaya muhtaç olduklarını belirtmiş ve onlara iyi bakılmasını emretmiştir.

Ne yazık ki, günümüzde de çeşitli şekillerde diri diri çocuklar öldürülmekte, medeniyet ve çağdaşlık adı altında kürtaj vesâir yöntemlerle çocuklar yok edilmektedir. Zaman zaman sokaklara ve çöp tenekelerine atılıp terk edilen yavrular, bütün âzâları teşekkül etmiş ve hayata kavuşmuş bir devrede kürtajlarla yok edilen ceninler, hep bu cahiliyye devrinin birer ürünüdürler. Üstelik bunlar zevk uğruna, maddî menfaat uğruna yapılmaktadır. Asıl diri diri vahşîce insan gömmek budur. Aklı başında bir insan; bu gibi kötü işlerden uzak durmalı, toplumu ıslah için de büyük gayret harcamalıdır.

Cimrilik ve israf her ikisi de kötü huydur. Güzel ahlâk sahipleri bu ikisinden de uzak dururlar. Onların harcamaları ölçülüdür, insanların menfaatinedir. Onlar; hiçbir şeyi boşa harcamaz, kimseyi boş çevirmezler. Nitekim Efendimiz’in ahlâkı böyle idi. O, kendisinden bir şey istenildiği de asla yok demezdi.1

Nimet, ehil insanların elinde bulunduğu zaman insanlara rahmet ve bereket kaynağı olur. İyi bir insanın elinde mal, bir nimettir. Nitekim bir defasında Efendimiz Amr İbn-i Âs’a haber gönderip elbisesini ve silâhını kuşanıp kendisine gelmesini emretmişti. Amr -radıyallâhu anh- da emrin gereğini yerine getirerek yanına geldiğinde Efendimiz abdest alıyordu. Gözünü kaldırdı, sonra aşağı indirdi. Sonra onu cihad için ordunun başında göndermek istediğini, böylece Allah Teâlâ’nın ona ganimet ihsan edeceğini, kendisinin de ona topluca mal vereceğini söyledi. Fakat Hazret-i Amr mala rağbet ederek mal hırsıyla müslüman olmadığını, ancak Allâh’ın Rasûlü ile birlikte olmak için müslüman olup İslâm’a rağbet ettiğini söyledi. Bunun üzerine Efendimiz ona şöyle buyurdu:

“Ey Amr! İyi kimse için hayırlı mal ne güzeldir.”2

Meşrû ve mubah yollardan kazanılan mal, hayırlı maldır. Cihad; farz ve güç bir ibâdet olduğundan sevabı büyük olmakla beraber, savaşta elde edilen ganimet malları da kazançların en temizlerindendir. Bu yoldan kazanılan mallar, hayırlı mallardır. Bu hayırlı mal, iyi kimseler eline geçerse değeri bir kat daha artmış olur. Çünkü iyi kimseler, malı değerlendirerek Allah yolunda harcarlar. Müslümanların yararına kullanır, hayırlı kurumlara sarf ederler. Amr Hazretleri; ashâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden biri olduğu için, onun eline geçecek ganimet malı hayra vesile olacak, kendisine sevap kazandırdığı gibi, insanlara da faydalı olacaktır. Demek ki iyi insan elinde mal; hayır vesilesi, saâdet sebebidir.

Günlük yiyeceği olmayan, başkasına muhtaç olan kimsenin izzeti olmaz. Kendisini onurlu hissedemeyeceği için kişiliği zedelenir. Üstün ahlâka sahip olma şansını kaybeder. Alan elde zillet olacağı için kendini zelil ve değersiz görür. Hâlbuki îman zilleti götürmez. O, ancak izzeti kabul eder. Bunun için kimseye muhtaç olmamak, kendi kendine yeterli olmak gerekir. Bu konuda Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Malı ve canı konusunda güven içinde olan, sağlığı yerinde olduğu hâlde günlük yiyeceği de yanında bulunan kişiye dünyanın bütün nimetleri verilmiş gibidir.”3

Dünyada huzur ve mutluluk içinde yaşayabilmek için bazı şeylere sahip olmak gerekir. Bunlardan ilki mal ve can emniyetidir. Malının çalınıp yağmalanmasından, gasp edilip kaçırılmasından her türlü saldırı ve baskından uzak bir ortamda emniyet ve güven içinde yaşayabilmek, huzurlu bir hayatın temel şartıdır. Mal ve can güvenliği her şeyin başında gelir. Bir toplumda mal ve can emniyeti olmazsa anarşi hüküm sürer, hak ve adalet kavramları yok olur. Zorbalar ve zalimler toplumun başına geçer, onlara belâ olur. Onun için mal ve can emniyeti çok büyük önem taşır. Dünyada düzenin kurulması, huzur ve sükûnun sağlanması için mal ve can emniyetinin sağlanması şarttır.

İkincisi beden sağlığıdır. İnsanın iki önemli görevi vardır ki bunlardan biri kendi nafakasını ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakasını temin etmektir. Diğeri de Allâh’a ibâdet etmek ve O’nun emirlerini yerine getirmektir. Bütün bu görevler ve işler vücut sağlığına bağlıdır. Sağlık olmadan hiç bir iş yapılamaz ve başarı sağlanamaz. Beden, insanın bineğidir. O olmadan bir yere gidilemez, bir iş yerine getirilemez. Bu bakımdan sağlık da büyük önem taşır.

Üçüncüsü günlük yiyeceğe sahip olmaktır. İnsanın kimseye muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını kendisinin karşılayabilmesi büyük bir nimettir. Nâmerde değil, merde bile muhtaç olmamak insan için büyük bir saâdet kaynağıdır. İnsanın dünyada yiyip içeceği gıdaya, giyip dolaşacağı elbiseye, yatıp kalkabileceği eve-barka sahip olması, onun dünyadan nasibini alması demektir. Bunlara bir de beden sağlığı, mal ve can emniyeti eklendi mi artık o kişiye dünyanın bütün imkânları verilmiş gibidir. O insan dünyadan nasibini almış, her imkâna sahip olmuş demektir.

Bütün bu nimetlere bir de güzel ahlâk eklendi mi artık o insan kâmil ve olgun bir mü’mindir. Kendisine faydalı olduğu gibi, çevresine, hattâ bütün insanlığa faydalı olur.

____________________

1 Buhârî, Müfred, s. 97.
2 Ahmed, IV, 197.
3 Buhârî, Müfred, s. 97.