Yeni Avrupa’nın Oluşumunda; HAÇLI SEFERLERİNİN ETKİLERİ

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

IV. Haçlı Seferi’nden sonra Avrupa’dan İslâm dünyasına düşük yoğunluklu dört sefer gerçekleşti. Mısır üzerinden yapılan ve daha çok deniz yolu kullanılarak gerçekleştirilen bu seferler, çeşitli sebepler yüzünden hem başarısızlığa uğradı hem de etkisiz hâle geldi.

1212 yılında Papa Innocentius, yeni bir haçlı seferi çağrısı yaptı ve bu çağrıda geçmiş seferlerin başarısızlıklarını büyüklerin günahlarına bağlayan görüşlere yer verdi. Bu durum, çağrının kapsamına çocukların da girmesine yol açtı. Böylece yaşları on ikiye bile varmamış çocuklardan oluşturulan yeni bir haçlı yolculuğu başlatılmış oldu. İnanılması güç, âdeta akıl tutulması olarak gerçekleşen bu sefer; dramatik bir şekilde noktalanan insanlık dışı bir gelişme olarak hâfızalara kazınmıştı. Nitekim Almanya ve Fransa’dan yola dökülen binlerce çocuk, bâdireli bir yolculuktan ve birçok kayıplar verdikten sonra Akdeniz limanlarına varabilmişti. Üstelik bu talihsiz çocukların Marsilya, Cenova ve Brindisi limanlarından bindikleri gemilerin büyük bir çoğunluğu batmış veya kaybolmuştu. Böylece kör taassubun etkisiyle harekete geçirilen günahsız zavallı çocuklar, güyâ mukaddes gayeler uğruna fedâ edilmişti.

Bu akıl ve insaf dışı yönlendirmenin ardından 1217’de Macar Kralı Andre başkanlığında V. Haçlı Seferi başladı. Ancak bu sefer de Mısır sahillerine yapılan sonuçsuz ve hattâ zararlı bir-iki saldırıdan ileri gidememişti. Nitekim Selâhaddin Eyyûbî’nin kardeşi Melik Âdil, Kahire’ye üç yüz kilometre mesafedeki Dimyat’a ve stratejik konumdaki Akka’ya yüzlerce gemiyle yapılan haçlı saldırılarını başarıyla savuşturmuş ve boşa çıkarmıştı. Sefer, Frenklerin ağır ve kanlı kayıplarından sonra 1221’de haçlıların tamamen dağılmasıyla sonuçlandı.1

VI. Haçlı Seferi kendi açılarından önceki seferlere göre nispeten daha başarılıydı. Çünkü bu dönemde İslâm dünyası, doğudan batıya doğru çığ gibi büyüyen Moğol saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Haçlılar, Alman İmparatoru Frederik önderliğinde deniz yoluyla harekete geçmişler ve Kıbrıs’ı ele geçirdikten sonra Akka’ya varmışlardı. Alman İmparatoru, papa tarafından aforoz edilmiş ve krallığı tartışılır bir konuma düşmüştü. Frederik, papanın desteğinden mahrum, sade bir haçlı olarak bu seferi yürütmekteydi. Haçlılar ve Akka’daki mahallî hıristiyan kumandanlar arasında, tam bir birlik olmayışı çok elverişli şartlara rağmen Frederik’i Kudüs’e askerî bir saldırı yapmaktan alıkoymuştu. Savaşı göze alamayan Alman İmparatoru, Eyyûbî Sultanı Melik Âdil’le mukaddes Kudüs için barış müzakerelerine girişmek zorunda kaldı. Moğol baskısından bunalan müslümanlar, barışa râzı olmuş; Kudüs kentini, Nâsıra ve Beytüllahm kasabalarını, Yafa’ya kadar uzanan bir toprak şeridini ve civardaki bazı kaleleri haçlılara vermeyi kabul etmişlerdi. 1229 yılında yapılan bu on yıllık antlaşmaya göre müslümanlar Kudüs’e serbestçe girebileceklerdi. Ayrıca, Harem-i Şerif ve civarındaki mekânların yönetimi de müslümanlara bırakılmaktaydı.2

Frederik; bu antlaşmadan sonra Kudüs’teki Yeniden Doğuş Kilisesi’nde taç giymiş, ancak gerek papanın gerek diğer kilise ileri gelenlerinin muhalefeti sürdüğünden kendi tacını kendi takmak zorunda kalmıştı.

İmparator, Kudüs’ü barış yoluyla da olsa yeniden ele geçirmesine rağmen, mahallî askerî yöneticilerin ve hıristiyan halkın düşmanlık duygusunun her geçen gün artması üzerine mukaddes kenti terk etmek zorunda kalmıştı. Önce Akka’da bir süre dinlenmiş daha sonra da Avrupa’ya dönmüştü. Ancak imparator, papayla arasını düzeltip aforozdan kurtulduktan sonra doğu ile yeniden ilgilenmeye başladı. Konumunu güçlendirmek için bölgeye yeni askerî kuvvetler sevk etti. Bütün bu ilgiye ve tahkimâta rağmen Kudüs ve civarındaki Lâtin hâkimiyeti, imparatora problem olmaya devam ediyordu. Bölgedeki mahallî askerî liderlerle uyumlu ve güçlü bir idarî yapı bir türlü kurulamıyordu. Nihayet önce Kıbrıs’ta ayrı bir krallık kurularak imparatorun durumu sarsılmış, ardından Akka’da da mahallî yönetimler Frederik’in hâkimiyetinden çıkmayı başarmışlardı.

Hıristiyanlar arasında bu karmaşa yaşanırken Mısır’da da Melik Âdil ölmüş, yerine geçen Melik Sâlih Eyyûb, Haçlılara karşı Hârizmşahlar ve Eyyûbîler’den oluşan birleşik bir askerî güç oluşturmayı başarmıştı. Barış antlaşmasının on yılı doldurmasının ardından harekete geçen Hârizmşahların başını çektiği bir askerî güç, Kudüs’ü tekrar ele geçirmeyi başarmıştı. Böylece müslümanlar yeniden Kudüs’ün mutlak hâkimi olmuş ve 15 yıllık haçlı işgaline de son vermişti.

VII. Haçlı Seferi’ni Fransa Kralı IX. Louis 1248’de başlatmıştı. Papa tarafından desteklenen ve dindar bir kişiliğe sahip olan kral, 50 bin şövalyesi ile önce Kıbrıs’a uğrayıp ardından Akka’daki mahallî hırıstiyan güçlerle beraber Mısır’da karaya çıkmayı başarmıştı. Ancak Eyyûbî kuvvetleriyle giriştiği çatışmalarda yenilmekten kurtulamadığı gibi şövalyeleriyle birlikte esir düşmüştü. Kral Louis; ağır bir fidye ödedikten sonra esâretten ancak kurtulabilmiş, Kudüs kentini uzaktan bile göremeden mağlûp ve umutsuz bir şekilde ülkesi Fransa’ya geri dönmüştü. Haçlılara bu sefer esnasında, yenilgiler tattıran komutanlar arasında bulunan Baybars, kısa bir müddet sonra Mısır ve Suriye’de Eyyûbîlerin devamı olan Memlûk Devleti’nin başına geçti. Sultan Baybars’ın iktidarında doğuda haçlı hâkimiyetindeki alanlar daha da daraltıldı. Hele Antakya kontluğunun müslümanlarca ele geçirilmesi, bölgede haçlı hâkimiyetinin büyük ölçüde çöküşüne yol açtı.

1270 yılında Fransa Kralı IX. Louis Tunus’a karşı yeni bir Haçlı Seferi tertip etmiş fakat, haçlı ordugâhında çıkan vebâ salgını sebebiyle kralın ölümü, ordusunun dağılmasına yol açmıştı. Böylece VIII. Haçlı Seferi de batılılar açısından hayal kırıklığı yaratan sonuçsuz seferlerden biri olmaktan kurtulamamıştı.

Cihanşümul haçlı seferlerini sona erdiren gelişme ise 1289’da Trablus Şam’ın ve nihayet Haçlı Lâtin Krallığı’nın son kalesi Akka’nın Memlûklü komutanlarından Halil tarafından ele geçirilmesiyle yaşanmıştı. Her ne kadar Papa IV. Nicholaus, bu gelişmeye kayıtsız kalmayıp haçlı çağrılarını yinelediyse de etkili olamadı. Artık batılılar kırmızı çizgilerini Balkanlara kadar geri çekmek zorunda kaldılar. I. Dünya Savaşı’na kadar da Filistin ve Orta Doğu’da bir varlık gösteremediler. Zaten İngiltere ve Fransa arasında başlayan Yüz Yıl Savaşları da müslümanların karşı atakları Osmanlılar eliyle Balkanlarda başlatmalarına yol açtı.

SEFERLERİN ARDINDAN AVRUPA’DA YAŞANAN DEĞİŞİM

1097-1270 yılları arasındaki yüz yetmiş beş senelik zaman dilimi içinde, ağızlarından köpükler saçarak saldıran vahşî insan dalgaları Frengistan’dan kopup gelerek doğuda parçalanmışlardır.3

Her şeyden önce doğu hıristiyanlarına yardım edilemediği gibi, işgal edilen bölgelerde de yerli hıristiyan halka çok kötü davranılmış; İslâm idarelerinde halka gösterilen hoşgörü ve adâlet, yerini baskı ve zulme terk etmişti. Nihayet ağırlaştırılmış vergiler yanında bir de Katolik kilisesinin dînî dayatmaları, kitlelerde yeni bir huzursuzluk ve nefret doğurmuştu. Seferler sırasında haçlıların İslâm dünyasını tahrip etmeleri, talan ve katliamları; müslüman halkta kin ve nefreti artırmış, keskinleşen bu ayrışmadan kadîm medeniyetlerin temsilcileri ve İslâm devletlerinin sâdık tebaaları yerli hıristiyan halk da zarar görmüştür.

Esasen haçlı seferlerinden en fazla zarar gören ülke, Bizans olmuştu. Sefer güzergâhında sık sık İstanbul’a uğramaları, çapulcuları andıran tavırlarla bu büyük medeniyet merkezini talan etmeleri, Bizans topraklarında yağmalamayı sürdürmeleri ve nihayet IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’u resmen işgal ederek Bizans devletine son vermeleri bu devlet açısından ağır bir darbeyi teşkil etmişti. Nitekim Bizans, zamanla yeniden toparlanmaya çalıştıysa da eski gücünden bir hayli uzaklaşmış ve topraklarını koruyamaz hâle gelmişti. Bu durum Türklerin batı yönünde Balkanlara kadar uzanabilmesine zemin hazırlamıştı.

Türkler ve İslâm dünyası açısından bu saldırıların başlangıçta sarsıcı etkileri olmuşsa da bu saldırılar, zamanla toparlanmalarına hıristiyanlara karşı birleşmelerine yol açtığı gibi Anadolu’da köklü bir şekilde var olmalarının da zeminini oluşturmuştu.

Bu seferlerin en büyük etkisi Batı Avrupa’da olmuştu. Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden kitleler hâlinde on binlerce insanın yollara dökülmesi ve bu seferlerden geri gelemeyişi, Avrupa siyasî yapısında köklü değişikliklere yol açmıştı. Seferlere katılan derebeyleri ve şövalyeler, bulundukları ülkelerde huzursuzluk kaynağı oluyorlardı. Âdeta Avrupa başkentleri bu seferlerin sonunda siyasî safralarından kurtulmuş oldular. Merkezî otoriteleri daha fazla güçlenerek geleceğin büyük devletlerinin temellerini atmış oldular.

Seferlerin katalizörü konumundaki Papalık, başlangıçta inisiyatif alarak prestij kazandıysa da seferlerin kötü âkıbetleri ve yüz binleri aşan kayıplara rağmen belli bir başarının yakalanamaması sebepleriyle güvenilirliğini kaybetti ve otoritesi sarsıldı. Bu durum daha sonra Avrupa Katolik kilise düzeni ve hiyerarşisine tehlikeli bir isyanı oluşturan reform hareketlerine yol açtı. Ayrıca seferler ve nüfusla orantısız oluşturulma yarışına girişilen büyük kilise inşaatları bahanesiyle halktan alınan vergiler, kiliseyle halkın arasının açılmasını hızlandırmıştı. Sadece İtalya’nın Oviette kasabasında inşasına başlanan katedral, tüm kasaba halkını içine alabilecek ihtişam ve büyüklükteydi.

Bu seferler, iki medeniyetin birbirlerini daha yakından tanımalarına yol açmıştı. Haçlılar, İslâm dünyasından matbaa, kâğıt ve pusulayı Avrupa’ya götürdüler ve bu durum batıda birçok temel değişimin yaşanmasına yol açtı. Ayrıca İslâm dünyasından gemi yapım tekniğinin öğrenilmesiyle Avrupa’da açık denizlere cesaretle açılacak büyük gemilerin yapımı başladı.

Haçlı Seferlerini ve doğuyu anlatan birçok eser, şarkın medeniyet birikimlerinin tanınmasına yol açtı. Bu durum uyuyan Avrupa’nın uyanmasına, kabına sığmayarak yeni yerleri keşfetmesine, bilim ve sanatta büyük inkişaf içine girmelerine yol açtı. Ancak bilim tarihçisi Fuat SEZGİN’in de belirttiği gibi batılıların kaynak göstermemeleri sebebiyle başta tıp, coğrafya ve astronomi alanında meydana getirilen büyük gelişmelerin ayrıntılı analizleri sağlıklı yapılamamaktadır. Bu konu hâlen bilim tarihi açısından ilim dünyasını fazlasıyla meşgul etmektedir.

Haçlılar şeker kamışını ilk defa Filistin’de görüp tanıdılar. Kısa zamanda şeker kamışı yetiştirmesini ve öz suyunu çıkarmasını öğrendiler. XII. yüzyıldan itibaren Suriye’den gelen şeker ve çeşitli meyveler batı sofralarını süsledi.4

Haçlılar birçok şifalı bitki ve baharat çeşidini doğudan batıya taşıdıkları gibi ipek halılar, porselen, çanak, çömlek, cam ve camdan eşyalar Avrupalıların evlerinin modern tefrişini oluşturmuştu.

Akdeniz limanlarında İtalyan denizciler sadece haçlıları doğuya taşımakla kalmadılar, geniş bir deniz ticaretinin de temellerini güçlendirdiler. Akdeniz ticaretinin canlanması, bankacılığın gelişmesine, liman kentlerinde yaşayan halkın büyük zenginliklere ulaşmasına yol açmıştı. Bu durum İtalya şehir devletlerinde yaşayan Rönesans sanatçılarının desteklenmesine, eserlerine gereken önemin verilmesine yol açtı.

Haçlı Seferleri medeniyetlerin birbirlerini daha yakından tanımalarına yol açtığı gibi Türklere ve müslümanlara cevap hakkını doğurmuştur. Nitekim yaklaşık dört yüzyıl boyunca Osmanlılar, Balkanlar ve Orta Avrupa’da sayısız seferlerle hilâlin haça karşı mücadelesi için etkin bir rol üstlenmişti. Bu rekabet günümüze kadar uzanmaktadır. Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin alınmak istenmemesi ve Avrupa’da artan İslâmafobi tutum ve davranışlar, Haçlı rûhunun batılıların sînelerine işlemiş bir refleksini ifade etmektedir. Geçen yüzyıllar ve yaşanan acı tecrübeler bu rekabetin süreceğine işaret etmektedir.

__________

1 H. A. Nomiku Haçlı Seferleri, s. 59, İletişim Yayınları.

2 TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 14, s. 540.

3 H. A. Nomiku Haçlı Seferleri, s. 67.

4 TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 14, s. 544.