RABBİMİN RAHMETİNİ İSTİYORUM!

Handenur YÜKSEL

İslâmiyet’le şereflenen müslümanların altıncısı ve Kûfe Fıkıh Mektebi’nin kurucusu olan Abdullah bin Mes‘ud (İbn-i Mes‘ud), Mekke’de doğdu. Müslüman olduktan sonra azılı din düşmanlarından Ukbe bin Ebû Muayt’ın yanından ayrılarak kendini dîne ve Peygamberimiz’in hizmetine adadı. Hazret-i Peygamber’den sonra Kâbe’de açıktan Kur’ân okuyan ilk sahâbe olan İbn-i Mes‘ud, Medine’ye ilk hicret edenlerin arasında yer aldı.

İbn-i Mes‘ud, Bedir Savaşı sırasında yaralı olarak bulduğu Ebû Cehil’i öldürmüştü. Hazret-i Peygamber, «Ümmetin Firavunu» diye vasıflandırdığı bu kâfirin öldürülmesinden dolayı Allâh’a şükretmiş, İbn-i Mes‘ud’u övmüş ve Ebû Cehil’in kılıcını ona vermişti. Gerek ilk dönemde, müslümanlığı kabul edişi, gerekse Hazret-i Peygamber’le olan yakın münasebeti sebebiyle kendisinden birçok hadis rivâyet etmişti. 652 yılında Medine’de vefat etti.

***

Bir gün İbn-i Mes‘ud Hazretleri hastalanmıştı. Hazret-i Osman ziyaretine gelerek kendisine şöyle sordu:

“–Şikâyetiniz nedendir, yâ İbn-i Mes‘ud?”

“–Şikâyetim günahımdandır, yâ Osman!”

“–Canınız ne istiyorsa söyleyin, temin edeyim?”

“–Rabbimin rahmetini istiyorum!”

“–Hekim göndereyim mi?”

“–Beni hasta eden zaten hekimlerdir!”

“–Size para göndereyim.”

“–Benim para ile işim yoktur!”

“–Çoluk çocuğunuza lâzım olur.”

“–Ben onlara «Vâkıa Sûresi»ni okumalarını tembih ettim. Onu okudukları müddetçe fakr u zarûrete düşmezler. Zira Rasûlullah’tan işitmiştim ki;

«Her gece Vâkıa Sûresi’ni okuyan kimselere, fakr u zarûret isabet etmez.»”

Bu konuşmanın sonunda, söyleyecek söz bulamayan Hazret-i Osman, İbn-i Mes‘ud’dan duâ talebinde bulunarak evinden ayrıldı.

ÜSTAD OLAN AHMED PAŞA’DIR!

Dîvan şiirinin temelini atan büyük şairlerden Necâtî, Fatih’in ilk saltanat yıllarında Edirne’de doğdu. Asıl adı İsa’dır. «Necâtî» mahlâsıyla yazdığı şiirlerle ününü duyurdu. Şiirleri Fatih’in dikkatini çekince İstanbul’a geldi, Dîvan kâtipliğiyle görevlendirildi. Necâtî Bey, ününü II. Bâyezid döneminde de sürdürdü. Önce Şehzade Abdullâh’ın Dîvan Kâtibi olarak Karaman’a, onun vefatından sonra nişancılık göreviyle Şehzade Mahmud’un yanına Manisa’ya tayin edildi. Sonraki yıllarda Necâtî Bey diye anılan şair Necâtî, şehzadenin ölümünden sonra İstanbul’a gelerek Vefa semtine yerleşti. Evinde ilim ve sohbet meclisleri düzenleyerek hayatını sürdüren Necâtî Bey, 17 Mart 1509’da vefat etti. Şairin kabri, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın ortasında, yeniden ihya edilen Hızır Bey hazîresindedir. Kaynaklar altı adet eseri olduğunu söylüyorsa da yalnızca Dîvân’ı elimize ulaşmıştır.

Günlerin şiir ve edebiyatla dolu geçtiği, şair ve ediplerin toplandıkça şiirden söz ettikleri, bediî zevkin ince ruhlu insanlara keyif verdiği dönemlerdi. Bir irfan meclisinde pek çok kıymetli dost, şiir ve edebiyat sohbeti yapıyordu. Mecliste bir ara, önce Fatih’in veziri Ahmed Paşa’dan, ardından şair Necâtî’den bir beyit okundu. Dinleyenler iki gruba ayrılmıştı. Kimileri Ahmed Paşa’nın, kimileri Necâtî’nin beytinin daha güzel olduğunu ileriye sürüyor; bazıları birinin, diğer kısmı ötekinin daha üstad olduğunu söylüyordu. Tevâfuk bu ya; o sırada kapı çalınmış, Necâtî Bey çıkagelmiş ve bu şiir meclisine dâhil olmuştu. Hâzirûn ona şöyle sordu:

“Hangi beyit güzel ve hanginiz daha üstünsünüz?”

Necâtî, insaf sahibi olduğu kadar da mütevâzıydı. Bu hâl içinde zihninde, birden şu beyit canlandı:

Necâtî’nin dirisinden ölüsü Ahmed’in yeğdir,
Ki Îsâ, göklere ağsa yine dem urur Ahmed’den1

Ne kadar zarif ve ince bir davranış değil mi?2

MURÂDIM LATÎFEYDİ!

Hükümdarlığının yanı sıra, Türk sanat tarihinde de itibarlı bir yeri bulunan Sultan III. Selim, III. Mustafa’nın ilk çocuğu olarak 1761’de doğdu. Annesi Vâlide Mihrişah Sultan’dır. Sultan I. Abdülhamid’in vefatı üzerine 1789 yılında Osmanlı tahtına geçtiğinde 28 yaşındaydı. Devletini ve halkını seven bir padişah olan Sultan III. Selim, Osmanlı Devleti’ni yeniden canlandırmak için tedbirler düşünüyor, bunları hayata geçirmek için büyük çaba sarf ediyordu. Fakat menfaatlerini Osmanlı’nın yıkılmasında gören batılı devletler, sinsi plânlarla destekledikleri yenilik düşmanlarını kışkırtarak, bu vatansever padişahı tahttan indirdiler. 14 ay haremde hapis hayatı yaşamaya zorlanan talihsiz padişah, 28 Temmuz 1808’da hapsedildiği dairesinde alçakça öldürüldü.

III. Selim döneminin ünlü hayalcisi Kasımpaşalı Hâfız Bey, bir gece hayal perdesini sultanın huzurunda açtı. Oyun, Karagöz’ün ağalığıydı. Hacivat birtakım köleler ve cariyeler satın alarak, Karagöz Ağa’nın konağına getirdi. O sırada Ağa, Selim adındaki kölelerden birine yüksek sesle seslendi:

“–Selim!”

Sultan, latîfe olsun diye cevap verdi:

“–Buyurun!”

Bunun üzerine Hacivat, Karagöz’ün karşısına geldi ve;

“–Ey Karagöz, huzûr-ı şâhânede öyle bir sürç-i lisan ettin ki, hiçbir zaman affı kābil değil. Şevketli Efendimiz, sana haccı ruhsat buyurdular. Artık tövbekâr olup hacca gideceksin.” diyerek, perdenin arkasındaki mumu «püf» diye söndürüverdi.

Sultan III. Selim telâşla;

“–Hâfız! Vallâhi gücenmedim, muradım latîfe idi; kesme, oyuna devam eyle.” diyerek, seslendiyse de Hâfız;

“–Efendimiz, Cenâb-ı Hak, ömr-i şevketinizi artırsın. Lutfedip, kusurumu af buyurdunuz. Lâkin sanatım itibarıyla bu hata benden çıkmamalıydı… Ama mademki çıktı, artık meziyetim kalmadı.” diyerek, sanatını terk edip hacca gitti.

Böylesine duygulu ve ince ruhlu sanatkârlar, şimdi de bulunur mu dersiniz?

HÂTIRAT SATMAYA KALKTI, DERLER!

Yıl 1935’tir… Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa’nın vefatının üzerinden tam 35 yıl geçmiştir… Aslan TUFAN adlı bir muhabir, paşanın eşi Zâtıgül Hanım’ın kapısını çalar… Kapıyı açan evin kalfası, muhabiri içeriye buyur eder. Plevne kahramanının eşi, Osman Paşa’nın esir düştüğü haberi gelince kederinden hastalandığından, kulakları o vakitten beri ağır işitir olmuştur… Kalfa, ona sesini ancak bağırarak duyurabilir, gazeteciyle olan konuşmalarına yardımcı olur… Gazete muhabiri, Zâtıgül Hanım’dan eşiyle ilgili bir röportaj istemektedir. Zâtıgül Hanım, yıllardır kimseyle konuşmamakta, kocasıyla ilgili röportaj isteyenlere olumlu cevap vermemektedir. Muhabir bütün ısrarları cevapsız bırakılınca, kendisine neden konuşmadığını sorar. Hanım, Gazi’ye yakışır bir cevap verir:

“Dünya hâli bu, belki;

«Parasız kaldı da eşinin hâtırâtını satmaya kalktı.» derler diye çekiniyorum.”

Hâtırat satmak ayıp mı? Satan satana!

Ama Gazi Osman Paşa’nın hanımı oldunuz mu, ayıptır elbet…

_________________

1 Hazret-i İsa çarmıha gerilmek istenince, Allah Teâlâ onu dördüncü kat göğe yükseltmiş ve Peygamberimiz’in şeriatıyla amel etmek ve âhirzamanda İslâm’ı yaymak üzere vâde vermiştir. Şairin yukarıdaki beyitte anlatmak isteği şudur:

Necâtî’nin asıl adı İsa, Peygamberimiz’in bir adı da Ahmed’dir. Şair demek ister ki;

“Hazret-i İsa’nın göğe çıkınca Hazret-i Peygamber’den söz etmesi gibi, ben de şiirimle göğe çıksam, yine de Ahmed Paşa’nın üstadlığını anlatırım.”

2 İskender PALA, Müstesna Güzeller, İstanbul, 1995, s. 258-259.