EMPATİK OL; MUTLU OL!

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

ABD’de 1970’li yıllarda okullarda disiplinin kaldırılması yönünde bazı değişiklikler yapıldı. İlk olarak Kaliforniya’da başlatılan, «açık sınıf uygulaması» adı verilen bu eğitimin yapıldığı okullarda her şey serbest bırakıldı. Çocuklara; «Önemli olan sadece sizsiniz; sizin mutluluğunuz, zevkiniz her şeyden önemlidir!» mesajını veren bu özgürlük uygulaması sonucunda çocuklar her tür insanî değerden uzaklaştılar, egoları kabarıp bencilleştiler. Bu sistem, sonuç olarak öğretmene saygıyı da ortadan kaldırınca; çok yüksek rakamlarda maaş teklif etmelerine rağmen bu okullara öğretmen bulamaz oldular.

Son yıllarda popüler psikolojinin «Kaliforniya Sendromu» tanımlamasını da duymuşsunuzdur. Hastalıktan çok, hayat tarzı-hastalık ilişkisini vurgulamak için üretilmiş bir kavramdır. Bu sendromu; hedonizm yani zevkçiliğin hayatın amacı olması, egosantrizm yani bencilliğin ilişki biçimi olması, zamanla yalnızlaşma ve mutsuzluğun hayat tarzı hâline gelmesine sebep olması olarak tanımlayabiliriz. Bu sendrom; zevke düşkünlük, benmerkezcilik ve bunların sonucu olarak yalnızlığın doruk noktada yaşandığı Kaliforniya’da en çok görüldüğü için bu adı almıştır.

Son yıllarda ülkemizde de hayat standardının çok yüksek olduğu Etiler ve Bağdat Caddesi gibi büyük şehirlerin lüks semtlerinde de görülmeye başlanan bu hayat tarzının ülkemiz insanında kök salmayacağını umuyoruz. Lâkin, özellikle 1990 sonrası kuşakların yetiştiriliş tarzları; üzerlerine titrenip, her şeyin onlar için yapılması sonucu; bencil, her türlü imkâna sahip fakat her türlü sorumluluktan uzak, aynı zamanda da soyut/mücerred bir gayeden mahrum olarak yetiştirilmeleri Kaliforniya Sendromlu insanların sayısını her geçen gün artırmaktadır. Uyuşturucu, cinayet ve türlü sapıklıkların ekranlara yansıyandan çok daha fazla olduğunu tahmin etmek güç değildir!

Ne mi yapmak gerekir?

Hiç gerek olmadığını bile bile, yine batı uygulamalarından örnek verelim. Zira hem artık bazı çevrelere inandırıcı olmak batı kaynaklı olmaktan geçiyor, hem de onların yaşadığı tecrübelerden istifade etmek gerekiyor!

Batı; gençlerini sınırsız zevk, eğlence, cinsî sefâhet, uyuşturucu gibi her türlü pisliğin pençesinden kurtarmak için artık yeni projeler geliştirmeye başlamıştır. Avrupa ve Amerika’da pek çok okul, «toplum hizmeti çalışmaları»nı mezuniyet kriterlerinden biri olarak ele almaktadır. Öğrenciler buralarda; evsizlerin ev sahibi olmaları için çalışmalar yapmaktan, kendi akran gruplarına yardım etmeye kadar pek çok çalışmada aktif olarak rol almaktadırlar. Özellikle akran destek çalışmaları, akran danışmanlığı, akran öğretmenliği ya da akran arabuluculuğu gibi çalışmalar, okul iklimine pozitif etkileri açısından çok popüler çalışmalar arasında sayılmaktadır. (Mitchell, 1998)

«Rastgele İyilik Projeleri» kapsamında ABD’de öğrenciler; mezun olmadan önce hiç tanımadığı birine, hastalara, sakatlara, yaşlılara iyilik yapmaya teşvik edilmektedir. 6-8 hafta süren hizmetin sonunda öğrencilere diplomaları verilmektedir.

Yine ABD’de çok popüler olan, özellikle de üstün zekâlı çocukların eğitiminde çok sık uygulanan bir başka program ise, «mentor-öğrenci» programlarıdır. Burada öğrenci, bir yetişkin ile otorite münasebeti olmaksızın birlikte çalışarak, onun birikimlerinden öğrenme tecrübesini yaşamaktadır.

Benmerkezciliğin, zevk odaklı olmanın ve bunların sonucunda da yalnızlaşmanın ve mutsuzlaşmanın önüne geçmek için yapılan bu uygulamalar batı gençliğinde körelmeye yüz tutmuş empati duygusunu, yani başkalarının hâlini anlayarak iyilik yapma, sadece egosu için yaşamama erdemini canlandırmak için yapılıyor. Artık onların 70’li yıllardan bu yana tecrübe ederek öğrendikleri gerçekler var. «Ânı yaşa, daha çok iste, daha fazla kazan, mutlu et kendini, özgür ol!» gibi sloganların gerçekten mutluluk getirmediğini öğrendiler. Umarız her şeyi tecrübe ederek öğrenen değil, başkalarının tecrübelerinden ders çıkaran gözü açıklardan oluruz!

Tüm bunlar şu dünyada herkesin mutluluğu aradığını göstermiyor mu? Daha çok kazanmak, daha çok harcamak, daha çok yemek, daha çok zevk peşinde koşmak, daha çok özgür olmayı istemek hep çok uzakmış gibi görünen mutluluğu, huzuru bulmak için. Oysa gerçek mutluluk, günümüz insanının aradığı şeylerde değil. Tüm bunlar sigaranın, uyuşturucunun verdiği türden mutluluklar; geçici… Evet, insanoğlu çok yediğinde, harcadığında, sigarayı yaktığında beyninde mutluluk hormonları salgılanıyor. Fakat bu tür faaliyetler bittiğinde mutluluk da bitiyor.

Son yıllarda yapılan ilmî çalışmalarda başkaları için iyilik yapan insanların beyinlerinin MR görüntülerinde de mutluluk hormonları olan serotonin ve endorfin hormonlarının salgılandığı tespit edildi! Yemek, içmek, karşı cinsle beraberlik, para harcamak, eğlenmek türünden mutluluklar insanın nefsini beslerken; karşılıksız iyilik yapmak insan rûhunu beslediği için, insan üzerindeki etkisi tıpkı ruh gibi sonsuz oluyor. Tıpkı rûhumuzu besleyen diğer güzellikler gibi.

İçimizde iyilik yapma arzusunu bulmak ise aslında çok da zor değildir. Zira «fıtratı bozulmamış her insan»da bu arzu vardır.

1976 yılında, Seattle Özel Olimpiyatları’nda, tümü fizik ve zihin özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti verilince, hepsi birlikte başladılar, bir hamlede başlamadılar belki, ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz içlerinden bir genç, tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi, delikanlının ağlamasını duydular. Yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler, geriye döndüler ve oğlanın yanına geldiler. İçlerinden Down Sendromlu bir kız eğilip oğlanı öptü ve;

“Bu, onun daha iyi olmasını sağlar.” dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca onları alkışladı.

Ne dersiniz fıtratı bozulmamış bir nesil yetiştirebilir miyiz? Bir dahaki sayıda çocuklarda empati geliştirmek için neler yapmalıyız konusunda buluşmak dileğiyle…