EVLÂTLARIMIZ KİME EMÂNET?
İrfan ÖZTÜRK
Allah dostlarından Ebûbekir Varrak Hazretleri’nin henüz beş-altı yaşlarında bir oğlu vardı. Onu Kur’ân okuması için hocaya gönderirdi. Bir gün çocukcağız eve ağlayarak geldi. Babası şefkatle sordu:
“–Oğlum sen niye ağlıyorsun? Ne oldu sana? Yoksa bir döven mi oldu?”
Evlâdı yaşından beklenmeyecek şu cevabı verdi:
“–Hayır babacığım, hiçbiri değil. Bugün derste bir âyet okuduk. Hâlâ o âyetin dehşeti ve tesiri altındayım.”
“–Hangi âyet o evlâdım?”
Çocuk, Müzzemmil Sûresi 17. âyet-i kerîmesini okudu. Ardından yatağa düştü ve Hakk’ın rahmetine kavuştu. Çocuğu böylesine derinden etkileyen âyet-i kerîmenin meâli şöyledir:
“Peki inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?”
Henüz bâliğ bile olmamış bir çocuktaki şu Allah korkusuna, şu âhiret endişesine bakıp hayran olmamak mümkün mü? Onu böyle bir kıvamda, tertemiz fıtratta dünyaya getirip yetiştiren ve her türlü bozucu tesirden koruyan aile ocağını ve eğitim ortamını da unutmamalı…
Bugün de Allah korkusu ve âhiret endişesiyle gözyaşı döken, hayatı takvâ ile yaşayan nesiller yetişmesine gayret etmeli…
Bu müstesnâ çocuğun babası Ebûbekir Varrak Hazretleri; senelerden beri Hızır -aleyhisselâm-’ı görmenin, onunla sohbet etmenin hasreti içinde yanan birisiydi. İbâdete düşkünlüğü o derecedeydi ki, her gece iki bin rekât namaz kıldığı kitaplarda rivâyet ediliyor.
Gecede iki bin rekât… Şaşırmamak, imkânsız görmemek lâzım… Allah dilerse kuluna lutfeder…
Ebûbekir Varrak Hazretleri, çocuğunu gözyaşları içinde defnetti ve ondan sonra her gün onun mezarını ziyaret etmeyi kendine vird edindi. Kabir ziyareti, ölümü tefekkür etmenin en tesirli yollarından biri olduğu için sünnettir. Hele böyle âhiret endişesiyle can vermiş evlâdının kabrini ziyaret etmek, ne güzel bir vefâ eseridir. Hazret; her gün gider, ziyaret edip dönerdi. Vaktini hep hayırlı amellerle doldurduğu için; yolda da giderken bir cüz, dönerken bir cüz Kur’ân-ı Kerim okurdu.
Evlâdının kabri başında gözlerinden yaşlar süzülerek şöyle seslenirdi:
“Oğlum sen daha sabî olmana rağmen Kur’ân’ın bir âyetinin dehşetiyle mezara girdin. Senin baban Kur’ân’ı defalarca hatmediyor da taş gibi yüreği yumuşamıyor oğlum!”
Bir gün yine mutadı üzere evinden çıkmış, kabristana doğru giderken yolda birisine rastladı.
“–Selâmün aleyküm.”
“–Aleyküm selâm, nereye gidiyorsunuz?”
“–Benim çocuğum vefat etti, o gün bu gündür hep böyle ziyaret ederim.”
“–Ben de gelsem olur mu?”
“–Tabiî ki.” diyor beraber gidiyorlar, ziyareti yapıp dönüyorlar.
Ebûbekir Varrak’ın evine kadar beraberinde gelen o kişi, tam kapıdan girecekleri sırada diyor ki:
“Ey Ebûbekir Varrak, senelerden beri görmeyi arzu ettiğin Hızır benim. Murâdına nâil oldun, ama şu nükteye dikkat et. Hızır -aleyhisselâm- ile arkadaşlık yapmak bile seni bu gün iki cüz Kur’ân okumaktan alıkoydu. Hızır ile arkadaşlık yapmak insana bu kadar zarar verirse, ya zalim biriyle arkadaşlık yapanın hâli ne olur?”
Kıssalar hisse için…
Elbette, Hızır -aleyhisselâm- gibi mâneviyat zirvelerinin sohbetinde bulunmak, yalnız başına Kur’ân tilâvetinde bulunmaktan daha fazla feyiz ve rûhâniyete vesile olur. Ancak, kıssadan alınacak hisse, insanlara karışmanın, arkadaşlıkların, beraberliklerin insanları neler ve nelerden alıkoyduğunu ifade etmek ve bu tesirlere dikkat çekmektir.
Ebûbekir Varrak Hazretleri’nin çocuğundan da, kendisine Hazret-i Hızır’ın verdiği bu mesajdan da alacağımız büyük bir ders vardır:
Ey akıl sahipleri ibret alın.
Çocuklarımızı kimlere emânet ediyoruz?
Onları teslim ettiğimiz eller, kafalar, vicdanlar ne durumda?
Onları; nasıl dillerin sohbetine, nasıl gönüllerin muhabbetine terk ediyoruz?
Onları geleceğe hazırlayacak, her gün yüzlerce telkinle beyinlerini ve gönüllerini yıkayacak kimseler sâlih kişiler mi, liyâkatli kişiler mi?
Çocuklarımızı sâlih kişilerin yetiştiği yuvalara teslim edelim. Çocuklarımızı kendi nefislerine dahî zulmeden zalimlerin eline teslim etmeyelim.
Onların gelecekleri hakkındaki hayallerimiz nedir?
Onlar hâfız olsun, âlim olsun, ârif olsun, kâmil olsun, her ne meslek yaparsa yapsın helâlinden kazanan ve kazancıyla da hizmetiyle de bir vakıf insanı olsun mu istiyoruz?
Yoksa bütün derdimiz, doktor olsun, mühendis olsun, daha çok kazansın, daha müreffeh yaşasın, dünyevî olarak daha fazla yükselsin midir?
Düşünmeli…
Bütün dünya senin olsa, çocuğunun olsa ne olacak? Eteğindeki taşı silken bir insan gibi hepsini bırakıp gideceksin. O bakımdan dikkat etmeli. Çocuklarımızın; Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı, dolu dolu birer insan olarak yetişmesi için, onların nerede, nasıl ve kimlerin elinde eğitileceğine dikkat etmemiz lâzım.
Hoca nasıl olur, talebe nasıl olur, gelin bir kıssa ile sözümüzü bitirelim:
“Sabah gel, seni imtihan edeceğim.” diyor hocası. “Bir tek soru soracağım cevap verebiliyorsan icâzetini vereceğim, veremezsen icâzet yok…”
Sabah geliyor talebe…
Soru şu:
“Rahman Sûresi’nde Cenâb-ı Hak;
«Külle yevmin hüve fî şe’n: Allah her gün bir iştedir.» buyuruyor. Söyle bakalım, Cenâb-ı Hakk’ın her gün yaptığı bu iş nedir?”
Delikanlı bir kaç gün müsaade istiyor, arıyor-tarıyor, bulamıyor. En sonunda artık acziyetini anlıyor, büyüklerin himmeti olmazsa mağlûp olduğunu idrak ediyor.
«Medet yâ Rasûlâllah!» deyip istihâreye yatıyor. Öyle bir iştiyak ve dehâlet ile ilticâ etmiş ki, istihârede Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz teşrif ediyor;
“–Evlâdım, niye böyle üzgünsün?” diye sual buyuruyor.
Genç, edeple cevap veriyor:
“–Yâ Rasûlâllah, hocam bir soru sordu, cevabını bulamadım. Yarın son günüm, icâzetimi alamayacağım, onun için üzgünüm.”
Allah Rasûlü delikanlıya şöyle cevap veriyor:
“–Oğlum hocana söyle, Allah her an mü’min ve muvahhidlerin derecesini yükseltiyor; zalimlerin, kâfirlerin, fâsıkların da her an derecesini alçaltıyor. Yaptığı iş budur.”
Talebe sabah namazına sevinç içinde kalkıyor. Doğru, hocasının arkasında namaza koşuyor. Namazdan sonra hocasına cevabı aktarıyor. Cevabı dinleyen hocası, talebesinin sırtını şöyle bir sıvazlıyor ve;
“Âferin oğlum, bunu sana öğretene benden selâm söyle!” diyor.
İşte talebesinin rüyasına bile vâkıf olan kendi de vakıf olan hocalara teslim edelim evlâtlarımızı da insân-ı kâmil olsunlar.
Îmanlı kişilerin elinde yetişen evlât mü’min olur, muvahhid olur, muzaffer olur, fatih olur, hizmet eri olur.
Ayyaşın, sarhoşun, ateistin, gafilin elinde yetişen de -Allah korusun- onların hâline meyleder.
Allah, Kur’ân-ı Kerîm’in nûruyla gönlümüzü fetheylesin… Her âyetten hakkıyla hislenmemizi ve hisseler alabilmemizi nasip eylesin. Çocuklarımızı da emin, temiz, îmanlı ellerde yetiştirmeyi müyesser kılsın. Âmîn…