DİL İLE BARIŞIK OLMAK

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Verdiği eserlerle edebiyatın zirvelerine ulaşmayı başarmış olan Yahya Kemal; ana dilimize olan sevgisini ve bağlılığını;

Bu dil, ağzımda annemin sütüdür.

mısraı ile ifade eder.

“Yahya Kemal, Türkçeyi millî bir unsur olarak şu ilkelerle değerlendirmektedir:

1. Şiirde, yaşayan Türkçeye girmemiş hiçbir Arap, Acem ve Frenk kelimesini kullanmamak;

2. Yaşayan Türkçeye girmiş Arap, Acem ve Frenk kelimelerini, onlara Türklerin verdiği ses ve mânâ içinde Türkçe addetmek;

3. Nahivde (dil bilgisi) Türk milletinin cümleye verdiği mimarîye şiddetle sâdık kalmak.” Yahya Kemal’in eserlerini taçlandırdığı İstanbul Türkçesi, Gaspıralı İsmail Bey’in Türk âlemi için teklif ettiği ve hayatını adadığı; «Dilde, fikirde, işte birlik»in de bir unsurudur.

Dilin, insan toplulukları arasındaki birleştirici husûsiyeti dolayısıyladır ki; Sovyetler Birliği devresinde, Türk toplulukları birbirlerinden, lehçelerindeki farklılıklar ustalıkla derinleştirilerek ve her birine ayrı etnik kimlikler benimsetilerek koparılmışlardır. Bu cümleden olarak; dilimizde yapılan yozlaştırmaların da, bu «âlem»le olan bağlarımıza darbe vuracağı tabiîdir. Nitekim geçmişteki çeşitli ziyaretlerde, zaman zaman bu husus bir şikâyet olarak da dile getirilmiştir. Bunlardan birisini, Abdi İPEKÇİ, «Dünyanın Dört Bucağından» adlı kitabında şöyle anlatıyor:

“Prezidyum Başkanı İskenderov’un yemeğinde Azerbaycan Tarım Bakanı şöyle demiş:

«Dili berbat ettiniz. Her Allâh’ın günü yeni bir kelime icat ediyorsunuz. Ben eskiden Türkiye’den gelen bir gazeteyi okuyup anlardım; şimdi hiçbir şey anlamıyorum.»

Nihat Sami de, İngiliz Türkolog Doç. Margareth BAINBRIDGE’nin şu endişelerini naklediyor:

“Bu gidişin sonu ne olacak? Sizin büyük tarihî eser olan güzel diliniz böylece ziyan olup gidecek mi? Türkçenin, eski ve büyük şairlerinizin elinde neler söylemeye muktedir bir lisan olduğunu biliyorum. Bugünkü diliniz ise artık tamamıyla uydurma ve güzel olmayan bir dil. Ne sesi, ne üslûbu kalmış, ziyan olmuş bir lisan. Kemâlini bulmuş Türkçeye nasıl kıyıyorsunuz?”2

Türk Dil Kurumundan beklenen, Türkçeyi yanlış müdahalelerden korumak ve geliştirmekti. Ancak ne yazık ki; daha önceleri, bizâtihî bu müessesenin bahis mevzûu menfîliklerin kaynağı olduğu hatırlanacaktır.

“Aslında «millî» sözlüğü hazırlama görevi TDK’ya düşerdi. Ancak belli bir tarihten sonra nedense ırkçı bir tutumu benimseyen bu kurum, Türkçenin olağanüstü zenginliklerini ortaya çıkarmak yerine, söz varlığını sürekli budayıp kelimeler uydurarak bizi «Esperanto» gibi tarihsiz, derinliksiz, fakir ve kısır bir Türkçeye mahkûm etmiştir. TDK bu ayıptan (yakın zamanlarda) kurtulmuştur.”3

“Her edebî eser, «dil ile örülmüş bir mimarî»dir. Bu sebeple; şiir olsun, çeşitli türlerde yazılmış nesir olsun, dili sanatçısı tarafından iyi seçilmiş ve başarılı kullanılmışsa, o eser bir dil «âbidesi»dir. Aksine dil malzemesi isabetle seçilmemiş ve yerli yerinde kullanılmamışsa, o zaman meydana getirilen artık bir mimarî eser değil, bir «taş yığını»dır”4

Türkiye’nin; maalesef, dünya üzerinde en az kitap okunan ülkelerden biri olduğu, her zaman ifade edilen bir husustur. Yıllar yılı çeşitli mihraklarca başına örülen çoraplarla meşgul edilen ve bu sebeple bir türlü içtimâî huzura kavuşamamış cemiyetimizin her kesimi, «şiddet» vâkıası ile malûl. Gün geçmiyor ki; evde, okulda, işyerinde, sokakta… vukû bulan nâhoş bir hâdise ülke gündemine oturmasın. Merâmını saygı-sevgi çerçevesinde gönül alıcı, tatlı bir dille ifade etmek yerine; şiddete başvurmak, çıkar yol olarak kabul ediliyor insanlarımız arasında.

Meclis’te, asık suratlı profesör milletvekili, sıkılmış yumruğu havada geziyor; televizyonlarda, tartışma programları ateşle barut; sokaklarda, bir kavga an meselesi; büyük-küçük, öğretmen-öğrenci, esnaf-müşteri, işçi-işveren münasebetleri tatlı bir üslûptan mahrum… Her an hafakanlar basan, tepesi atan insanlarımıza, bir «İstanbul efendisi» olsa da; «İstanbul şîvesi» ile bir hitap etse, sükûnete erdirse… «Argo»dan arınmış, muhtevalı, fasih, beliğ bir ifade tarzı, içtimâî huzurumuz için fevkalâde önemli. Çünkü böyle bir dille kavga yapılamaz, şiddete sapılamaz.

Kezâ eğitimdeki, ilim ve teknolojideki verimsizliğin sebepleri arasında dil meselesini de düşünmek doğru olur. Çünkü âdeta icat edilen, mefhumları kaybolmuş; çağrışım yapma ve ilgi kurma imkânı vermeyen; mücerred düşünceyi tıkayan çorak bir dille, zihin nasıl yeni ufuklara sıçrayabilir? Bu şekilde meselenin varacağı yer, eski bir üniversite rektörünün ifadesiyle; “Türkçe ile ilim yapılamaz.” kanaati olur. Bir misal verilecek olursa:

“İçeriğinde, insan-özdevingeç bilgi ortamlarında etkin ve tutumlu bildirişimin gerçekleştirilmesi amaç olarak seçildiğinde, belli işlevlerin yaptığı işi yürütebilen kıvıl devrelerinin tasarımlarına denk olan us öbeklerini tutumlu biçimde erginleştirilerek, yüksek aşamalı dizgesel tasarımların elde edilmesi işlenir.” Bu, 1980 senesinde basılmış (bir üniversitede) okutulan bir ders kitabının ilk cümleleridir. Böyle bir hâl, bir kişinin kendisini milletin yerine koyması, millete rağmen dil icat etmesi ve onu zoraki kabul ettirmeye uğraşması, bunun için elindeki siyasî, idarî imkânları kullanmasıdır. Patolojik bir hâldir.5 Bu nokta ile alâkalı olarak; «YÖK’ün akademik yayınlarda makalelerin dilini İngilizce olarak belirlediği, Almanca ve Fransızcanın da kullanılabileceği» hatırlanacaktır.6

«Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar» takrîben 200 milyon kişinin dili olan Türkçe, «en çok konuşulan beşinci dil» vasfını hâizdir. Tarih içinde yayıldığı coğrafyanın tabiî bir sonucu olarak da, ibtidâî bir kabîle dilindeki sâfiyet onda aranamaz.

“Yaşadığınız hayatın unsurları zenginleştikçe, yani etrafınızdaki eşyalar ve mefhumlar çeşitlilik arz etmeye başladıkça, kelime varlığınız da gelişmek durumundadır. (…) Dil alanında yapılan bütün bu (olumsuz) uygulamalar, kesinlikle masum uygulamalar değildir. Bu, derinden ve ileriye dönük bir şekilde Türkçeye ve dolayısıyla da Türk kültürüne çok büyük bir darbedir.7

Dile sokuşturulan ve onu tahrip eden uydurma kelimelerin bazı husûsiyetleri şöyle sıralanabilir:8

1. -sal / -sel; -al / -el; -ul / -l; -ay / -ey; -tay ; -man / -men; -av / -ev… gibi dilimizde olmayıp uydurulan veya Moğolca ve batı dillerinden alınan eklerle yapılan kelimeler: Ruhsal, yerel, olay, koşul, kurultay, yönetmen, görev… gibi.

2. Dilde yerleşmiş olan kelimelerin atılarak, yerlerine ölü veya yabancı dillerden alınan kelimelerin sokuşturulması: Acun, tamu, imge, simge, onur… gibi.

3. Türk dilinin kaidelerine uyulmadan yapılan kelimeler: Özgü, örgüt, örneğin, özgür, birincil, istem… gibi.

4. İhtiyaç bulunmadan, birkaç kelimenin yerine bir kelime veya bir kelimenin yerine birkaç kelime uydurmak: «Düşünme» yerine, «düşünü»; «muhterem» yerine, «sayın», «saygın», «saygıdeğer»; «şeref», «haysiyet», «gurur», «kibir», «izzetinefis» yerine, «onur»… gibi.

Mayıs ve Haziran aylarında, Ankara ve İstanbul’da yapılan ve Amerika’dan Vietnam’a, Türkmenistan’dan Papua Yeni Gine’ye kadar 120 ülkeden 700 civarında talebenin katıldığı son «Milletlerarası Türkçe Olimpiyatları» da, yine milletimizin göğsünü kabarttı; gurur verdi. Bu yıl sekizincisi olarak, muhtelif dallarda yapılan yarışmalar, Türkiye’nin ve Türkçenin istikbâli için gönülleri ümitlerle mest etti; gözleri yaşarttı. Madagaskarlı çocuğun söylediği «Kiziroğlu Mustafa Bey» türküsü, Kırgız çocuğun okuduğu «Han Duvarları» şiiri gibi takdim edilen eserler, Anadolu sıcaklığı ile gönülleri tutuşturdu. Mozambiklisi, Ganalısı, Kamboçyalısı, Kosovalısı, Kazak’ı… velhâsıl koca bir dünya, bizden birileri oluverdiler bir anda. Bu, «dil»in sihirli bir gücüdür. Bu dille, Türkçe ile kavgalı olmak, bu dünyayı kaybettirir; barışık olmak ise kazandırır.

_______________

1 Ahmet KABAKLI, Türk Edebiyatı-3, Türkiye Yay., 1969, s. 170.

2 Enes GENÇ, Akit, 04.11.1995.

3 Beşir AYVAZOĞLU, Zaman Gazetesi, 23.05.2007.

4 Doç. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU, Türkçenin Karanlık Günleri, İrfan Yay., 1976, s. 44.

5 Ergun GÖZE, Tercüman, 06.02.1982.

6 Yeni Şafak, 08.08.2001.

7 Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Yüzakı Dergisi, sayı 27.

8 Doç. Dr. Necmettin HACIEMİNOĞLU, a.g.e., s. 155…