“Ya Ben Bizans’ı Alırım; Ya da Bizans Beni!”

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

«ŞEHİRLER KRALİÇESİ»NİN FETHİ -2-

Osmanlı ordusunun genel taarruz kararı ile birlikte mum donanması başladı. Bizans surları, güneşin batmasından gece yarısına kadar; gerek İstanbul, gerek Beyoğlu’ndaki ordugâhlarda yakılan ateşlerin meydana getirdiği bir ateş çemberi içinde kaldı. Böylelikle, hem aydınlıktan istifade ile topçu ateşine devam ediliyor, hem de düşmanın karanlıktan faydalanarak surları onarmasına imkân verilmiyordu. Fatih, her gün cepheyi birkaç defa dolaşıyor, gedikleri tetkik ediyor, komutan ve erlerle görüşüyor, yapılacak genel taarruz için, gediklerin genişliğinin kâfî olup olmadığını inceliyor, yarıkları daha da genişletmek için, topçuya yeni emirler veriyordu.

26 Mayıs gecesi orduya, ertesi gün oruç tutması için emir verildi. Bu emir, dînî duyguları coşturacak, mâneviyatın yükselmesine hizmet edecekti. O gece Türk ordusuna fevkalâde bir neşe ve zevk hâkim olmuştu.

FATİH’İN ASKERE SON EMRİ!

Fatih, ertesi akşam; ordu ve donanma komutanlarını, vali ve beylerbeylerini toplayarak emirlerini tebliğ etti:

“Paşalarım, beylerim, ağalarım, silâh arkadaşlarım!

Sizi davet etmedeki birinci gayem; yapılan işlerin ve kazanılan muvaffakiyetin, talihin bize yardım etmesinden ziyade, sizlerin meziyet ve şecaatinizin bir sonucu olarak meydana geldiğini söylemektir!

İkinci gayem ise; kazanılacak zaferin, devletin ve bizlerin şan ve şerefini artıracağını bilmeniz, bu muazzam zaferin İslâmî ihbar ve an‘anelerle de sâbit olduğunu hatırlatmaktır! Çok yüksek bir gayeye hizmet ettiğinizi düşünerek, geçmişteki büyük kahramanlıklarınıza lâyık bir sûrette muharebe ediniz! Maiyetinizin de bu şekilde hareket etmesini sağlayınız! Askerinize savaşta zaferin azim, namus ve disipline bağlı olduğunu, bu temin edildiğinde başarının da geleceğini anlatınız!

Ben şimdi, herkesten evvel işe başlayıp, sizinle birlikte çalışacağım; herkesin vazifesini ne şekilde yaptığını takip edeceğim!”

ATEŞ HATTINDAKİ HÜKÜMDAR

Osmanlı ordusunun genel taarruza karar verdiği duyulunca; Bizans halkı, gruplar hâlinde şehirden kaçmaya başladı. Marmara sahilindeki irili ufaklı teknelerden istifade edenler, geceleri adalara ve çevredeki Rumlarla meskûn yerlere kaçıyordu. Yoğun bombardıman sonunda surlarda, kapanması mümkün olmayan gedikler açılmıştı.

29 Mayıs 1453 şafağında verilen hücum işaretiyle birlikte, Osmanlı birlikleri saldırıya geçti. Taarruzla beraber, ordunun bütün mızıkaları, boru, davul ve nakkâreleri savaş marşları çalmaya başladı. Hücum kolları; «Allah Allah!» nidâlarıyla surlara doğru akıyordu. Bizanslılar, zor da olsa; ilk iki hücumu püskürtmeye muvaffak oldular, fakat çok yorulmuşlardı. Fatih, düşmandaki bu yorgunluk ve ümitsizliği hissetmiş, son darbeyi vurmaya karar vermişti. Bunun için ihtiyatta bulunan kuvvetlerle yeniçerilere de taarruz emri verdi, birlikleri hendeklere kadar kendi yönetiyordu. Padişahın hücum kollarını; hendeklere kadar bizzat sevk etmesi, özellikle yeniçeriler üzerinde büyük tesir bıraktı. Ateş baskısının en yüksek seviyeye geldiği bir anda on iki bin yeniçeri hücum emri aldı. Osmanlı ordusunun en iyi eğitim görmüş kısmı, zaferi kazanmakla görevlendirilmişti.

ULUBATLI HASAN’IN ŞEHÂDETİ

Hücum kollarının birindeki Ulubatlı Hasan nâmındaki dev yapılı ve fevkalâde kuvvetli bir yeniçeri; kalkanını sol eli ile başı üzerine siper edip, sağ eliyle palasını kullanarak, surun üzerine çıkmaya muvaffak oldu. Otuz civarında kahraman arkadaşı da kendisini takip ediyorlardı. Fakat Bizans askeri tarafından atılan taş ve oklarla on sekizi şehid olarak surlardan aşağı düştü. Ulubatlı Hasan; yaralanmış olmasına rağmen, kalkanının yardımıyla diğer arkadaşlarının sura çıkmasını da sağladı. Sur müdâfîleri az olduklarından bu taarruzu önleyemediler. Buna rağmen çıkanların bir kısmı daha şehâdet şerbetini içtiler. Sonunda Ulubatlı Hasan da kendisine büyük bir taşın isabet etmesiyle surdan yuvarlandı. Ok ve taş darbeleri altında şehâdet mertebesine ve kahramanca şehâdete kavuştu. Fakat sur üzerindeki mücadele devam ediyor, yeniçeriler giderek sur üzerinde tutunmayı başarıyorlardı.1

GAZİLER, HAMDOLSUN!

Kanlı çarpışmaların sonunda yeniçeriler, ağır topçuların tahrip ettiği şarampolü aşarak, iki sur arasına girdiler. Bizans askeri bozulmuştu. İmparator Konstantin, maiyetiyle birlikte gerisindeki kapıya doğru kaçıyor, düşenler ayaklar altında eziliyordu. Bizans askerleri birbirini çiğneyerek dar kapılardan geçerek şehre ulaşmaya çabalıyor, yeniçeriler de takip ediyor, yakaladığını öldürüyordu. İmparator da ezilenler arasında idi.

Kısa süre içinde Osmanlı birlikleri Bizans’a girdi. Fatih, sancağının dikilmiş olduğu burçtan, şehre giren askerin ilerleyişini takip ediyordu.

Öğleye doğru şehir tamamen zaptedilmiş, direniş sona ermişti. 21 yaşındaki genç hükümdar, beyaz atına bindi; maiyetinde vezirleri, beylerbeyleri, ulemâ ve ümerâsı olduğu hâlde muhteşem bir alayla Topkapı’dan şehre girdi. Alayda sipahi ve silâhtarların yanı sıra, yeniçeriler, piyadeler ve süvariler de yer alıyordu. Sultan, kapıdan girince, büyük bir vakar ve celâdetle kılıcını kaldırarak;

“Gaziler, hamdolsun fâtih-i Konstantaniyye oldunuz!” sözleriyle askeri tebrik etti.

ONA GİDİNİZ, O BENİM HOCAMDIR!

Yollara dökülen Bizans halkı, tarihe çağ atlatan bu büyük hükümdarı karşılamaya çıkmıştı, ona çiçekler atılıyordu. Sultan, etrafında hocaları olduğu hâlde, Ayasofya’ya doğru güçlükle yol alıyordu. Sultana çiçek vermek isteyen halk, beyaz sakalına bakıp Akşemseddin’i padişah sanarak birden ona doğru koştu. Akşemseddin, atını sultanın atından geri tutmaya çalışıyor, kendisine çiçek demeti uzatanlara genç hükümdarı gösteriyor;

“Sultan Mehmed odur, ona doğru gidiniz!” diye işaretler ediyordu. Fatih, şeyhinin bu heyecanını sezmiş, davranışlarını yadırgamıştı. Gülerek, halka şöyle seslendi:

“Gidiniz, yine ona gidiniz! Evet, Sultan Mehmed benim, lâkin o benim hocamdır!”2

EMRİMİ DİNLEMEYEN KATLEDİLİR!

Askerî birlikler şehri geçip, hıristiyan din adamlarının ve halkın biriktiği Ayasofya’nın önüne gelince, Fatih atından indi; yerden bir avuç toprak alarak başına götürdü. Sonra da, başta din adamları olmak üzere yerlere kapanarak ağlayan halka susmalarını işaret etti.

Patrik olduğu söylenen kişiye dönerek, herkesin duyabileceği bir sesle şöyle dedi:

“Atanasios, sana ve halkına sesleniyorum! Bugünden itibaren kızgınlığımdan, ölümden ve esir olmaktan korkmayın!”

Ardından paşalarına ve sancak beylerine döndü:

“Paşalarım, beylerim! Askerimin halka, kadınlara ve çocuklara karşı; öldürme, esir alma ve başkaca düşmanca davranışta bulunmalarına mânî olun! Bir kişi bile emrimi dinlemeyecek olursa katledilecek!”

Bu konuşmasının ardından, herkesin evlerine dağılmasını istedi.

***

Fatih Sultan Mehmed;

“Ya ben Bizans’ı alırım; ya da Bizans beni!” diyecek kadar kararlıydı. Bu yolda tüm gemileri yakacak bir iradeye sahipti. Ufku;

“Benim elimin yetişeceği yere, sizin hayaliniz dahî yetişemez.” diyecek kadar genişti.

O, hayalleri gerçekleştirdi… İmkânsız sanılanı mümkün kıldı… Nur içinde yatsın…

_________________

1 Feridun DİRİMTEKİN, İstanbul’un Fethi, İstanbul 1976, s. 206 -207.

2 Süheyl ÜNVER, İstanbul Risâleleri, İstanbul 1995, c. 2, 155.