IV. HAÇLI SEFERİ

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

HAÇLILARIN BİZANS BAŞKENTİNİ YAĞMALAMALARI

“Ey şehir, ey şehir! Bütün kentlerin gözbebeği! Bütün dünyada senden söz edilir. Dünyanın en yüce seyirliği, bütün kiliselerin sütannesi, îman beldesi, doğru inancın rehberi, eğitimin muhafızı, her iyiliğin hazinesi. Sen ilâhî öfkenin kupasından içtin ve daha önce beş kentin üstüne düşenlerden daha korkunç bir ateşçe ziyaret edildin.”1

Fiyaskoyla neticelenen III. Haçlı Seferi’nden sonra da; papalar, hıristiyanları doğuya yönlendirmeye ve seferlere katılmaya teşvike devam etti. Nitekim Papa III. Innocentius 1202 yılında halkı, İslâm dünyasına saldırmaya ve Kudüs kentini ele geçirmeye azmettiren yeni bir çağrıda bulundu. Seferi başlatan kişi ise Flandra kontu Baudouin idi.

İlk hedef Mısır’dı. Filistin’in kıyı kentlerine sıkışmış haçlılara ancak Mısır üzerinden yardım ulaşabilir ve Kudüs’ü yeniden ele geçirme hayali gerçekleşebilirdi. Mısır’a sahip olmadan Kudüs’e ulaşmak imkânsızdı. Ayrıca zaten daha önce yapılan seferler karadan, Selçuklu topraklarından Kudüs’e ulaşmanın hem zorluğunu hem de bedelinin ağırlığını ortaya koyuyordu. Bu sebeple deniz yoluyla Mısır’a gitmek için Venedikli denizcilerle anlaşılmıştı. Anlaşmaya göre 85 bin gümüş mark karşılığında 4500 atlı şövalye, 20 bin yaya asker ve 9 bin at bakıcısı gemilerle taşınacak; ayrıca Venedik Devleti de 7 bin asker ve 50 gemi ile sefere katılacaktı.

Ancak Venedikliler, haçlıları Mısır’a götürmek yerine zor durumda olan İstanbul’a yönlendirmek istiyordu. Çünkü zenginliklerinin kaynağı bütünüyle deniz ticaretiydi; Mısır limanlarındaki faaliyetlerinden de çok büyük kazançlar elde ediyorlardı. Oysa Venedik, Bizans’ı ele geçirme fırsatı aramaktaydı.

Bizans, iştah kabartıcı bir durumdaydı. Taht kavgalarından bunalmış, borç içinde yüzmekte, büyük bir karmaşa içindeydi.

Haçlıların sefer için ödemesi gereken parayı toplayamamaları Venediklilerin işini kolaylaştırmıştı. Öte yandan Bizans tahtını ele geçirme mücadelesi veren Aleksios, tahta çıkmasına yardım edilirse, karşılığında hem haçlıları taşıma bedelini ödeyeceğini hem de sefere aktif katkı sağlayacağını söylemekteydi. Bu gelişmeler üzerine seferin yeni rotası Venediklilerin tam da istediği gibi artık İstanbul’du. Böylece IV. Haçlı Seferi doğrudan doğruya Mısır ve Suriye istikametinde bir yol takip edeceğine, Macaristan’daki Zara’yı Venedik nâmına işgal ettikten sonra, Bizans başkenti Konstantinopolis’e yönelmişti.

Nihayet haçlılar, imparator ilân ettikleri yeğen Aleksios’la birlikte Haziran 1203’te İstanbul’a geldiler ve imparatordan tahtı yeğenine bırakmasını talep ettiler. Bu durum kabul edilmeyince haçlılar Haliç surlarından saldırıya geçtiler. Paralı askerlerden oluşan Bizans ordusu haçlılara karşı dayanacak güçten mahrumdu. İmparator, çareyi kaçmakta buldu ve Bizans tahtına hapisten kurtulan babasıyla, yeğen IV. Aleksios oturdu. Ancak baba II. Isaakios ve IV. Aleksios, haçlılara verdikleri taahhütleri yerine getiremiyordu. Bütün baskı ve ısrarlara rağmen İstanbul kilisesi Roma kilisesinin üstünlüğünü kabul etmiyordu. Üstelik haçlılara ödenecek para da temin edilemiyordu.

İşte böylesine hazin bir ortamda haçlıları tüm İstanbul’u resmen işgale yöneltecek bahane, ânî saray darbesi ile gerçekleşti. III. Aleksios’un damadı Murtzuphios, V. Aleksios nâmıyla Bizans tahtını ele geçirmişti.

Bu gelişmeye öfkelenen haçlılar, şehri resmen işgale karar verdiler. Başlangıçta iyi bir direniş gösterilmişti. Hattâ işgal ordu donanmasını yakmak maksadıyla 17 yangın gemisi hazırlanmış, ancak denizcilikte mâhir Venedikliler, bu gemileri Haliç’teki haçlı gemilerine isabet etmeden çengellerle Sarayburnu akıntısına yönlendirerek bertaraf etmişlerdi. Artık Bizans’ın direnci bütünüyle kırılmıştı. Nihayet 12 Nisan 1204 tarihinde şehir kesin olarak haçlıların eline geçti.

İSTANBUL’DAKİ HAÇLI VAHŞETİ

İstanbul artık vahşi yağmalama ve hunharca saldırılarla karşı karşıya kalmıştı.

Lâhitler açılıp mezarlar soyuluyor; kiliseler, manastırlar yağma ediliyordu. Mukaddes kupalarda şarap içen bu kahramanlar, hayvanlarını kiliselerin içine kadar getirtip ganimetleri yüklüyordu. Hattâ rezâlet o kadar ileri gitmişti ki bir fâhişe, Ayasofya’da patriğe ait kürsüye çıkarak burada müstehcen bir şarkı okumaktan ve mâbedin ortasında dans etmekten çekinmemişti. Gözü dönmüş çapulcular şeklinde hareket eden Lâtinler, halkın mal, can ve ırzına tasallutta bulunarak tam bir vahşet sergilemiş, İstanbul halkının belleklerinde yüzyılları aşan çok kötü izler bırakmıştı. Yunanlı tarihçi Nomiku, İstanbul’un yaşadığı vahşeti şu cümlelerle ortaya koyuyor.

“Yıkım korkunç ve tamir edilemez boyutlara varmıştı.

Sanat, bilgelik, ilim ve medeniyet açısından paha biçilemez değerde olan hazineler, o gün, o hıristiyanların hayvanca soğukkanlılıkları ve ölçü tanımaz yağmacılık dürtüleri sonucunda tahrip edilmişler, yok olmuşlardır. Para, altın veya gümüş dışındaki her şey tamamen ve kat‘î bir şekilde yok olup gitmiştir.

Asırlar süren çalışmalar sonucunda yaratılan fikrî eserler, ilim dolu kütüphaneler, dünyaca ünlü sanat eserleri… her şey ama her şey kül olmuş, tahrip edilmiş, ortadan kaldırılmıştır. Ve bu sûretle, medenî insanlık o gün tamir edilemez bir felâket yaşamıştır.

Doğu dünyasının başkenti, imparatorluk Konstantinopolis’i kifâyetsiz ve aşağılık çıkarcıların eline geçmişti.”2

Nomiku ayrıca Lâtinlerin işgalden önce de İstanbul’da büyük yangınlar çıkardıklarını hattâ bu yangın ve kundaklamalardan birisinde Ayasofya yakınlarındaki bir câmiyi kundakladıklarını yanan câmiden yükselen alevlerin İstanbul’da çok büyük bir yangına sebebiyet verdiğini anlatır. Hattâ bu caminin kundaklanması sırasında Ortodoks komşularının da bizzat câminin savunmasında yer aldığını, müslümanlara yardım ettiğini anlatır. Lâtinlerin bu barışı da sabote ettiğini ifade eder.

Haçlı seferleri tarihi yazarı ve koyu bir Katolik olarak tanınan J. F. Michaud bile IV. Haçlı Seferi’ne katılan Lâtinlerin İstanbul’daki işgal ordusunun pervasız tavırlarını;

“Ne kadınların iffetine ne de kiliselerin rûhâniyetine saygı gösteriyorlardı.” diyerek eleştirmiştir.3

İZNİK HAÇLI KRALLIĞI’NIN BİZANS DEVLETİ’Nİ YENİDEN KURMASI

Haçlılar İstanbul’da 57 yıl sürecek Lâtin hâkimiyetini yeni seçtikleri İmparator Baudouin de Flandre ile başlattılar. Yeni patrik, Roma’dan görevlendirilmişti.

Bizans toprakları haçlılar ve Venedikliler arasında âdeta yağmalanmıştı. Ticarî bakımdan önemli Ege kıyı şeridi ve adalar Venedik tarafından denetim altına alındı. Pelepones, Selânik ve Yunanistan’ı da haçlılar ele geçirdi.

Öte yandan İstanbul’dan kaçmak zorunda kalan Bizans prensleri de Epiros ve İznik bölgesinde küçük hıristiyan despotlukları kurmayı başardılar. Komnanos sülâlesi prensleri tarafından da Trabzon’da Rum Pontus Devleti kuruldu ve Fatih’in 1461 yılındaki seferine kadar yaşadı. İstanbul halkı hiçbir zaman Lâtin hâkimiyetini benimsemedi. Nihayet İznik Bizans prensliği 1261 yılında Lâtinlerin kötü yönetimine son vererek İstanbul’da tekrar Bizans hâkimiyetini tesis etti.

IV. Haçlı Seferi; seferlerin dînî hedeflerden çok uzaklaştığını, basit ticarî kâr ve menfaat sağlama ekseninde geliştiğini göstermişti. Bu sefer sırasında ve işgal yıllarında İstanbul halkına revâ görülen insanlık dışı muamele, hıristiyanlar arası birlik fikrini temelinden sarstı. Öte yandan bu durum Türklerin batıya ilerleme emelini kolaylaştırdı. Bu seferin başka bir özelliği de İslâm dünyasına herhangi bir olumsuz etkisinin olmamasıydı.

_______________
1 Niketas Khoniates, IV. Haçlı Seferi İstanbul’u Yağmalarken; Altay ÜNALTAY; Doğu-Batı ve İlâhî Adâlet.
2 H. A. Nomiku, Haçlı Seferleri, s. 54, İletişim.
3 Sosyoloji Yıllığı, Kitap 12, Semayi EYİCE’ye Saygı, Kızılelma Yayınları, s. 318.