Dünya Edebiyatının Kırgız Atlısı CENGİZ AYTMATOV…
Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com
Türk dünyasının edebiyat doruklarından Kırgız yazar Cengiz AYTMATOV’u görmek, onunla yüz yüze sohbet edebilmek bahtiyarlığına erenlerden değiliz. O büyük yazarı, (sathî bilgilerimizin dışında) kendisiyle yakın dostluklar kurabilen, sohbetlerinde bulunabilen talihli dostlarımızın yazılarıyla ve doğrudan bize aktardıklarıyla tanıyabilme imkânı bulanlardanız…
Onu tanıdıkça, hangi özellikleriyle zirveye çıktığını ve her şeye rağmen orada nasıl tutunduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Zirveye yükselmenin, en önemlisi orada kalabilmenin nelerle mümkün olabileceğinin bir bakıma basit bir reçetesidir Aytmatov’un hayat hikâyesi…
Aytmatov, ne yaptığını ve nasıl yapacağını çok iyi bilen bir yazardır. O, sadece bir edebiyatçı değildir. Edebiyatın edebiyatını, edebiyatın siyasetini özümsemiş, edebiyatın edebini giyinmiş, ileri görüşlü gerçek bir sanatkârdır…
O, başarı grafiği son nefesine kadar sürekli yükselen ve bunun şuurunda olan bir yazar olmakla birlikte, tarih ve talihin de büyük desteğini almış bir bahtiyardır. O; başarıları hem halkı, hem de devletince ödüllendirilmiş ender sanatkârlardan biridir…
1978’de Yüksek Sovyet Prezidiumu’nca «Sosyalist İşçi Kahramanı» olarak ödüllendirilen Aytmatov, eserlerinden dolayı da, daha önce almış olduğu «Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü» ile 1983 yılında ikinci kez onurlandırılmıştır… Bunlardan ilki siyasî rejime, diğeri edebiyata yönelik ödüldür…
Sanatkârın hammaddesi, tıpkı bir arının kovan çevresindeki çiçekler gibidir. Bazı çiçekler, yalnız ve sadece o yöreye mahsus olabilir… Ancak; arının bu çiçeklerden yaptığı bal, her yerde baldır… Düşündükçe sanıyorum ki; Aytmatov bu gerçeği sanat, edebiyat ve siyaset alanında bir an olsun unutmamıştır…
Cengiz AYTMATOV der ki;
“Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak, eserlerini kendi millî gelenek ve törelerini kaynak alarak zenginleştirmek zorundadır. Benim yaptığım önce bu, yani kendi milletimin geleneklerini ve hayatını anlatıyorum. Fakat orada kaldığınız takdirde bir yere varamazsınız. Edebiyatın millî hayatı ve gelenekleri anlatmanın ötesinde de hedefleri vardır. Yazar, ufkunu millî olanın ötesine doğru genişletmek ve «cihanşümul» olana ulaşmak için gayret göstermek durumundadır. İyi yazar, «tipik insan»ı ortaya koymak ustalığına erişen yazardır.”
İşte, Cengiz AYTMATOV’u cihanşümul edebiyatın doruklarına yükselten sır ve «düstur» budur…
On dört yaşından itibaren devletin çeşitli kademelerinde görev almış olan Aytmatov, bu görevleri dolayısıyla Sovyet rejiminin işleyişinin yakın şahidi olmuştur. Bilgisi, kavrama yeteneği ve dirayetiyle, verilen görevlerde gösterdiği üstün başarı; O’nun edebî çalışmalarının önünde taşsız ve dikensiz bir yol oluşmasına vesile olmuştur denilebilir…
Bu yolda, 1957 yılında henüz 29 yaşında iken Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edilmiştir.
1956’da yayınlanan «Zorlu Geçit» adlı eserini, 1957’de «Yüz Yüze» takip etmiştir. Bunlar da, bunların dışındaki bazı hikâyeleri de, 1958’de yayınlanan ve asıl «mahallî ün»ünü yaptığı «Cemile» adlı hikâyesi de «millî hayat ve geleneklere» yaslanan çalışmalardır…
«Gün Olur Asra Bedel» romanıyla; rejimin din, gelenek ve halkın mukaddes değerlerine yönelik baskıcı tavrı eleştirilirken, halkın kendi değerlerini unutmamaları telkin edilmektedir…
Halk masallarına ve efsânelere geniş yer verilen «Cengiz Han’a Küsen Bulut»ta ise, rejime engin bir gözlemle yaklaşan Aytmatov, totaliter sistemin yer ve zamana göre asla değişmeyen karakteristik özelliğini irdelemektedir…
1986 yılında yayınlanan «Dişi Kurdun Rüyaları» adlı roman, yazarın «mahallî»den «cihanşümul»e uzanan edebiyat yolundaki ilk dönemeçtir… Daha önceki eserlerinde zaman zaman şamanizmin bazı figürlerine rastlanan yazar, bu romanında hıristiyanlığı temel alarak, Sovyet rejiminin dînî hayat üzerindeki yanlış uygulamalarını ve baskılarını ele alıp, bu baskılar sonucunda gençler arasında yayılan uyuşturucu belâsını dile getirmiştir. Bu roman, bir bakıma yazarın rejimle en dik hesaplaşmasıdır…
Sovyetler Birliği’nin hemen her döneminde devletin büyük desteğini alan Aytmatov, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde de, Mihail GORBAÇOV’un beş yakın danışmanından biridir. Gorbaçov döneminde, «Sovyet Parlamentosu Kültür ve Millî Diller Komitesi Başkanlığı» ve «Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği» görevlerinde bulunan yazar, Sovyetlerin dağılması sonucunda bağımsızlığını kazanan Kırgızistan’ın Lüksemburg, Hollanda ve Belçika Büyükelçiliği gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Yazarın oğlu Aksar AYTMATOV da, Kırgızistan’ın bir dönem Dışişleri Bakanı’dır…
Eserleri yüzün üzerinde dile çevrilen dünya çapında üne sahip Cengiz AYTMATOV’u Türk dünyasının yetiştirdiği bir değer ve bizden biri olarak görüyoruz… O da, kendisini Türk dünyasından ve bizlerden ayrı gören biri değildir. Gerek ülkemize gelişlerinde, gerekse ülkesine gidenlerle bir aradayken bunu sürekli vurguladığı bilinmektedir…
Kültür eski bakanlarımızdan Namık Kemal ZEYBEK, Radikal gazetesinde yayınlanan yazısının bir bölümünde diyor ki;
“Cengiz Bey’le dostluğumuz 1992’de başladı. Hiç kesintisiz sürdü gitti. Ayyıldız’ı çıkardığım zaman Kırgızlardan Cengiz Bey, Kazaklardan Muhtar ŞAHANOV yazarlarımdan oldular.
Şahanov Kazakistan’ın Bişkek Büyükelçisi’yken evinde yemeğe çağırmıştı. Üçümüz o uzun süren ortalık Asya yemeklerinden birinde saatlerce söyleşmiştik. O sohbetten bazı ifadelerini anlatmak istiyorum:
«Ben bir yazarım. Eserlerim 52 dile çevrildi. (o zaman) Ama bu başarı sadece bana ait değildir. Sovyetler Birliği bana sahip çıktı; beni ve eserlerimi dünyaya tanıttı, çok önemlidir. Şimdi Sovyetler yok… Biz bekledik ki onun boşluğunu Türkiye doldursun. Türkiye’nin bu gücü var ama galiba niyeti yok. TÜRKSOY niye kuruldu? Tam bu işi yapması gereken kurum… Ona görev ve imkân verilmeli ve Türk dünyasının kültür-sanat adamlarının dünyaya tanıtılması sağlanmalı…»”
Ülkemizde daha çok «Elveda Gülsarı», «Beyaz Gemi», «Selvi Boylum Al Yazmalım» ve «Dağlar Devrildiğinde» adlı eserleriyle tanınan Cengiz AYTMATOV, 16 Haziran 2008 tarihinde tedavi gördüğü Almanya’da, arkasında tüm dünya ülkelerinde değişik dillerle konuşan ama aynı hayranlığı duyan milyonlarca okuyucu bırakarak bu dünyadan göçüp gitti…
12 Aralık 1928 yılında dünyaya gelen ve henüz çok küçükken; babası, Stalin’in hışım kılıcıyla katledilen bu edebiyat ve gönül adamını, sekseninci yaşında kaybetmenin hüznü ve ölümünün «sene-i devriyesi»nde rahmetle anıyoruz…