ÖMÜR VE YAŞAMAK

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ogmusharun@yahoo.com

Ömür ve yaşamak aynı şey zannedilir. Bu sebeple bu ikisi arasında bir doğru orantı kurularak herkesin ömrü kadar yaşadığı düşünülür. Hâlbuki bana göre bu iki kavram arasında çok temel bir farklılık vardır.

Ömür, Allâh’ın dünyada canlı olarak kalacağımızı takdir ettiği süredir. Herkes bu süreyi dünyada canlı olarak tamamlar.

Yaşamak ise bu müddet içerisinde zevk alarak yaptığımız veya sonradan heyecanlanarak hatırladığımız; «İyi ki yapmışım!» dediğimiz nâdir anlardır. Yani ömür, yaşanılacak anları yakalama imkân ve fırsatı bulacağımız potansiyel bir süredir. Ancak ömrümüzün olması, mutlaka yaşamış olacağımız mânâsına gelmez. Eğer biz, o süreyi iyi kullanır, onda yaşayabileceğimiz anlar yakalayabilirsek yaşamış oluruz, yoksa ömür nakdini boş yere sarf eder gideriz.

Yaşamak, her şeyden önce hisseden bir kalbe ve coşkun bir rûha sahip olmayı gerektirir. Yani -dobra dobra söylemek gerekirse- duyan ve yaşayan biri olmak biraz nasip işidir, doğuştan gelir.

Yaşayan adam, aşk adamıdır. Aşkta hesap olmaz. Aşk adamı; doğru bildiği, yapılması gerektiğine inandığı davranışları ziyana uğrayacak olsa bile yapar, sonunda bir kaybı olacaksa da neticesine katlanır.

Yaşayan adam, aksiyon adamıdır. Tabiî ki aksiyon adamı olmakla maceraperest olmayı kastetmiyoruz. Maceraperest ruhlu kişiler, elde edecekleri hiçbir hedefleri olmadan sadece heyecan maksadıyla hâdiselere karışır veya hâdise çıkarırlar. Aksiyon adamının ise daima yüreğinde hissettiği, hâkim olmasını istediği emelleri vardır. O, bu emeller için çalışır ve onları gerçekleştirmek için hiçbir fedâkârlıktan kaçınmadan canla başla mücadele eder.

Ömür denilen potansiyel süreyi en verimli şekilde kullanarak onu yaşama anlarına dönüştürmeyi en fazla başaranlar, -sırasıyla- peygamberler, onların yakın arkadaşları ve sanatkârlardır.

Peygamberler, aşk ve aksiyon denilince akla ilk gelen örnek insanlardır. Ancak onlar ismet sahibi, yani Allah tarafından günahtan korunuyor olmaları hasebiyle biraz bahsin üstünde görülebilirler. Sanatkârların duyuş ve yaşayışları ise genellikle gizli kalır ve dış dünyaya aksetmez. Bu sebeple bu yazımızda daha çok başka örnekler üzerinde durmak istiyoruz.

Ashâb-ı kiram içerisinde Ebû Eyyûb el-Ensârî aklıma ilk gelen misallerden biri. Onu ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul surları önüne getiren, aşk ve aksiyoner ruhtan başka nedir?

Kezâ; Muaz bin Cebel’i Yemen’e, İbn-i Mes‘ûd’u Kûfe’ye, Ebû Musa el-Eş‘arî’yi Basra’ya ve Ebu’d-Derdâ’yı Şam’a götüren içlerinde yanan İslâm’ı yayma aşkından başka nedir?

Kûfelilerin kendine sırt çevirdiğini yolda öğrenmesine rağmen Hazret-i Hüseyin’i Kerbelâ’ya gitmekten vazgeçirmeyen de aynı aksiyoner ruh değil midir?

Evet, tâbiîn içerisinde Saîd bin Cübeyr’i Haccâc’a, Ma‘bed el-Cühenî ve Gaylân ed-Dımeşkî’yi Emevîler’e karşı durmaya sevk eden de aynı ruhtur; ehlibeyt imamlarından Zeyd bin Ali’yi Emevîler’e karşı harekete geçiren, İmam Ebû Hanîfe’yi onu desteklemeye iten de…

Sonraki çağlardan aklıma gelen isimler de var. Meselâ, İbn-i Atıyye. Tefsir ilminde çok önemli bir yeri olan el-Muharrerü’l-vecîz adındaki eserin müellifi olan İbn-i Atıyye (ö. 541/1146), Endülüs’te yaşayan ve Meriyye kadılığı yapan büyük bir âlim, edip ve şairdir. Ancak o, sadece mahkemede hüküm vermek ve masasında kitap ve şiirlerini yazmakla iktifa etmemiş, ülkesinin İspanyol tehdidine maruz kaldığı günlerde bilfiil cihada çıkmıştır.

Yine Endülüs coğrafyasından bir başka isim: İbn-i Cüzey el-Kelbî (ö. 741/1347). İbn-i Cüzey, hem fıkıh hem de tefsir sahasında kıymetli eserler vermiş bir âlimdir. Ancak o da ilim adamlığı ile iktifâ etmemiş, İspanyollarla yarımadanın cenubunda yapılan bir savaşa bilfiil katılıp şehid olarak gerçek bir aşk ve aksiyon adamı olduğunu ispat etmiştir.

Ancak aşk ve aksiyon adamı olarak takdim edilmeye en lâyık isim, zannederim İbn-i Teymiyye’dir (ö. 728/1328). Ulûmu’l-Kur’ân, fıkıh, akîde ve dinler tarihi gibi değişik sahalarda birçok eser bırakan ve maalesef yeterince anlaşılmayan İbn-i Teymiyye, doğru bildiğini söylemek ve yapmaktan çekinmeyen, bu uğurda her şeyi göze alan gerçek bir aşk ve aksiyon adamıdır. O, müdafaa ettiği fikirler ve verdiği fetvâlar sebebiyle birçok defa hapsedilmiş, son nefesini de yine bir fikir suçlusu olarak bulunduğu hapishânede vermiştir. İbn-i Teymiyye, aynı zamanda Moğollar’a karşı direnç oluşturmak için sultanlara ve halka çağrı yapan ve bu uğurda bilfiil savaşan bir kahramandır.

Günümüze doğru yaklaştıkça başka birçok aşk ve aksiyon adamının ismi hatırıma geliyor: Cemâleddin Afgânî, Muhammed İkbal, Mehmed Âkif, Sütçü İmam, Seyyid Kutup, Osman Yüksel SERDENGEÇTİ ve daha niceleri…

Millî şairimiz merhum Mehmed Âkif hakkında, daha önceki sayılarımızdan birinde biraz kelâm etmiştik. Şimdi ise bir ismi anmadan geçemeyeceğim. Benim zihnimde aşk ve aksiyonla özdeşleşmiş bir ismi, rahmetli Necip Fazıl KISAKÜREK’i. O da ömrü boyunca hak bildiği bir yola kendisi gidebilen ve uğrunda her türlü bedeli ödeyen gerçek bir aksiyon adamıdır. Necip Fazıl’ın aşk ve aksiyondan mahrum geçen günleri için

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum!

demesi ömür ve yaşamak arasındaki farkı ne güzel ifade eder. Bu konuda bir Arap şairinin de çok güzel bir beyti vardır:

لَيْسَ مَنْ مَاتَ فَاسْتَرَاحَ بِمَيْتٍ

(إِنَّمَا الْمَيْتُ مَيِّتُ الأَحْياَءِ (الخفيف

Ölüp de râhata ermiş olan değildir ölen
Asıl ölen o ki, ruhsuz yaşar hayattayken.

(nazmen trc: Harun)

Necip Fazıl merhum da böyle ruhsuz yaşayan insanlara;

Siz hayat süren leşler! Sizi kim diriltecek?

diye haykırır.

Ömür ve yaşama arasındaki fark, bana hep çınar ve pervâne arasındaki farkı hatırlatır. Çınar ağacı asırlarca canlı kalabilir. Ama bulunduğu yere kök salar ve sakin bir ömür sürer. Pervâne ise kısacık ömrüne aldırmaksızın kendisini şevkle ateşe atıp hayatına son verir. Çınarın ondan daha uzun ömür sürdüğü söylenebilir, ancak daha çok yaşadığı münakaşaya açıktır.

Boştur on asır sâkin ömür sürse çınar,
Zevk almaz, pervâne yanan lâhza kadar.
Coşkuyla geçen zamandır ancak yaşanan,
Bin yıl heyecansız yaşamaktan ne çıkar?

(Harun)

Allah hepimize yaşayabileceğimiz bir ömür nasip etsin!