HAYALDEKİ VE GERÇEKTEKİ…

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Önceki yazıda;

Cevaplı bir imtihanın incelikleri üzerinde durmuştum. Eğitimin kendimizde ve biz olması yönüne, cevabı içinde bir bilmeceyi açıklayarak dikkat çekmiştim. Yazıyı okuyanlara, o bilmecenin ne mânâya geldiğini sordum. Orada da belirttiğim gibi, cevabı, üstelik yazıdaki açıklamalara rağmen bazıları, yine de benden istediler.

Bilmece şuydu:

“Kan kırmızı, süt beyaz, fındık kabuğuna sığar, kale kapısına sığmaz!”

Bu sefer, sözü uzatmadan cevabı hemen verelim:

Kan, evet kırmızıdır,

Süt de beyazdır.

Fındık, kendi kabuğuna elbette sığar.

Kale de, kapısına zaten sığmaz.

Yani sorulan, söylenenin ta kendisi.

Fakat ilk bakışta anlaşılmıyor. Hele insan, cevap için suâle değil de başka yere odaklanmışsa, hiç anlaşılmıyor. Açıklama yapılsa bile. Ancak doğrudan cevap verilince; «Aaa, öyle miydi? Aslında fark eder gibi oldum, ama…» deniliyor.

Bunun belirgin bir «niyesi», önceki yazıda anlatıldı. Fakat yine de cevabı anlamayanların olması, bir «niyesi»ne daha dikkat çekmeyi gerektirdi.

Hatırlayalım:

Birinci niyenin sebebi; cevabı, insanın, sual içinde değil, sual dışında aramasıydı. Nasreddin Hoca’nın ahırda yüzüğünü kaybedip de dışarıda araması gibi. Demişler ki:

‒Hocam, madem ahırda kaybettin, niçin dışarıda arıyorsun?

‒Ahır karanlık, orada göremiyorum. Fakat dışarısı aydınlık. O yüzden burada arıyorum.

Doğuda gece yaşanırken kaybolan eğitim, sanat, insanlık, zenginlik ve medeniyet yüzüğünü batının batmakta olan gündüzünde, yani içeride değil de dışarıda arayanların kulakları çınlasın!

Hoca, dışarıda yüzüğünü bulamadı tabiî. Çünkü çare, yüzük neredeyse orada aramaktı.

Yani bir cevap, ancak suâlinin içinde aranmalı. Orada aramayanlar, dolanıp dururlar. En basit şeyi bile bilemezler. Sonra birtakım cevaplar uydurur ve ona inanırlar. Bilmeyenin karşısında da o cevapları takır takır savunurlar.

Neyse.

Gelelim bilememenin ikinci «niyesi»ne.

O da;

Bir şeyin gerçeğine değil de hayaline göre hareketten kaynaklanmakta. İnsan, hayal âleminde her şekilde düşünebilir, ama bunu gerçekle karıştırdığı zaman ortaya şu garabet çıkar:

İrice bir hindi vardı. Akranlarından da hayli büyükçeydi. Hâline bakarak durmadan kabarır, kendi kıymeti hakkında gece gündüz hayal kurardı. Etrafına; «Bana niçin bülbülden fazla değer vermiyorsunuz?» dercesine; «Gulû, gulû, gulû…» avazlarıyla haykırırdı.

Bir gün bülbülle karşılaştı. İçini her gün kavuran bir itiraz ile sordu:

–Ey bülbül, ben senden daha cüsseli, daha kilolu ve daha büyük olduğum hâlde niçin sen benden daha değerli sayılıyorsun? Bu büyük bir haksızlık değil mi?

Hindinin saplandığı ruh hâlini fark eden bülbül, doğrudan cevap verdi:

–Ey hindi, cüssen büyük ama sesin yok.

–Nasıl yok. Senden daha gür bir sese sahibim.

–Doğru, sesin gür. Fakat tatsız bir ses. Sadece bağırmaya müsait. Ne yapsan benim gibi şakıyamıyorsun.

–Pekâlâ sesi bir tarafa bırakalım. Benim kadar derin düşünen biri daha var mı? Yok. Her gün uzun uzun düşünen en büyük düşünür benim. Bunu niye görmüyorlar?

‒Doğru, her gün uzunca düşünüyorsun. Fakat!

‒Ne demek fakat?

–Şu demek ki, o kadar düşünürlüğüne rağmen sende gerçek bir düşünce, faydalı bir tefekkür yok. Düşündüklerinin hepsi de bomboş hayal. Hiçbirinde işe yarar küçücük bir fikir dahî yok. Hem sonra…

–Sonrası da ne?

–Seni yüceltecek, bir aşkın da yok. Aşkın olmadığı için baksana, kanadın olduğu hâlde bir türlü uçamıyorsun.

–Evet yüce bir aşkım yok ama, görmüyor musun ben noellerin bir numarasıyım.

‒Noelde bir numaralık, hiçbir numara etmez. Bu, hasbahçede son numara demektir. Ey hindi, unutma; başkalarına meze olmakla bizim bağımızda değerli olamazsın.

–Tamam da ey bülbül! Benim heybet ve haşmetimi göz ardı ediyorsun!

–Sen şişkin balon gibi kabarmayı heybet ve haşmet mi zannediyorsun?

–Ya ne?

–Ne olduğunu, bir bıçağın çilesi gırtlağına dayandığı an ne hâle geldiğine bak da anla!

–Yeter be bülbül! Sen de amma patavatsızmışsın. Hayalimi alt-üst ettin. Hiç düşünmediğim gerçeklerle yüreğimi acıttın. Senin dediklerin doğru da benim dediklerim tamamen yalan mı yani?

–Hayır, fakat onun küçük kardeşi…

–Ne demek bu?

–Şu demek ki bütün söylediklerin sadece hayal çerçevesinde doğru, lâkin gerçek açısından ise hepsi ambalâjı cilâlı bir yalanın aldatmacası. Hoşuna gittiği için kolayca aldandığın bir aldatmaca…

Bülbülün bu keskin sözleri üzerine hindi sustu. Kanatlarını kısarak tekrar derin derin düşüncelere daldı.

Hayal ile gerçeğin bu karşılaşması, çok acı olmuştu.

Hindi, ne kadar anladı bilemeyiz ama bize açıkça anlatmış oldu ki;

Hayaller, mutlaka hakikat testine tâbî tutulmalı. Çünkü hakikatleri hayale saplamak, hayali de hakikat sanmak, en yanlış düşünüş. Gerçeği görmeye ve gerçekçi davranmaya en büyük engel. Hayatı alt-üst eden çengel bir yaklaşım.

Öyle değil mi?

Bir çocukcağız, bakarsınız hayalinde dev gibi bir pehlivanı yenmiş, devirmiştir. Altı yaşındaki bir yavru, hayalinde on tane büyük kahramanı alt etmiştir. Bir dilsiz, en büyük hatipleri susturmuştur.

Fakat;

Bunları gerçekten karşı karşıya getirmeye kalksanız, o zaman ne olacağını söylemeye bile gerek yok. Fakat gerçekle yüzleşmeden, o boş hayalleri büyük bir gerçek sandığınızda bir gün karşılaşacağınız hakikatin tokadı ise çok ağır. Gerçeklerden uzak her hayal, insanı perişan eden veballerle dolu.

Buna rağmen yine de insanlar ona kanmakta. Çünkü cılız da olsa güçlü olmak var. Çirkin de olsa güzel olmak, bilmiyor olsa da bilmek, haksız da olsa haklı çıkmak, berbat da olsa mükemmel sayılmak var. Var babam var. Böyle varlara kim zıplamaz ki.

Fakat zavallı hindi gibi o şekil zıplayanlar;

Yalnızca hayalde güçlü.

Sadece hayalde güzel.

Ancak hayalde haklı.

Bir tek hayalde mükemmel.

O yüzden hiçbir kıymet-i harbiyeleri yok.

Çünkü;

Hayalî kartal gücü, bir sineğin pençesinde can verir. Hayalî güzellik, gerçeğin nûrunda kara bir leke gibi kalır. Hayalî haklılık, gerçek önünde yerin dibine geçer. Hayalî mükemmellik; «Haydi maharetini göster!» denince toz duman olur. Hepsi de hayalin sahte şişirmelerinden ibaret. Bazen iyilik ve güzellik deposu sandığınız, bir de bakarsınız ki çirkinlik ve kötülük fıçısı. Yuh dersiniz bu kadarına da.

Dolayısıyla;

Bir şeyin hayalde ne olup olmadığı değil gerçekte ne olup olmadığı önemli.

Bu bakımdan hiçbir meselede;

Sadece hayaldeki güzelliğe bakmamalı.

Hayaldeki haklılığa da.

Hayalî doğruluğa da.

Hayalî mükemmelliğe de.

Hayalî başarıya da.

Çünkü bunların hepsi kişinin başına nihayetinde iş açar, belâ olur, ayağına dolanır, bir gün duvara toslatır, şok eder, öyle bir ağlatır ki mendil yetmez.

O hâlde;

Hayatı oluşturan her sahada; ilimde, eğitimde, ticarette, hizmette, ailede, çevrede her şeyde ve her yerde gerçekçi bir yaklaşım, en birinci şart.

Daima;

Hedefler de idealler de gerçekçi olmalı, onlara ulaşmak için atılan adımlar da. Çünkü gerçekçi olunmayan ideallerin hayale saplanmış sarhoşları, büyük hakikat önünde ayıldıkları zaman, kendilerini sadece masa başında uyumuş bulurlar. Her şeyleri, o uykunun üç-beş saniyelik rüyasından ibaret kalır.

Bu sebeple;

Hayat boyu; problemlerin, meselelerin, hâdiselerin ve her çeşit dertlerin çözüm noktasında önce onların gerçeklerine bakmalı.

Bize yansıyan suallerin önce gerçeklerini görmeli.

Yoksa;

Kolay yoldan insanı içine çeken hayaller; gözleri âmâ, kulakları sağır, kalpleri anlayışsız eder.

Görülebilecek olanı bile göremezsiniz, duyulabilecek olanı bile işitemezsiniz, anlaşılabilecek olanı bile anlayamazsınız.

Üstelik;

Bugünün cilâcı dünyası, Noeller yüzünden hindileri öne çıkarıyor. Şişik özelliklerle değerli olmayı öğretiyor. Yüce gerçeklerden uzak bomboş hayallere saptırıyor. Sadece hayalde güzel ve güçlü olmayı telkin ediyor.

Demiyor ki;

Hakikatine hayalin bile erişemeyeceği gerçek bir güzelliğe kör olup da hiçbir hakikati olmayan bomboş bir hayal mahsulü yalan bir güzelliğe kendini kaptırmak kadar büyük bir aptallık olamaz.

Demiyor ki;

Hayal de, işin bir gerçeği. Ama gerçeklere açılım için lâzım olan bir ufuk malzemesi olarak. Yoksa gerçeğin önüne perde olsun diye değil.

Demiyor ki;

Başkaları bunu hiç demeyecek.

Demesin.

Biz diyelim.

Önce şunu diyelim:

Hayaldeki ile gerçektekini aynılaştırmalıyız.

Bilhassa eğitimde…

O zaman nicedir çözülemeyen bütün sualler, tekrar en doğru cevaplarını bulacaktır.