Bugünkü Afrika, TARİHTEKİ İBRET

İsmail GÜNDAY ismailgunday@hotmail.com

Sene 1847…

İngiliz idaresi altındaki İrlanda’da büyük bir kıtlık ve açlık yaşanmaktadır. Sefâlet haberleri Dersaâdet’e ulaşınca, devrin Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid; aç, sefil ve perişan İrlanda halkına 1000 poundluk para yardımı yanında, buğday ve gıda yüklü beş gemi gönderir.

Bu yardımların nişânesi olarak başkent Dublin’e 70 kilometre mesafede bulunan, İrlanda’nın en eski şehirlerinden Drogheda’da, yardımı getiren Osmanlı gemicilerinin kaldıkları rivâyet edilen ve günümüzde Westcourt Hotel adı altında otel olarak kullanılan binanın dış cephesinde bir şükran plâketi yer almaktadır…

“Büyük açlık döneminde Türk halkının kederli İrlanda halkına yaptığı âlicenaplığın hâtırasına” ifadesinin yer aldığı siyah granit plâketin; şehrin kuruluşunun 800’üncü, büyük kıtlığın 150’nci yıldönümü dolayısıyla düzenlenen faaliyetler çerçevesinde, 2 Mayıs 1995 tarihinde yapılan geniş katılımlı bir törenle asıldığı biliniyor.

Sağ elin verdiğini sol elin duymamasını prensip edinen ecdadımız dünyanın dört bir yanında kim bilir bizim bilmediğimiz daha nice yardımlar yapmıştır.

Bugün onların açtığı bu izden yürüme sırası bizlerde…

Dünyanın neresinde olursa olsun yardım isteyene el uzatma, açsa açlığını, susuzsa susuzluğunu giderme ve hak dîni öğrenebilmeleri için gerekli şartları hazırlama sırası bizde…

İnancımızdan gelen, mâzîmizden gelen, vicdanımızdan yükselen bu mes’ûliyet bugün bizim omuzlarımızda…

Dün, can düşmanı İngilizlerin idaresindeki, üstelik gayrimüslim olan muhtaçlara, bütün uzaklığına ve şartların zorluğuna rağmen yardım götüren ecdadımızın torunları olarak; bugün bunca imkân içerisinde görmezden gelemeyeceğimiz, üstelik din kardeşlerimizin bin bir güçlük içerisinde yaşadığı bir coğrafya var:

Afrika…

Öyle bir yer ki;

Doğan her beş çocuktan biri, daha bir yaşına gelemeden sadece yetersiz beslenme yüzünden hayatını kaybediyor. Yani açlıktan ölüyor!

İnsanlar, bizim bir öğünde yediğimizi belki de bir haftada yiyebiliyor.

Yaşadıkları susuzluk, kelimelerle ifade edilebilecek gibi değil. Kişi başına günlük üç bardak su düşen ülkeler ve bölgeler var. Yaşadığımız şu hâdise yaşanan susuzluğun boyutlarını ifade için yeter sanıyorum:

Kuyu açtıracağız. İmkânımız kısıtlı olduğu için en çok ihtiyaç duyulan yerlerden biri olsun istiyoruz. Kuyu ihtiyacı olduğu bildirilen bir köye gidiyoruz. Bakıyoruz ki gerçekten ciddî ihtiyaç var. Köyden ayrılıyoruz, yaklaşık iki kilometre uzaklaşınca bir grupla karşılaşıyoruz. Sudan geliyorlar, başlarında su bidonları, yanlarında çocuklar… Duruyoruz yanlarında, onlara şeker dağıtıp suyu nereden aldıklarını soruyoruz. Bize uzun uzun bir yer tarif ediyorlar.

Arabanın kilometresini sıfırlayıp suya olan mesafeyi ölçüyoruz. Tam 5.200 metre. Toplam yedi kilometreyi aşkın bir mesafe. Su doldurdukları yerde gözlerimiz şırıl şırıl akan bir dere veya berrak sulu bir kuyu aradı ama ne mümkün! Suyu doldurdukları büyük bir gölet… İçinde her türden hayvanın yatıp kalktığı, insanın elini dahî sürmek istemeyeceği bir su…

Bu suyla hem yemek yapılacak, hem çamaşır yıkanacak, hem içilecek, hem de abdest alınacak.

Yermük Harbi’nde kızgın çölün ortasında, kurumuş dudakları ile bir bardak suyu birbirine ikram ederken son nefeslerini veren üç mübarek sahâbî, Şam’ın tatlı suyu Hicaz’a taşınsın diye vakıflar kuran ecdadımız geliyor aklımıza, Çanakkale’de düşmanına dahî su veren milletimiz…

Hastahâne kapılarında bekleyen insanların çaresizlikleri bir başka parçalıyor yürekleri. Diyorsunuz ki bir umutları var yine… Ya o umudu dahî bilemeyen, artık basit bir ameliyatla tedavisi mümkün olan hastalıkları ölüme bahane sayanlar…

Ya hıristiyanlara ait hastanelerde, insanların en çaresiz anlarından faydalanıp îmanları ile âdeta alay edilmesi, en basit ilâçların verilebilmesi için hıristiyanlığın şart koşulması!..

Müslüman Afrikalının, bir dilim ekmek veya bir bardak su karşılığında îmânını da vermek zorunda bırakılarak; dünyasının perişanlığı yetmiyormuş gibi, âhiretinin de perişan edilmesi bizim de ecdadımız gibi bir seferberlik içine girmemiz için yeterli bir sebep değil mi?

Din adına, İslâm adına ders kitabı olmadığı için sadece ilâhî okutulan ve ancak sesle, şifâhî olarak Kur’ân öğretilen okullara bir ders kitabı, bir elif cüzü ulaştırmak çok mu zor?

Bütün çaresizliklere rağmen Kur’ân eğitimlerini aksatmayan, yeteri kadar Kur’ân-ı Kerim olmadığı için, bir tahta parçasına bir sayfa yazıp onu ezberledikten sonra başka bir sayfa yazarak hâfızlıklarını tamamlayan, ancak sokak sokak dilenerek karınlarını doyurabilen, eğitimleri süresince kalacak bir yerleri, bir çadırları dahî olmayıp tenekeden barakalarda yaşayan, yaşları 6-10 arası değişen çocuklar…

O çocuklara bir Kur’ân, bir yorgan veya bir lokma aş götürmemek, bu feryâdı duymamak kabahati, hangi mazeretin ardına saklanabilir?

Bugün Afrika, hâlini arz edip yardım istiyor. Bu talebi duymasaydık mes’ûliyetimiz farklı olabilirdi; ama şimdi arkasına saklanabileceğimiz bir mazeretimiz kalmadı.

Hem Afrika bu yardımı başkasından değil bizden bekliyor. En ücrâ bir köyde yaşayan sıradan bir insan bile şöyle sesleniyor:

“Madem ümmetiz, madem bir babanın çocukları gibiyiz, madem birbirini yıkayan iki el gibiyiz. Ne olur bize dînimizi anlatın, ümmetlik hakkı için bunu bizden esirgemeyin. Hem İslâm öğrenilirse açlık da kalmaz susuzluk da kalmaz.”

Bir başkası şöyle ifade ediyor hasretini ve ümidini:

“Benim, tarihin tekerrürüne olan inancım buralara İslâm’ı yeniden sizin getireceğinizi söylüyor. Ve ben hep sizi bekliyordum. Belki isminizi ve sîmânızı tanımıyorum ama sizin misyonunuz bana yabancı değil, bu yönüyle ben sizi tanıyorum. Sizler Fatih’in, Abdülhamid’in torunlarısınız”

Artık Afrika;

Üç asırdır kendisini kandıran, her türlü zenginliğini sömüren, bunun karşılığında da göstermelik sözde hümanist yardımlar yapan, bunu da kilisenin çıkarcı / fırsatçı ve başa kakıcı elleriyle dağıtan Avrupa’dan bir şey istemiyor.

Kendilerine; mâneviyattan mahrum, ruhsuz, kalıptan ibaret bir İslâm anlayışı sunanların yardımlarını da ihtiyatla karşılıyor.

Hayat dolu, gönüllere şifâ bir İslâm anlayışını bizlerden öğrenmeyi umut ediyor, bu vazifeyi bizlerden bekliyor.

Ecdadımızın hizmet kervanını sürdürmek bir yana; onun, geniş ufuklarından bile habersiz olsak da, başta İslâm âlemi olmak üzere bütün dünya bize bu misyonu yüklüyor.

Hidâyete aç binlerce insanın vebâli bir yana; yardıma muhtaç olarak, bir yudum su uğruna, üç kuruşluk bir ilâç uğruna îmânından olan din kardeşlerinin hesabının kendisinden sorulacağına inananlar için…

Bir kişiyi İslâm’ın güler yüzüyle tanıştırmanın, güneşin üzerine doğup battığı her şeyden hayırlı olduğuna inananlar için…

Yarın âhirette Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Allah sana imkânlar bahşettiği, uzatabileceğin bir el nasip ettiği hâlde, neden benim perişan ümmetime el uzatmadın?” diye serzenişte bulunursa hâlim nice olur, diye korkanlar için…

Asırlarca Allâh’ın adını i‘lâ ve mahlûkata Hālık’ın şefkat nazarıyla bakma vazifesini edâ için, canını ve malını gözünü kırpmadan fedâ eden geçmişlerine hayrulhalef olabilme arzusunda, onların torunu olmanın gereğini îfâ etme iştiyakında olanlar için…

Bugün Afrika çok önemli…