Tercümânü’l-Kur’ân ABDULLAH İBN-İ ABBAS

Ömer OKUDAN okudan@yuzaki.com

Hicret’ten dört yıl kadar önce…

Şehirlerin anası Mekke’de…

Mü’minler henüz bir avuçtu ve Ebû Tâlib Mahallesi’ndeydiler… Müşriklerin boykotu altında, yokluk içinde geçen ıstıraplı, çileli günlerdi…

İşte bu şartlar altında dünyaya geldi; istikbalde, «Ümmetin Âlimi» unvânını alacak olan Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-…

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- henüz bir şeyden haberi olmayan annesine;

“Ey Ümmü’l-Fadl! Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman O’nu bana getir!” sözleriyle onun doğumunu müjdelemişti.

Anne Ümmü’l-Fadl, asıl adıyla Lübâbe bint-i Hâris -radıyallâhu anhâ- kadınlar arasında Hazret-i Hatice’den sonra İslâm’a ilk giren hanımdır ve Efendimiz’in amcalarından Abbas’ın hanımı olarak Efendimiz’in yengesidir. Kız kardeşi Meymûne -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz de Allah Rasûlü’nün ezvâc-ı tâhirâtından olduğundan, Ümmü’l-Fadl, Allah Rasûlü’nün aynı zamanda baldızı olmaktadır.

Baba Hazret-i Abbas -radıyallâhu anh-… Henüz müslümanlığını gizli tutmaktaydı. Açıkça ilân etmesi tâ Mekke’nin fethini bulacaktı.

Babası; doğar doğmaz bebeği, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e getirdi. Fahr-i Kâinât Efendimiz kulağına ezan ve ikāmet okuyup ismini Abdullah koydu. Sonra mübârek ağızlarında çiğnedikleri bir hurmayı İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’nın damağına sürüp;1

“Allâh’ım! Onu dinde fakih kıl ve kitabını ona öğret!”2 diyerek duâ etti. Onu tekrar babasının kucağına verirken ise yıllar sonra tahakkuk edecek bir hâdiseyi haber verdi:

“Halîfelerin babasını al, götür!”

Gerçekten tam bir asır sonra Hazret-i İbn-i Abbas’ın soyundan gelen kişiler tarafından Abbasî Devleti kurulmuştur ve onun ahfâdından/torunlarından birçok halîfeler gelmiştir. Kendisi de, Rasûlullâh’ın duâsının bereketiyle, ilimde çok yüksek derecelere ulaşmıştır.

Bu bahtiyar çocuk sahâbî; henüz çok küçük bir yaşta iken Peygamber Efendimiz’i sık sık görüp, nübüvvet kaynağından feyiz aldı. Abdest almayı, namaz kılmayı bizzat Peygamberimiz’den görerek öğrendi.

Efendimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- ailesi ile birlikte hicretin sekizinci senesine kadar Mekke’de kaldı. Mekke fethini müteakip; Huneyn, Tâif gazvelerinde ve Vedâ Haccı’nda Rasûlullah ile birlikte bulundu.

Sevgili Peygamberimiz’in bu gözde talebesi, 11 yaşında ailesiyle birlikte Medine’ye hicret etti. Aklı, zekâsı ve hizmeti sebebiyle sevilen Hazret-i İbn-i Abbas; çok kısa bir sürede uzun ve mufassal sûreleri ezberleyip Efendimiz’e dinletti.

Sık sık Peygamberimiz’in evine gidip, bazı geceler orada kalırdı. Zaman zaman Fahr-i Kâinât Efendimiz’in abdest suyunu o hazırlar, birlikte namaz kılarlardı. Allah Rasûlü -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm- Abdullâh’ı torunları gibi sever, kucağına oturtarak başını okşar;

“Sen ne güzel Kur’ân Tercümânı’sın!” buyururlardı.

Bir seferinde de elini başına koyarak;

“Yâ Rabbî! Bütün ilim ve hikmeti, bu başa ver! Onları te’vîl ve tefsir edebilsin!”3 diye duâ ettikten sonra elini göğsünün üzerine koyarak;

“İnsanoğluna ihsan ettiğin her ilim ve hikmet, bu güzel göğüste toplansın. Onu ölünceye kadar bu ümmetin âlimi yap!”4 buyurdular.

Sevgili Peygamberimiz’in böyle hususî duâlarına nâil olan Abdullah İbn-i Abbas, Kur’ân-ı Kerîm’i en iyi bilen, anlayan ve anlatan büyük bir âlim olarak tarihe geçti.

Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-; İslâm tarihinde siyasî faaliyetlerinden çok, ilmi ve sağlam şahsiyeti ile tanındı. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vefat ettiği sırada, o henüz 14 yaşındaydı. Bundan sonra Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberleyip, Übey bin Kâ‘b ve Zeyd bin Sâbit -radıyallâhu anhüm-’e arz etti. O, ileri gelen sahâbîlerden müteşekkil ilim meclislerinde bulundu ve onlardan çok şey öğrendi.

Hazret-i Ebûbekir’in halîfeliği sırasında ilim öğrenmekle meşgul oldu. Tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinde ayrıca şiir ve edebiyat gibi diğer mevzularda çok iyi bir şekilde yetişti. Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında başladığı fetvâ-kadılık vazifesine ölene kadar kesintisiz devam etti.

Hazret-i Ömer, zor bir meseleyle karşılaştığı zaman, İbn-i Abbas’a danışır, Ona;

“Ey becerikli, çöz bakalım.” sözleriyle iltifat ederdi. Sıtmaya yakalandığı zaman, Hazret-i Ömer, onu ziyarete gitmiş;

“Senin hastalığın bizi perişan etti. Allah bize yardım etsin.” demişti.

Hazret-i Ömer; İbn-i Abbas’ın, yaşının küçüklüğünden dolayı ashâbın yanında konuşmaktan çekindiğini görünce;

“Yaşının küçük oluşu konuşmana engel olmasın, haydi konuş dinleyelim.” derdi.

İlimde âdeta canlı bir kütüphane idi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve diğer ashâbın iltifatlarına nâil olmasına rağmen asla hâlini değiştirmedi. Devamlı tevâzu gösterir, çok methedildiği zaman;

“Bana bu nimeti ihsan eden Allah Teâlâ’dır. Çünkü Rasûlullah benim için duâ etti. İlim ve hikmet niyazında bulundu.” buyururdu.

Kendisi gibi ashâbın gençlerinden ve ilim ehlinden olan Abdullah İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- kendisine sorulup bilemediği meselelerin, İbn-i Abbas’a sorulmasını ve cevabının kendisine de bildirilmesini isterdi.

Meşhur velîlerden Şakîk-i Belhî, bir hac mevsiminde İbn-i Abbas’ın Nûr Sûresi’nin tefsirini yaptığı bir hutbesini dinleyince;

“Bu tefsirin kadri, kıymeti çok yüksektir. Eğer Rumlar, Türkler ve Deylemliler bunu duysalardı, hepsi müslüman olurdu!”5 sözleriyle hayranlığını bildirmişti.

Abdullah İbn-i Abbas, kendisine sorulan meseleleri çok isabetli bir şekilde cevaplandırırdı. Çalışmaları son derece muntazam olup, belli bir plân dâhilinde idi. Hangi gün, ne iş yapacağını önceden tespit eder ve onlara aynen riâyet ederdi. Hiçbir meselede tereddüde düşmemiştir. Suâl sormak için gelenlerin çok kalabalık olması sebebiyle onları ellişer kişilik gruplar hâlinde yanına alır, meselelerine öyle cevap verirdi.

Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri ve âyet-i kerîmelerin izahında yüksek bir ilme sahipti. Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’ya bu vasfından dolayı «Tercümânü’l-Kur’ân» denildi.

Abdullah İbn-i Mes’ûd -radıyallâhu anh-;

“O, Sultânü’l-Müfessirîn/Müfessirlerin sultanıdır.” buyurdu.

Ona ilminin genişliğinden dolayı; «Hibru Hâzihi’l-Ümme» (Bu ümmetin âlimi) ve «bahr» (deniz, ilimde derya) ismi de verilmiştir.6 Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin bir araya toplanmasında ve istinsah edilerek çoğaltılmasında onun çok hizmetleri oldu. İslâm âlimleri tefsir kitaplarını onun rivâyetleriyle süslediler. Mekke’de onun vasıtasıyla birçok müfessir yetişti.

Fıkıh ilminin temel direklerindendi. Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- ciltler dolusu fetvâlarıyla en kuvvetli üstadlardandı. Devrinde yetişen fakihler, ya doğrudan ders alarak yahut dolaylı olarak onun ilminden istifade ettiler.

Hadis ilminde Peygamber Efendimiz’den 1.660 kadar hadîs-i şerif rivâyet ederek muksirûndan oldu.

Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- ömrünün sonuna doğru Mekke’ye yerleşti. Uzaktan, yakından birçok kimse yanına gelerek onu ziyaret eder, derslerini dinlerdi. Hazret-i Muâviye’nin vefatından sonra Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarının Kûfe’ye yerleşme davetine icâbet etmedi. Hazret-i Hüseyn’i de ikaz ederek gitmekten alıkoymaya çalıştı, fakat bunda bir türlü başarılı olamadı.

Aradan bir müddet geçmişti ki bir öğle vaktinde Peygamber Efendimiz’i rüyasında gördü. Allah Rasûlü’nün üstü-başı tozlu, saçı darmadağınıktı. Elinde bir şişe tutuyordu. İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-;
“–Ya Rasûlâllah, bu ne şişesidir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz;

“–İçinde Hüseyin ve arkadaşlarının kanları var. Sabahtan beri yerden topluyorum.” buyurdular. Soruşturulunca Hazret-i Hüseyin’in o gün şehid edildiği anlaşıldı.

Hazret-i Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilmesi Abdullah İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’ya çok dokundu ve rivâyetlere göre üzüntüsünden gözlerini kaybedecek derecede içi yanarak ağladı. Ömrünün son demlerinde gözleri, görme yükünü kalbine emanet etti. Fakat o;

“Allah, gözlerimin nûrunu aldıysa da kalbim, kulaklarım ve dilim nursuz kalmadı.” deyip o hâliyle bile ilim ve irşad hizmetlerine devam etti.

Hazret-i İbn-i Abbas’ın gözlerine kara su indiği zaman, hekimlerden biri yanına gelerek;

“Eğer bir hafta sırt üstü yatıp hiç kalkmamaya ve namazlarını işaretle kılmaya dayanırsan, bu; senin gözlerini tedavi eder ve Allah izin verirse bir hafta içinde iyileşirsin.” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe, Hazret-i Ebû Hüreyre ve diğer ashâba haber göndererek, danıştı. Hepsi;

“Ya eğer bu hafta içinde ölürsen, kılmadığın namazlar nasıl olur?” diye cevap verdiler. Zaten namaza düşkünlüğü ile bilinen Hazret-i İbn-i Abbas;

“Peygamber Efendimiz’den;

«Kim namazı bırakırsa, Allah kendisine dargın olarak Allâh’ın huzuruna girer.» diye buyurduğunu işittim.” dedi ve namazlarını terk etmemek için, gözlerini tedavi ettirmekten vazgeçti.

O’nun gözlerini kaybetmesiyle ilgili olarak, kendisinden nakledilen şu kıssa da çok ibretlidir:

“Babamla beraber Peygamber’in yanına gittik. Orada kendisiyle konuştuğu bir kimse vardı. Sanki Hazret-i Peygamber babamı görmezden gelmiş gibiydi. Peygamber Efendimiz’in huzurundan çıktıktan sonra babam;

“–Oğlum! Fark ettin mi, amcanın oğlu sanki benden yüz çevirir gibiydi!” dedi.

“–Babacığım, Hazret-i Peygamber’in yanında bir kişi vardı. Onunla gizli bir şey konuşuyordu.” dedim. Bunun üzerine geri döndük. Babam;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü, ben Abdullâh’a şöyle şöyle söyledim. O da bana Sen’inle gizli bir şey konuşan bir adam bulunduğunu söyledi. Böyle bir kimse var mıydı?” dedi.

Hazret-i Peygamber;

“–Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?” diye sordu.

“–Evet, gördüm.” dedim.

Hazret-i Peygamber;

“–İşte o Cebrâil’dir. Dikkat edilsin, Abdullâh’ın iki gözü âmâ olmadan vefat etmeyecek, Allah ona büyük ecir verecek, vefat ettiği gün gözleri kendisine tekrar geri verilecek.”7 buyurdu.”

Hazret-i Abdullah, 70 yaşında (h. 68/m. 687) Tâif’te vefat etti. Cenaze namazını, Hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed bin el-Hanefiyye8 kıldırdı ve şöyle buyurdu:

“Bugün, bu ümmetin en büyük âlimi vefat etti.”

Tâbiîn’in büyüklerinden Said bin Cübeyr, onun cenaze merasiminde yaşanan ilgi çekici bir olayı şu şekilde nakletmektedir:

“İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ-’nın cenazesinde ben de bulundum. Hiç görülmemiş bir cins kuş gelip, kabrinin içine girdi ve dikkat ettik; bir daha çıkmadı.” İbn-i Abbas’ın âzadlısı ve talebesi İkrime;

“Bu kuş, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, vefat ettiği gün kendisine tekrar verileceğini va‘dettiği gözüdür.” dedi.

Defnedildiği sırada kabrin kenarında birisi;

“Ey huzur içinde olan kişi! Sen Rabbinden hoşnut, Rabbin de senden hoşnut olarak Rabbine dön, kullarım içine katıl ve cennetime gir.” (el-Fecr, 27-30) meâlindeki âyet-i kerîmeleri okudu. Fakat okuyanın kim olduğu asla bilinemedi.9

Allah şefâatlerine nâil eylesin…
___________________
1 Bu uygulamaya tahnik adı verilmektir.
2 Buhârî, 295; Müslim, 2477/138.
3 Buhârî, 3530; Tirmizî, 4075.
4 Buhârî, Vudû, 10; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 138.
5 O tarihte henüz Türkler müslüman olmamıştı.
6 Belâzûrî, Ensâbü-Eşrâf III, 31; Zehebî, Siyer III, 331-359.
7 Müsned ve Taberânî.
8 Ali bin Ebî Tâlib’in oğlu Muhammed’dir. Hasan ve Hüseyin’den ayırt etmek için annesine nisbet edilir.
9 Abdullah İbn-i Abbas hakkında geniş bilgi için bkz. Câmiu’l-usûl (Fedâilu’s-Sahâbe bâbı); el-İsâbe biyografi no: 4781; el-İstiâb (el-İsâbe’nin hâmişinde), H/350; Üsdü’l-Ğābe, m/192 Sıfatu’s-Safve, 1/746.