O’NUN SEVDİĞİNİ SEVMEK

İrfan ÖZTÜRK

Kişi, sevdiğini her şeyiyle, her hâliyle sever.

Bilhassa sevdiğinin sevdiklerini…

Cenâb-ı Hak, hepimize Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i ve O’nun sevdiklerini sevmeyi nasip eylesin. Peygamber Efendimiz’in en çok sevdikleri arasında en başta; ehlibeyti, onlar içinde de sevgili torunları gelir.

Efendimiz, sevgili kızı Hazret-i Fâtıma ve oğlu gibi yetiştirdiği Hazret-i Ali’nin evlâtları olan, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e çok muhabbet ederlerdi. Mübârek omuzlarında onları taşır, «Cennet reyhanları!» diyerek bağrına basar, onlara güzel sözlerle iltifatlarda bulunurlardı.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

“Cennet ehlinin gençleri Hasan ile Hüseyin’dir.”

Onlar da bu; dünyanın en mübârek ailesi içerisinde yetişen, iki büyük İslâm şahsiyeti olarak, nümûne bir hayat sergilediler. Babaları, anneleri ve muhterem dedeleri gibi ihlâs ve takvâ üzere bir hayat yaşadılar, merhamet, îsar ve cömertlik; hayatlarının temeli oldu.

Onların soyundan gelen seyyid ve şerifler de Allah Rasûlü’nün mânevî vârisleri olarak nebevî ahlâkı sergilediler.

Hazret-i Hüseyin’e gelerek yardım isteyen bir bedevînin hikâyesi onların, güzel ahlâkına ne güzel bir misaldir:

Rivâyete göre bir bedevî; Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-’a gelerek, kendisine şöyle hitap etti:

“–Yâ İmam! Muhterem dedeniz Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«Bir ihtiyacınız olduğu zaman, kendisinde şu dört haslet bulunan kişiden isteyiniz.» buyurmuş:

«1. Kavminin eşrafından, asil kimselerinden olan,

2. Kerîm olan, yani samimî bir şekilde cömert olan kimseden,

3. Kur’ân-ı Kerîm’e mânâsıyla birlikte âşinâ olan hâfızlardan,

4. Yüzleri, özleri gibi güzel olan kimselerden…»

Ey İmam! Sen ki, Habîb-i Edîb-i Kibriyâ’nın torunusun. Şüphesiz kavminin efendilerinden ve en şereflilerindensin. Haseb ve nesepçe yeryüzünde sizden daha asil kimse yoktur.

Kerem, yani cömertlik ise zaten dededen toruna sizlerin hiç ayrılmadığınız bir âdetinizdir. Babanızın, annenizin ve bilhassa dedenizin sehâveti, îsârı, cömertliği dillere destan idi. Siz de onların yolundan gitmektesiniz.

Mânâsı ve tefsiriyle Kur’ân-ı Azîm’e herkesten ileri bir şekilde vâkıf ve âşinâ olduğunuzda da hiç şüphe yoktur. Çünkü Allâh’ın kitabı; hâne-i saâdete nâzil olmuş, oradan etrafa tebliğ olunmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmını, sırlarını, inceliklerini, hikmetlerini sizden daha iyi kim bilebilir?

Güzellik bahsine gelince, ceddinden daha güzel hiç kimse yaratılmamıştır ve yaratılmayacaktır. Muhterem dedenizin;

«Beni görmek isteyen Hasan ve Hüseyin’ime baksınlar.» buyurduklarını da bilenlerdeniz ki sizin cemâlinizin güzelliğini ispat için başka delile hâcet yoktur.

Sâbit oldu ki, benim şu ihtiyacımı arz edebileceğim sizden daha lâyık kimse yoktur.”

Hazret-i Hüseyin, bu girizgâha ve bilhassa âbâ ve ecdâdı için söylenen güzel ve hakkāniyetli sözlere memnun oldu;

“–Söyle bakalım, nedir ihtiyacın?” dedi.

Çölün bu garip insanı, ihtiyacını ifadede de kendine mahsus bir yol izledi ve dille söylemeyerek derdini toprağa yazarak arz etti.

Hazret-i Hüseyin, bedevîye kendi tarzıyla mukabelede bulunmak üzere şöyle buyurdu:

“–Dedem Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

«İhsan, kişinin hüner ve mârifetine göredir.» buyurmuşlardır. Babam ise;

«Kişinin kıymeti, bildiği kadardır.» derdi.

Bu sebeple sana üç soru soracağım. Bunlardan birine isabetli cevap verirsen, malımın üçte birini; iki soruma isabetli cevap verirsen, malımın üçte ikisini; üç soruma da cevap verirsen, mâlik olduğum malın tamamını sana veririm.” dedi ve ihtiyaç sahibi bedevîye Irak’tan ganimet malı olarak gelen içi altın dolu bir torbayı gösterdi.

Bedevî, bu teklifi sevinçle kabul etti ve soruları cevaplandırmaya hazır olduğunu bildirdi.

Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh-, ilk suâli sordu:

“–Sâlih amellerin en iyisi nedir?”

Bedevî hiç düşünmeden cevapladı:

“–Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine îman etmektir.”

Sıra ikinci sorudaydı:

“–Kulu, helâk olmaktan kurtaran nedir?”

“–Allah Teâlâ’ya itimat etmektir.”

Üçüncü soru ise şöyleydi:

“–Kişiye ziynet veren şey nedir?”

Bedevî, bu soruyu da şöyle cevaplandırdı:

“–Hilim ile birleşmiş ilimdir.”

Hazret-i İmam tekrar sordu:

“–Kişide bu sıfat bulunmazsa ne olur?”

Bedevî cevap verdi:

“–Gökten yıldırım iner ve kendisini yakar.” dedi.

Bu cevaplardan fevkalâde memnun olan Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anh- gülerek ağzı mühürlü para torbasını bu bahtiyar zâta ihsan etti.

Allah şefâatlerine nâil eylesin…

Allâh’ı ve Sevgili Habîbi’ni canlarından, mallarından ve evlâtlarından daha çok sevenler; Allah Rasûlü’nün âline, evlâdına, ezvâcına, ashâbına ve ahbâbına sadâkat ve samimiyetle gönül verenler; Allah ve Rasûlullah yolunda, dîn-i mübîn-i İslâm uğrunda canlarını, mallarını ve başlarını fedâ etmeye hazır bulunanlar; Cenâb-ı Hakk’ın has kullarından, Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in çok sevgili ümmetindendir. Onlar için, âhiret âleminde hiçbir korku ve üzüntü yoktur. Onlar dünyada bıraktıkları için asla kaygılanmamalı, tasa çekmemelidir. İyi bilmelidirler ki, pek yakın olan kıyâmet gününde; muhabbetlerinin, hüsn-i niyetlerinin, samimiyet ve sadâkatlerinin karşılığını mutlaka alacak ve son derece memnun kalacaklardır. İnşâallah rıdvan, cennet ve cemâle nâil olacaklardır.

Bütün bu sayılanlara, ölüm denilen yolculukla başlanır. Âşıklar için o gün «ölüm» günü değil, «olum» günü olacaktır.

Gözünüz aydın olsun, kalplerinize nurlar dolsun, gönülleriniz sürûr bulsun. Mekânınız cennet, hediyeniz cemâlullah ve ru‘yetullah olsun. Âmîn…

Dünyada sevdir bize
Rabbim Rasûlullâh’ı…
Cennetinde lutfeyle
Bize «cemâlullâh»ı…

(Gülzâr-ı İrfan)