NE MÜBÂREK MEVLİD; BİR KUTLU DOĞUM!..*

SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)

Mekke ufkunda Halîl’in dileği,
Mesih’in muştusu, bir gözbebeği;

Sırr-ı tevhîd ile nur deryâsı,
Tertemiz annesinin rü’yâsı;

Hakk’ın en sevgili Peygamberi O;
Müjdelenmişti ezelden beri O..

Müjde! Evvelki Rebî, on iki, tam,
Yirmi Nîsan’dı, dolup taştı selâm.

Müjde yağdırdı semâvî salevât;
Ey gönül! Eyledi Allah da salât..

Öyle bir nûr ile Peygamber-i Dîn,
Doğdu fecrinde pazar ertesinin..

Gördüler; gökte de yok böyle Güher,
Övdüler; «İsmi Muhammed» dediler.

Baktı, şâd oldu mübârek anne,
Dedi: «Bir nur ki, güneş pervâne.»

Tüm melekler gelerek, etti nidâ:
Merhabâ, âleme ey Nûr-i Hudâ!

Saf tutup yan yana peygamberler,
Dediler: «Sen’sin imâm, ey Server!»

Gördüler; cismi de öz, cânı da öz,
Görmemiştir daha âlâsını göz!

Nûr-i billûr idi, sünnetli idi,
Aşk-ı Mevlâ ile kıymetli idi.

Hem kesilmişti mübârek göbeği,
Sardı nur kundağa gökler bebeği.

Yağdı yağmur gibi nûr üstüne nûr,
Nurlu mevlidde neler etti zuhûr:

Oldu tüm yeryüzü hak kandile ev,
Söndü bâtıldaki bin yıllık alev..

Sönmeyen Nûr ile mest oldu cihan,
Attı çığlık, kederinden şeytan!1

Kuruyup gitti batık Sâve Gölü,
Gül, gülistanlara döndürdü çölü..

Oldu korkar, sarayından Kisrâ,
Çöktü on dördü de burcun zîrâ!

Getirip hem de ne putlar tekbir,
Düştüler secdeye bir bir, o fecir!2

Dedi yer-gök: «Bu Nebî müstesnâ!»
İşitenler, dediler: «Âmennâ!»

Her çeşit başladı dil; «lebbeyk»e,
Her felek, oldu zemin, tebrîke.

Önce tesbîh-i Hudâ eyledi Gül,
Sonra ısrarla nidâ eyledi Gül;

Dedi: «–Geçmiş, geçecek hayli fasıl,
Söyleyin, ümmetimin hâli nasıl?»

Can fedâ olsun Efendim, bu söze;
Ne büyük lutf-i ilâhî bu bize!

Ne büyük kutlu doğumdur, doğumun,
Yerde biz; ay ve güneş, gökte mumun.

En zayıf söz bile bir gül kesilir,
Sen’i anlatmaya bülbül kesilir!

Sözü, ey ravza-i aşkın nefesi,
Özü, ey Sevgililer Sevgilisi!

Sen’in uğrunda fedâdır niyetim,
Eyle kurban, bu benim emniyetim!

Gurbetin sancısı, hasret sızılı,
Bu muhabbette Muhammed yazılı…

Ey Bulut! Toprağı yakmıştı kurak,
Geldin âlemlere rahmet olarak!..

Sen ki levlâke hitâbıyla mecîd,
Sen ki Yâsîn ile Tâhâ ve Hamîd,

Sen ki, Ekrem ve Mükerrem’dir adın,
Ey kerem kânı! Hidâyet kıldın;

Buldu derman, katılan sohbetine,
Sen şifâsın, Sen’i bir kez görene..

Sen ki, yâdın bile ey Gonca, devâ!
Yüreğim eyledi aşkınla nevâ;

Çâresiz kaldı ilim, yetmedi söz,
Susacaktım, ama bir yandı ki öz;

Yine göz açtı muhabbet mîmi,
Methe cân attı gönül iklîmi..

Rahmetinden de cesâret alarak,
Ey Bulut! Nûruna hayran kalarak,

Taştı sevdâ ile bağrımda sebîl,
Döndü deryâya muhabbet dolu dil.

Sen ki, ey ümmete «Ve’ş-Şemsi» olan,
Varlığın arza şeref verdiği an;

Geceler oldu «le-amruk» ile nûr,
«Ve’d-Duhâ» günlere bahşetti sürûr.

Beklenen fecre nasîb oldu sabâh,
Dindi hicranla yanan bir nice ah!

Merhamet eyle bu Seyrî’ye dahî,
O da muhtâc-ı kerem, vallâhi…
Vezni: feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)

1 İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271.
2 Bkz. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273.
*Hilye-i Şerîfe’den bir bölüm.