EY ŞEHR-İ GÜL, MEDİNE
M. Faik GÜNGÖR m.f.g023@hotmail.com
Tan yeri ağarmadan Mescid-i Nebevî’ye,
Varsam secde-gîr olsam, ağlasam doya, doya.
Döksem gözlerimden yaş kalmasa biteviye,
Arınıp günahlardan, halvet etsem uykuya.
Yılların hasretidir tutuşturan gönlümü,
Hep güneye inecek kervan aradım, durdum.
Çevirmeden gayriye bir an olsun yönümü,
Bu maksatla aylarca bu hayale oturdum.
Örümceklere sordum güvercinin hüznünü,
Giydirip düşünceme sütbeyaz aklarımı.
Nasip olsa Rasûl’ün, ömre yaysam izini.
Varsın kızgın çöl kumu, yaksın ayaklarımı.
Güneş tam tepedeyken sığınmadan gölgeye,
İnsem Mekke’ye doğru yorgun-argın biçimde.
Bedir kuyularının; gün düşünce öğleye,
Avuçlayıp suyunu içmek sevda içimde.
Yönelsem ufuklara, görsem Hirâ Dağı’nı,
Uhud’da Hamza ile yan yana yatanları.
Yaşasam nokta nokta, altın neslin çağını.
Duâlarla süslesem, küfre kaş çatanları.
Düşer mi yolum bilmem, uğrar mıyım Tâif’e?
Peygamber’in sırtını verdiği ağaç nerde?
Hangi kitapta zulüm ve kin kokan sahife?
Doğrasam satır satır, sabrın bittiği yerde.
Girsem sokaklarına sorsam gelip geçene,
O günleri yaşayıp hicap duymayan var mı?
Rastlar mıyım acaba çile ekip biçene,
Seslensem Kuaykıan çığlığımı duyar mı?
Ey şehr-i Gül, Medine; sadâkat ne, sâdık kim?
Taşıyanlar nerede kardeşinin yükünü.
Ne mutlu o dâvâya, bahtsız kızlara hekim,
Ensâr’ın heybesinde, sahâbenin yekûnu.
Silindi mi semâda güneşi perdeleyen,
Bulutların şenliği, tatlı tebessümleri.
Bahîra’nın evinde zamanı rendeleyen,
Vicdanlar yeşerince kayboldu cisimleri.
Duvarına Kâbe’nin asılıyor mu şiir?
Dönüş mü var acıya, sürgünde mi asalet?
Kimin borazanını seslendirmekte şair?
Baş tâcı mı edildi şöhret diye rezâlet?
Gök kubbenin altında oldu bütün olanlar.
İkiye bölündü ay, Nebî’yi tasdik için.
Sahibini kül etti en sonunda yalanlar.
Servet hamalı Kārûn heykeli şimdi hiçin.