ALLAH İLE OLAN İLETİŞİMİMİZ…

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve arzularına göre) da konuşmaz.” (en-Necm, 1-3)

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in «hevâsından bir şey söylememesi» gerçeğinin derinliğindeki sebebi düşündük mü hiç? Nasıl olur da bir insan «seçilmiş, özel bir insan, bir peygamber de olsa» kendi hevâ ve hevesinden konuşmama gibi bir özelliğe sahip olabilir? Ne tür özellikler bir insanı bu kıvama getirebilir?

«O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir Peygamber’di.» demek mevzuyu kısa yoldan açıklasa da, O’nun insanlara «üsve-i hasene» olarak gönderilmesiyle de alâkalı bir açıklaması olmalı değil midir?

«O’na bunu Rabbi ikram etmiştir.» demekten ziyâde; «Namazı, orucu, duâsı, doğruluğu, dürüstlüğü, adâleti, hoşgörüsü, merhameti ve saymakla bitiremediğimiz nice güzel hasletlerinin bütünü O’na bu özelliği kazandırmıştır.» demekle doğru bir varsayımda bulunmuş olur muyuz bilemeyiz. Lâkin O’nu örnek alan insanlar olarak kendi payımıza da birtakım hisseler çıkarmak durumundayız, diyorsak O’nun insanî özelliklerini göz önünde bulundurmak zorundayız.

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- neler yaptı, neler düşündü, neler hissetti ki Rabbiyle arasında O’na kendi hevâsından konuşmasına fırsat vermeyecek kadar kuvvetli bir bağ kurdu? «Rabbiyle arasındaki iletişimi engelsiz bir şekilde tam anlamıyla gerçekleştirmişti.» desek doğru söylemiş olur muyuz acaba? Namazını, duâsını, insanlarla olan muâmelâtını okuduklarımızdan yola çıkarak şöyle bir hatırlayıp hissetmeye çalışırsak tespit edeceğimiz gerçek mutlaka şu olacaktır; O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bütün hayatı boyunca Allâh’ın rızâsını ve sevgisini kazanmayı hedeflemiş, O’nu asla unutmamıştır!

Şimdi şöyle bir kendimizi düşünelim; Rabbimizi ne sıklıkla hatırlıyoruz? O’na ne kadar çok inanıp güveniyoruz, ne kadar çok sığınıyoruz, dayanıyoruz. O’nun sevgisini kaybetmekten ne kadar çok korkuyoruz?

Birilerinin karşısında Allah adına öfkelendiğimiz ya da heyecanlandığımız bir ânımızı hatırlayalım! Hakkı ve adâleti nasıl da savunmuştuk değil mi? Başka zamanlarda da; «Bunları ben söylemiş olamam, bunları bana Allah söyletti.» şeklinde yorumlarımız da olmuştur muhakkak.

Şimdi o ânın içine bir daha girelim. Diğer zamanlardan farklı olarak neyimiz vardı? Aynı akla, ilme ve kişiliğe sahip olmamıza rağmen başka zamanlar niye ağzımızdan böyle etkili kelimeler çıkmıyordu?

Sadece ve sadece o an Allah’la olan münasebetimiz çok güçlüydü desek yanılmayız sanırım. O zamana kadar sahip olduğumuz gerek niyetlerimiz, gerekse de duâlarımız bizim o frekansı tutturmamıza sebep olmuştu belki de!

Küfür, şirk, isyan, günah, ilh… gibi Yaratan’la aramızda engel teşkil edebilecek bütün iletişim engellerinden sıyrılarak, O’nun bize şah damarımızdan daha yakın olduğu hissiyle ve bizi her dâim görüp gözetliyor inancıyla Yaratan’la aramızdaki münasebeti güçlü tuttuğumuz anlar Allâh’ın bazı şeyleri bize söylettiğine şahit oluruz. Tıpkı Hazret-i Peygamber’in her dâim kendi hevâ ve hevesinden konuşmaması, sadece Allâh’ın rızâsına uygun konuşması gibi!

“Faydasız ilimden, korkusuz kalpten, doymayan nefisten ve kabul olmayan duâdan Sana sığınırım.” (Müslim)

“Allâh’ım kötü ahlâk, kötü amel ve kötü heveslerden Sana sığınırım.” (Tirmizî)

“Allâh’ım, ateşin fitnesinden, zenginlik ve fakirliğin şerrinden Sana sığınırım.”

“Allâh’ım sahip olduğum nimetlerden mahrum olmaktan Sana sığınırım. Bana nasip olan bu âfiyetin yok olmasından Sana sığınırım. Ânî gazabından ve hoşnutsuzluğundan Sana sığınırım.” (Müslim)

“Allâh’ım, hususî ve umumî bütün kötülükleri bünyesinde toplayan habislerden Sana sığınırım.”

“Allâh’ım, doğru yoldan sapmaktan, başkalarını saptırmaktan; hataya düşmekten, başkalarını da düşürmekten; haksızlık etmekten, haksızlığa uğramaktan; hürmetsizlik ve câhillik etmekten yahut bunlara maruz kalmaktan Sana sığınırım.”

Tüm bu duâları ve bunun gibileri hatırlıyoruz değil mi? Nâs ve Felâk sûrelerinin anlamlarını… Hazret-i Musa’nın:

“Câhillikten Allâh’a sığınırım.” (el-Bakara, 67);

Hazret-i Meryem’in;

“Eğer Allah’tan korkuyorsan, senden; Rahman olan Allâh’a sığınırım.” (Meryem, 18) şeklindeki duâsını… hatırlıyoruz değil mi? Niye Allâh’a sığınmak Kur’ân’da bu kadar çok tavsiye ediliyor ve Hazret-i Peygamber’in duâlarında pratiğe dökülüyor?

«SIĞINMAK» kelimesi Allah ile aramızdaki iletişimi güçlendirmede anahtar bir kelimedir.

Bir hadîs-i kudsîde;

“Ben âbid ve zâhid bir kulumu sevdiğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; benimle görür, benimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.” (Buhârî) buyurulur.

Yine bir hadiste de;

“Mü’minin firâsetinden sakının, çünkü o Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî) şeklinde hakikî mü’minlerin özelliklerinden bahsedilir. Yani gerek ibâdetlerimizden, gerek insanlarla olan muâmelâtımızdan, gerekse de duâlarımızdan elde edeceğimiz netice; her yerde ve yüreğimizde hissedeceğimiz yüce Yaratıcı’yla iyi bir iletişim kurarak O’nun bizim gören gözümüz, işiten kulağımız, söyleyen dilimiz olmasıdır!

“Ey inananlar, eğer Allah’tan sakınırsanız O size doğruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar.” (el-Enfâl, 8/29) buyuran Allah Teâlâ, tıpkı Hazret-i Peygamber’in hevâ ve hevesinden konuşmadığını belirtmesi gibi mü’minlerin de Yaratıcı’yla iletişimlerini güçlendirmesi neticesinde onlara özel bir güç vereceğini teyit eder.

O’na güvenip dayandıkça, sığındıkça, O’nun sevgisini kaybetmekten sakındıkça O’nunla olan münasebetimizi güçlendirebilir, Hazret-i Peygamber’in hevâ ve hevesinden konuşmaması gibi biz de özel bir güçle donanabiliriz. Biz âciz kullar; her zaman olamasa da en azından bazı özel zamanlarda Rabbimizin kendimize çok yakın olduğunu hissedebilir miyiz, ne dersiniz?