OSMANLI’YI YÜCELTEN MUHABBET

Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; üstlendiği misyonu, vahiyle yoğrulan üstün ahlâk ve davranışları ve ortaya koyduğu mükemmel aksiyonu itibarıyla bütün beşeriyet için en güzel örnek (üsve-i hasene)dir. O’nun sünnetine hakkıyla ittibâ edenler; hayırlı işlere muvaffak olarak gerek çevrelerinde ve gerekse vefatlarından sonra rahmetle yâd edilirken, peşin hükümlülük ve dünyaperestlikle O’na düşman olanlar ise hiçbir iz ve eser bırakmadan silinip gitmişlerdir. Bu bakımdan merhum Kâmil MİRAS bir şiirinde şöyle der:

Sana ey Şâh-ı Rusül uymayanın bitmez işi;
Bû Leheb gibi onun «tebbet» olur serzenişi!

İşte Orta Asya’dan Anadolu’ya göçüp, Söğüt’te karar kılarken Osmanlı’yı dört yüz atlıdan ibaret bir aşiretten cihana hâkim bir devlete taşıyan husûsiyet; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e olan engin bağlılık ve sevgisinden neş’et etmiştir. Nitekim daha genç bir bahadır iken misafir olduğu Şeyh Edebâli Hazretleri’nin evinde asılı Kur’ân-ı Kerîm’e olan saygısından ayağını uzatıp yatmayan devletin kurucusu Osman Gazi, oğlu Orhan Gazi’ye amaçlarını;

“Gayemiz kuru bir cihangirlik değil, i‘lâ-yı «kelimetullah»tır.” diye özetler. İstanbul’un fetih aşamasında Bizans asillerinden hıristiyan Notaras, batının duygularını şu cümle ile dile getiriyordu:

“İstanbul’da kardinal şapkası görmektense Türklerin sarığını görmeyi tercih ederim.”1

Rasûl-i Zîşân Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in görevlendirildiği hayat nizamı; hür irade, îman ve ihsan örgüsünü esas aldığı için fıtriyâta uygun ve açıktır. Bunda eziklik, eğilme, cehâlet ve ayrımcılık ile dünya sarhoşluğu yoktur. Karanlıkta ve zulüm altında kalan beşeriyet; vahyi, çok müşfik bir el ve ışık olarak görüp tanımışlardır. Efendimiz’in çok önem verdiği ilim, hikmetle iç içedir. Âlimlere, nebîlerin vârisleri pâyesi verildiği gibi fazîlet ve ahlâkî erdemler olmadan ilim düşünülmemiştir. İslâm âlimlerinin nefsî ve dünyevî ihtiraslardan uzak olarak her konuda çığır açacak çalışmalar yapması insana ve devlete verilen değerde yatar.

İşte Osmanlı, piramidin tepesinde olan hükümdarından sokaktaki insanına kadar bu maya ile yoğrulduğu için güven ve itibar kaynağı olmuştur. Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi daha küçük yaşlardan itibaren oğlunu evlâd-ı Rasûl olan Şeyh Edebâli ocağına teslim ettiği gibi vasiyetnâmesinde;

“Bana karşı gel ama ona karşı gelme!” diye edep ve kemâlâtla donatmıştır. Böylece Osmancık; Akça Koca, Konur Alp, Abdurrahman Gazi ve Turgut Alp gibi erenlerle bir arada yetişerek hem Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevgisi ile dolmuş hem de pratik ve kalıcı idarecilik eğitimini almıştır. Osmanlı sultanları; hakkı söyleyen, istikametten ayrılmayan ve eğri olanları doğrulayan seçkin ulemâya değer vererek Rasûl-i Ekrem’in sünnetini yaşattılar.

Yıldırım Bâyezid, Molla Fenârî’nin ikazını dikkate alarak Niğbolu zaferine şükür için Ulu Cami’yi yaptırdığı gibi cemaatle namaza da devam etmeye başladı. Yıldırım’ın saray imamlığını yapan Süleyman Çelebi, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aşkını gönüllere nakşeden «Mevlid» eserini Bursa’nın Çekirge semtinde bulunan Yoğurtçular Tekkesi’nde2 kaleme aldı.

II. Murad Han, Hacı Bayram Velî Hazretleri’nin bağlısı olarak o derece Kur’ân’a ve Sünnet’e ittibâ ederdi ki; taht, mânevî hayatına zarar verir endişesi ile Manisa’daki tekkeye çekilmek istemiş fakat hocaları izin vermemişti. Dîvanında şöyle demiştir:

Varalım bir-iki gün zikredelim Mevlâ’yı
Bize ısmarladılar mı şu yalan dünyayı?

Peygamberimiz’in, fetih müjdesi ile dolup taşarak kendini yetiştiren Fatih Sultan Mehmed gece yarılarına kadar proje çalışmaları yapardı.

Bu yüzden birbirinden değerli vakıf eserleri meydana getirdiği gibi, Efendimiz’in sancaktarı ve İstanbul’umuzun medâr-ı iftihârı Ebû Eyyûbe’l-Ensârî Hazretleri’nin de kabirlerini hocası Akşemseddîn’in işareti üzerine külliye hâlinde donatmıştır.

Dokuzuncu Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim; Mısır’ın fethi ve Hicaz idaresinin Osmanlı’ya bağlanmasının sâdık rüya ile de tevsîk edilmesi üzerine3 Napolyon’un geçmeyi başaramadığı Tih Çölü’nü 13 günde aşıp, Topkapı Sarayı’ndaki Emânet-i Mukaddese bölümünü şereflendiren Peygamberimiz’e ait eşyaları getirmiş ve halîfeliği devralmıştır.

İçinde bulundukları hükümdarlığı bırakarak hacca gitmeleri mümkün olmadığı için Kâbe ve Ravza aşkı ile yanıp tutuşan Osmanlı padişahları, bu özlemlerini mukaddes beldelere sayısız hizmet götürmek ve çok zengin vakıflar kurmak sûretiyle bir nebze gidermeye çalışmışlardır.

Allâh’a hamdolsun 1991 yılındaki umre ziyaretim sırasında mukaddes topraklardaki Osmanlı hizmetlerini araştırıp uzun bir yazı konusu yapmıştım.

İşte bu cümleden olarak üç ayların girmesi ile yola koyulan ve mukaddes topraklara hediye ve hizmet kervanı olan «Surre Alayı» geleneğini Yavuz Sultan Selim başlattığı gibi Kahire’de Melik Müeyyed camisindeki hutbe sırasında kendisinin; «Hâkimü’l-Harameyni’ş-Şerîfeyn» (Mekke ve Medine’nin hâkimi) şeklinde anılmasına müdahale ederek;

“Yok, yok, bilâkis Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerîfeyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) şekline çevirmiştir. Mescid-i Nebevî’nin Bâbüsselâm adlı kapısına yakın ikinci mihrap da Yavuz Sultan Selim’in eseridir.

Kanunî Sultan Süleyman ise;

Ellili yıllara kadar mevcut olup sonradan ortadan kaldırılan dört imama ait makamları,

Zemzem kuyusu ağzının yükseltilmesi ve üç metre genişliğinde mermer ağız ve havuz yapılması,

Kâbe revaklarındaki 892 adet sütunun Mimar Mehmed Ağa tarafından plânın tatbik ettirilerek yenilenmesi,

Ahşap olan kemerlerin kârgire çevrilmesi,

500 kubbe ve 19 kapı yapılması,

Kâbe kapısı, sarı taştan ve mermer kaplı bilumum yerlerin inşası,

Süleymaniye Medresesi ve minaresi,

Bâbüsselâm’dan Mescid-i Nebevî’ye girişte birinci mihrap,

Kâbe’nin mermer kaplanması4, tavanının tamiri, Altınoluk,

Medine’ye güney taraftan su getirilmesi,

Medine’nin surla çevrilmesi işlemlerini yaptırmıştır.

Sultan I. Ahmed Kâbe revaklarını çembere alırken Kâbe’ye som altından bir kuşak ve Ravza için maliyeti altı bin altını bulan zümrüt askıyı yaptırmıştır.

Ravza-i Mutahhara için III. Murad’ın yeşil ve yaldızlı camdan,

III. Mustafa’nın som zümrüt askısı,

III. Selim’in yumurta şeklindeki askısı,

II. Mahmud’un deve kuşu yumurtası şeklindeki askısı bilinmektedir.

Sultan IV. Murad sel tahribatı ile yarılan Kâbe’yi 1629 yılında Hazret-i İbrahim’in oturttuğu seviyeye kadar indirip yeniden inşa etti.

Bir altının 200 kuruş olduğu o dönemde Sultan II. Abdülhamid Han Mekke ve Medine’de 37.752 kuruş sarf ederek iki kütüphane kurdu. O dönemdeki İslâm âleminin bütün kütüphane kataloglarını tanzim etti.

Mekke, Medine, Arafat ve Ravza’nın içme suyu tesislerine yine aynı hükümdar el atmıştır. Yine Ravza-i Mutahhara’ya o zamana kadar yapılmayan 313.739 kuruş yani takriben beş bin altın masrafla büyük tamirat, nakış, yıkık kapıların yeniden yapılması ve Bâbüsselâm’dan, Bâb-ı Cibrîl’e kadar kıble duvarındaki muazzam âyetler ve Esmâ-i Hüsnâ’nın İznik çinileri ile bir arada zarif şekilde işlenmesi Sultan Abdülhamid’in Peygamberimiz’e muhabbetinin en güzel tezâhürleridir.

Yine Cennetmekân’ın Mekke’de Bilâl-i Habeşî Caddesi üzerinde ve yan tarafındaki musluklardan zemzem akan beş katlı Misafirhane-i Hümâyun binası vardır ki5 her yıl asker ve sivil yüksek kademedeki zevattan yüz kişiyi hacca göndererek burada misafir edip masraflarını kendisi karşılamıştır.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in doğum gününde her yıl İstanbul’daki bütün askerî yemeklere kuzu ve helva ilâve ettirirdi. Hicaz Demiryolu da mukaddes topraklara gidişi kolaylaştırdığı gibi İslâm âlemini yekvücut hâle getirmenin ve kalkındırmanın en akıllıca yoludur. Bu demiryolu hattı o zaman mevcut en uzun demiryolu olan Los Angeles hattının iki katı boyunda ve dünya birincisi olmuştu.

Unutmayalım ki Siyonizm’in o zamanki en büyük işbirlikçisi İngilizler bu ihaleyi çeşitli entrikalara rağmen alamayınca sultanı tahttan indirip Osmanlı’ya son vermekle kinlerini açığa vurmuşlardır. Bu hattın Medine’ye varan son beş kilometresinde Peygamberimiz’e olan üstün hürmet ve muhabbetten dolayı trenin gürültüsünün duyulmaması için rayların altına keçe döşenmiştir.6

Ne yazık ki işletmeye açılışından altı ay gibi kısa bir müddet sonra, II. Meşrutiyet’i takip eden günlerde İngilizler her bir traverse (ray istinadı) on memur maaşı ödeyerek demiryolu şebekesini yağmalatmışlardır.

Medine’deki mahkeme binası, kemerli tren köprüsü, istasyon ve Hamîdiye Camii de Sultan Abdülhamid’in eseridir. Telgraf hatlarını da 30 bin kilometreye çıkararak Medine’yi Orta Doğu’nun her tarafına ve İstanbul’a bağlamıştır.

Allah mekânlarını cennet eylesin. Cennette Efendimiz’e komşu eylesin!..
______________
1 Osmanlı döneminde yabancıların kullandığı Türk kelimesi, müslüman-Türkleri ifade etmektedir.
2 Bugün bu mahal, ne yazık ki korunmamış ve kahve bahçesi olmuştur.
3 A. Talay, Gerçekleşen Rüyalar, s. 168.
4 Kâbe’nin Hâtem kısmının alt köşesinde yere yakın Kanunî’nin tuğrası ve kitâbesi mevcuttur.
5 Maalesef eski Petrol Bakanı Zeki Yamanî vakfa el koyarak işgal etmiştir.
6 A.Talay, Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid Han, Risâle ve Armoni Yayıncılık.