II. HAÇLI SEFERİ (1147-1149)

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

İlk haçlı devletlerinden Urfa Kontluğu’nun Musul Atabeyi İmâdüddîn Mahmud Zengi tarafından ele geçirilmesi (Aralık 1144) Avrupa’da büyük endişe uyandırmış ve yeni bir haçlı seferinin fitilini ateşlemişti. Nitekim Papa III. Eugenius bu gelişme üzerine 1145 yılının sonunda hıristiyan dünyasına yeni bir haçlı seferi çağrısında bulundu. Katolik dünyasının rûhânî lideri bu sefer için tüm ağırlığını ortaya koyarak maddî ve mânevî teşvikleri ile katılımın büyük boyutlara ulaşmasını sağladı.

Çağrıya ilk coşkulu destek, Fransa kralı VII. Louis’den geldi ve sefere; ordusunun başında bizzat katılma kararı aldı. Başta Clairvaux’lu Aziz Bernard olmak üzere Hıristiyan din adamlarının ateşli teşvikleriyle sefere katılım, artarak sürdü. Nihayet Alman İmparatoru da geniş kitlelerin sesine kulak vererek haçlı seferine iştirak etmeye iknâ oldu. Üstelik yanında Bohemya ve Polonya Kralları da bu sefere katılacaklardı. Böylece Avrupa’nın iki büyük imparatorunun liderliğinde yeni ve büyük bir haçlı seferi hazırlanmıştı.

İlk harekete geçen Alman İmparatoru Konrad oldu ve ordusuyla Macaristan topraklarını aşarak Bizans topraklarına girdi. Bizans’ın, kendi çıkarları açısından Avrupa’nın bu yeni girişimini uygun bulduğu söylenemezdi. Nitekim haçlı orduları, henüz Bizans toprakları üzerinden Anadolu’ya ulaşmadan önce İmparator Manuel Komnanos Anadolu Selçuklu Sultanı Mes‘ud’la barış yaparak çok yönlü tehditlere karşı tedbir alma ihtiyacı duymuştu.

Alman İmparatoru Konrad ve beraberindeki disiplinsiz ve kalabalık ordusu 1147 Eylül’ünde İstanbul’a ulaştı ve tıpkı daha önceki haçlı orduları gibi Bizans’a zarar vermeyeceğine dair taahhüt içeren yemini yapmak zorunda kaldı. Alman, Bohemyalı ve Polonyalılardan oluşan orduda birlik ve bütünlük olmadığı gibi zaman zaman meydana gelen taşkınlıklar da sevk ve idareyi güçleştirmekteydi. Bu durum, Bizans açısından oldukça rahatsız ediciydi. Bizans İmparatoru Manuel; İstanbul’da yaşanan bu karmaşaya, gelmekte olan yeni Fransız haçlı birlikleri de eklenmeden son vermek için Alman ordusunu Anadolu üzerinden Antalya’ya yönlendirdi. Böylece Türklerle çatışmaya girmeden, Bizans arazisi güzergâhı kullanılmış olacaktı. Ancak İznik’e geçen Alman İmparatoru kendisine o kadar güveniyordu ki; savaşçı olmayan gönüllüleri İznik’te bırakıp, muhârip seçme 20 bin kişilik bir orduyla doğuya yönelerek ilerlemek istedi. Nihayet Eskişehir yakınlarında (Dorylaion) I. Mes‘ud tarafından idare edilen Selçuklu ordusuyla karşı karşıya geldiler. İnsicamdan ve disiplinden mahrum haçlı ordusu için bu karşılaşma büyük bir bozgunla sonuçlandı. Haçlı ordusunun yüzde doksanı saf dışı bırakılarak imha edildi. Alman İmparatoru ise çareyi; çoğu yaralı 2000 askeriyle İznik’e doğru kaçmakta bularak, canını kurtarmış oldu. Kazanılan bu zaferin müslüman-Türkler için çok özel bir anlamı vardı. Selçuklular, bu üstün başarıyla I. Haçlı Seferi sırasında aynı yerde yaptıkları savaşın güzel bir rövanşını almışlardı.

Öte yandan II. Haçlı Seferi’ne katılan Fransa Kralı VII. Louis de aynı sıralarda eşinin de katıldığı daha güçlü bir orduyla, aynı yolu takip ederek Ekim ayında İstanbul’a ulaştı. Selçuklularla anlaştığı için kendisine güvenmemekle beraber Bizans İmparatorluğu’yla anlaştı. Buna göre Haçlı ordusu Bizans’a zarar vermeyecekti ve aldıkları eski Bizans topraklarını Bizans’a bırakacaklardı, buna karşılık Bizans da haçlı birliklerine Anadolu içlerinde kılavuzluk yapacaktı.

Fransız ordusu Anadolu’ya geçerek İznik’e vardığında Alman İmparatoru Konrad’ın önderliğindeki haçlı birliklerinin ağır yenilgisinden haberdar olmuştu. Konrad da İznik’e zorlukla ulaşmıştı. İki büyük haçlı lideri İznik’te buluştu ve içlerinde birçok yaralının da bulunduğu birlikleri bu yeni orduyla birleştirme kararı aldılar. İki kral bu kez birlikte hareket ederek Balıkesir-Bergama ve İzmir üzerinden hıristiyanlarca mukaddes Efes kentine vardılar. Ancak Konrad burada hastalanarak İstanbul’a dönmek zorunda kaldıysa da tedavisini tamamlayıp bir süre dinlendikten sonra bu kez mukaddes yerleri ziyaret etmek amacıyla deniz yolunu kullanarak Filistin’e gitti.

Öte yandan Fransız kuvvetlerinin önderliğindeki birleşik ordu Denizli üzerinden Antalya’ya ilerleyişi sırasında büyük zorluklarla karşılaştı. Selçuklular, Menderes nehri boyunca haçlıların izini adım adım takip etmekteydi. Ve nihayet haçlıları, Yalvaç yakınında ve Toroslar’da vur-kaç taktiğinin kullanıldığı yıpratıcı savaşlar yaparak ve pusuya düşürerek onlara büyük kayıplar verdirdiler. Bu durum; hastalıkla, su ve erzak teminindeki güçlüklerle boğuşmak zorunda kalan kalabalık orduyu büsbütün perişan etmişti. Her şeye rağmen savaşçı niteliğinden sıyrılsa da, 100 bin civarındaki bir haçlı gürûhu Antalya’ya ulaşmayı başarabilmişti.

Kral Louis ve şövalyelerinden oluşan çekirdek güçler bir gemiye atlayarak Antakya’ya âdeta kaçarak gitti. Kaderine terk edilen haçlılar da sahil şeridini kullanarak Suriye istikametinde hareket ettiler. Yolda mahallî Türk ve Kürt müslüman güçleri tarafından yıpratılan bu güruhtan ancak yarısı Antakya’ya ulaşabilmişti. Haçlılar açısından tam bir felâket yaşanmıştı. Birleşik haçlı güçleri son bir gayretle Şam’ı ele geçirmek istedilerse de Şam hâkimi Tâcu’l-Mülûk Böri kuşatmayı yararak «Frenkleri» ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaşlara şahitlik etmiş şair İbn-i Kayserânî, Böri’nin halkı esaretten kurtarışını ve kahramanlıklarını şu beyitleriyle övmektedir.

“Hak sevinçli, kılıçlar gülümsemede
Atları sürdün, ülkeyi sağlama aldın,
İnsanları güvende kıldın,
Sen dilediğini yapmakta özgürsün.
Atlarınla en uzak yerlerden çıkıp geldin,
Onların beline zincir dolayarak,
En güzel tedbirleri aldın.
Karanlığıyla dünyayı yutan gece gibi,
Müşrikler bizi kuşattığında,
Bizi aydınlığa çıkardın.”1

Böylece II. Haçlı Seferi’ne katılan yüz binlerin uzun yürüyüşü Şam bahçelerinde hazin bir şekilde sona erdi.

Sonuç olarak haçlılar kara yoluyla doğuya takviye güç sevk edemediler. Deniz yoluyla ise sınırlı sayıda gönderilebilen takviye güçler de ne doğudaki küçük hıristiyan kontlukları ne de Kudüs krallığını askerî bakımdan güvence altına alabilmişti. Bu durum kısa zaman içinde Kudüs’ün müslümanlar tarafından ele geçirilmesini kolaylaştıracaktır.

Bu yenilgi Orta Çağ hıristiyanlarını hem şaşırttı hem de öfkelendirdi. Durumu değerlendirmeye çalıştılar ve sonunda asıl sebebin, Yunan ihâneti (Bizans) olduğunu gördüler. Bunun üzerine Bernard, Konstantinopolis’e karşı bir kampanya düzenlenmesini teklif etmeye başladı.2
________________________

1 İ. Ethem POLAT, Arap Edebiyatı Penceresinden Orta Çağ’da Haçlı Seferlerine Karşı Türklerin Mücadeleleri, s. 10.

2 Hıristiyanlık Tarihi, Yeni Yaşam Yayınları, s. 283.