GRUPLAR ÇOKTUR, VATAN BİR!

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

«Sosyal Kimlik Teorisi»ni ilk ortaya atan İngiliz sosyal psikolog Henri TAJFEL (1919-1982) şöyle söyler:

“İnsanlar, kendilerini bir veya daha fazla grupla kategorize etme eğilimindedirler; çünkü bir gruba dâhil olmak insana, kim olduğu konusunda bir fikir vererek kendisini iyi hissettirir ve diğer gruplarla sınırları belirler.”

Tajfel 1970’li yıllarda yapmış olduğu meşhur deneyinden şu sonucu çıkarmıştır:

“Ayrımcılık ve çatışmayı tetiklemek için insanları gruplara ayırmanız yeterlidir. Ayrımın herhangi bir temeli olmasa bile kişiler, kendi gruplarını benimseyecek ve diğer gruba karşı tavır alacaklardır.”

Yine 1970’li yıllarda Iowalı (ABD) bir ilkokul öğretmeni olan Jane ELLIOTT, dış görünümünden dolayı sebepsiz yere ayrımcılığa uğramanın nasıl bir şey olduğunu öğrencilerine gösterebilmek için sıra dışı bir yöntem kullanmıştır.

Öğrencilerini mavi ve kahverengi gözlüler olarak iki gruba ayırmış, mavi gözlülerin diğerlerinden daha zeki ve üstün olduğunu; kahverengi gözlülerin onlarla aynı yerde oynamamaları gerektiğini, çünkü kahverengi gözlülerin yeterince iyi olmadıklarını söylemiştir. Kahverengi gözlülere, kahverengi gözlü olduklarını belli edecek işaretler taktırmıştır. Kısa bir süre içinde iki grubun da içinde bulundukları durumu benimsediğini fark etmiştir. Ve mavi gözlüler küçük birer nazi gibi davranırken, kahverengi gözlüler öğretmene ve mavi gözlülere karşı nefret hisleriyle dolmaya başlamışlardır.

İnsanlar arası gruplaşma bir gerçektir. Gruplaşmanın önüne geçmeye çalışmak, insan fıtratını hiçe saymaktır. Zira ilmî olması açısından yukarıda vermiş olduğumuz örneklere hiç ihtiyaç duymadan da sadece Kur’ân’ı referans alarak gruplaşmanın ne kadar tabiî olduğunu idrak edebiliriz. Kur’ân bize; inananlar-inanmayanlar, sâlihler-fâsıklar, ehl-i cennet-ehl-i cehennem gibi gruplamalarla örnekler verirken elbette fıtrî bir özelliğimizi dikkate almaktadır. Sağcı-solcu, Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, lâik-dindar, açık-kapalı gibi gruplaşmaların kolayca oluşturulabilmesindeki temel sebep de budur.

İnsanın bir gruba dâhil olma isteği ve bu grubun normlarını, düşünce yapılarını benimsemesi gerçeği; dâhilî ve haricî düşmanlar tarafından öyle güzel kullanılır ki, bir ülke -özellikle de müslüman olanı- ne zaman toparlanmaya veya güçlenmeye başlayacak olsa bu hassas noktalara çomak sokulur.

Ayrımcılık ve çatışmayı tetiklemek için insanları grupçuluk yapmaya kışkırtmak yeterlidir! Bu ayrımda herhangi mantıklı bir temel olmasa bile, kişileri birbirlerine düşürmede gruplaşmaların, sinsice ön plâna çıkarılmasının bir ülkenin birlik ve beraberliğini bozarak onu yıkmak için takip edilebilecek en akıllıca yol olduğunu, birileri çok iyi bilmektedir.

Diğer yandan sosyal psikolojinin kurucusu sayılan Türk asıllı Muzafer SHERİF’in de bazı ideolojik suçlamalar sebebiyle küstürülüp Amerika’ya gitmeden önce Türkiye’de yapmış olduğu «dark room experiment» deneyinde, fertlerin grup içinde karar verirken ferdî kararlarından uzaklaştıklarını ve gruba uyum sağladıklarını ilmî bir şekilde ispatlamış olması bize bir gerçeği daha ifade eder;

Kişiler etkilenmeye yatkın varlıklar olarak şahsî tercihlerinden ve fikirlerinden vazgeçerek gruplarına uygun davranabilirler. Bu; aynı zamanda ihtiyaç duyanlar için, Kur’ân’ın neden iyilerle beraber olmayı tavsiye ettiği gerçeğine de ilmî açıklık getirir.

İnsanlar arası gruplaşma ve fertlerin gruptan etkilenmesi gerçeği vardır; fakat aklı başında birilerinin bu gerçeği ülkenin menfaatine yönlendirmesi gerekmektedir. Dindarlar arasındaki cemaatleşme gerçeği bundan 15-20 yıl kadar öncesinde olduğunun aksine bugün nasıl farklılık, ama aynı zamanda güzellik olarak telâkki ediliyorsa; bugün kavgaya sebebiyet vermesi için plânlanan Türk-Kürt ayrımı gibi konuları da farklılık ama aynı zamanda güzellik olarak algılamaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Üzerimizde oynanan oyunları artık, geçmişte edindiğimiz tecrübelere göre millet olarak görebilecek kapasitedeyiz! Zira artık düşüncelerimizi daha rahat ifade edebilme özgürlüğüne ve kanallarına sahibiz.

Kendi ülkesinde yabancı gibi yaşamaktansa yabancı bir ülkede kendi gibi yaşamak felsefesiyle vatanından uzaklaşan küskün vatanseverlerin de; yabancıların ilmiyle de donanmış olarak kendi vatanlarında hizmet verme aşkıyla, kendi ülkelerine dönme vakti artık gelmiştir. Kırgınlıkları ve küskünlükleri bir kenara bırakarak; ne kadar kızdırılmış veya küstürülmüş olursak olalım, bu vatan için bir araya gelip çalışmamız gerektiğine de inancımız sonsuz olmalıdır. Daha başka acılar yaşanmaması için bir ve beraber olarak güçlenmeye, her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır.

Sherif’in ABD’ye gittikten sonra yaptığı «robber’s cave experiment» isimli deneyinde ise vardığı sonuçlardan biri de şu olmuştur; gruplar tek bir hedefe yöneldikleri zaman karşılıklı anlaşmazlıklar en az seviyeye iner.

Aile gibi en küçük gruptan tutun da cemaat, parti veya dernek gibi en büyük gruplara kadar her bir grubun önde gelenlerinin yani «öncülerinin» grup fertlerini daha geniş bir «BİZ» tanımına yönlendirmesi sorumluluğu vardır. Tıpkı sıcak savaş zamanlarında birbirimize sımsıkı kenetlendiğimiz gibi soğuk savaş zamanlarında da bu birlikteliğe ihtiyacımız vardır. Birlik ve beraberlik duygusuyla örülmüş, güçlü ve etkili, insanlığa faydalı, barışı, özgürlüğü ve adaleti ayakta tutacak bir devlet olma arzusundaysak!