AYNA NÖRONLARI
H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com
İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran özelliklerin kaynağı, araştırmacıları ve düşünürleri her zaman meşgul etmiştir. Diğer canlı türlerinin binlerce yıldır hep aynı hayatı sürdürmesinin tam zıddına; insanoğlunun bilgisini, görgüsünü sürekli ilerleterek bir kültür ve medeniyet birikimi ortaya çıkarması bilim dünyasının açıklamakta güçlük çektiği bir durumdur. Bilhassa, insanı ahsen-i takvîm üzere yaratılmış, en şerefli varlık olarak tarif eden dînî kültüre sırt çeviren batı düşüncesi için bu durum tam bir muammâdır.
Son zamanlarda bilimin elde ettiği bazı bilgiler, insanın farklılığının bizzat yaratılışından geldiğini göstermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla insan; daha en baştan fizikî ve zihnî yapısıyla kolayca konuşmaya, sosyalleşmeye, bir cemiyet kurmaya ve bilgi-görgüsünü aktarmaya elverişli olarak yaratılmıştır. Çünkü insan beyninde taklit ederek kolayca öğrenmeyi, başkasının hâlini ve düşüncelerini anlamayı, ortak duyguda birleşmiş bir toplum oluşturmayı mümkün kılan ayna nöronları; hayvanlardan farklı olarak konuşma merkezinin olduğu tarafa yerleştirilmiştir.
90’lı yıllarda bir grup İtalyan bilim adamı, bir kısım araştırmalar yapmak için maymunların beynine elektrotlar yerleştirirler. Maymunlara tabiî olarak ilgi duyacakları ve duymayacakları cisimleri göstererek deneyler yaparken elektrotların sinyallerini kaydedip incelerler. Canlı insan beynine elektrot yerleştirmek mümkün olmadığı için, beyin üzerindeki deneyleri daha çok hayvanlar üzerinde yapmayı tercih etmişlerdir. Bu sırada tevâfuk eseri, önceden bilinmeyen bir çeşit sinir hücresinin varlığı keşfedilir.
Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibi bu çalışmalarının sonucunda, makak maymunun beyninin ön lobunda «ayna nöron» adını verdikleri değişik bir motor nöron hücresi keşfettiklerini açıkladıklarında, insanı anlama yolunda yeni bir ufuk açacaklarından belki de habersizdiler.
Bu buluş başka araştırmalara ilham verir ve manyetik rezonans teknolojisiyle insan beyni üzerinde incelemelere başlanır. Elbette canlı ve sağlıklı insan üzerinde deney yapmak mümkün olmadığı için henüz çalışmalar çok hızlı ilerleyemiyor. Ancak beyin hasarlı hastaların, otistiklerin, suç işleyenlerin beyin faaliyetlerinin sağlıklı insanlardan farkı ele alınarak daha kolay sonuçlara ulaşılabiliyor.
Uzun sözün kısası; araştırmaların sonuçları insan beyninde de başkalarının yaptıkları hareketleri anlama, yansıtma ve taklit etme kabiliyetinin bulunduğunu gösteriyor. Gerçekten de canlıların beyninde bulunan bu ayna nöronlar/mirror neurons bir işi seyrettiği ve hattâ işittiği zaman sanki kendisi yapıyormuş gibi sinyal veriyor.
Hattâ eğer bedenden;
“Hayır o işi sen yapmıyorsun, başkası yapıyor.” diye bir ikaz gelmese beynin, o hareketleri kendi yapıyormuş zannetmesi mümkün. Belki kendi benliğini savunma ve başka tesirleri sansürleme yeteneği zayıf olan bebeklerin, çocukların, zihnî yetenekleri kısır veya şahsiyet yönünden olgun olmayanların, başkalarında gördükleri her hareketi şuursuzca, aynen taklit etmesi mümkün. Elbette bu gerçek bilhassa tenkit kabiliyeti henüz gelişmediği için seçici olması mümkün olmayan çocuk ve gençleri kötü örneklerle yüz yüze bırakmamak gerektiğini gösteriyor. Aslında ayna nöronları; bir noktada kabiliyet, bir noktada da kusur olabilen taklit yeteneğinin, ne kadar dikkatli kullanılması gereken bir imkân olduğunu anlatıyor.
Ayna nöronları, ayrıca insanların cemiyet kurma temâyülünü de önemli ölçüde izah ediyor. Fransız Öğretim Üyesi Pierre Jacob, ekibinin çalışmalarını anlattığı konferansında, insanların çete kurmaya ve sürü psikolojisiyle davranmaya müsait olmasında da beyindeki «ayna nöron»ların tesirinden söz ediyor.
Fakat Hint asıllı bir bilim adamı olan Ramachandran, ayna nöronlarının sanıldığından daha büyük tesirleri olduğuna dikkat çekiyor. Ona göre bu sinir hücreleri insanın medenîleşmesinde ve kültürü ortaya koymasında çok büyük bir önem taşıyor.
Biz de eldeki bilgiyi kendi zâviyemizden mânâlandırıp yorumlayacak olursak; şimdiye kadar elde edilen bilgilerden özetle şunları anlıyoruz:
a) İnsan beyni, taklit ederek kolayca öğrenmeye kabiliyetli bir şekilde yaratılmış. Bildiğimiz gibi bebekler yaklaşık iki yaşlarındayken başkasının hususî bir çaba göstermesine gerek kalmadan, anne-babasını taklit ederek; konuşur, ihtiyaçlarını giderir, âletleri kullanmayı birer birer öğrenir… Ve bütün bir ömrümüz boyunca, sadece görerek aynısını yapabilmemiz sayesinde pek çok hareketi yapar, pek çok sanatı öğrenir, beceriler kazanırız. Çünkü insan beyninde ayna nöronlarının bir kısmı, el ve dil hareketlerini yöneten kas grubuna yakın kısımda dağılmıştır. Diğer canlılarda sağ ön lobda olmasına mukabil, insan beyninin ayna nöronları sol ön lobda, konuşmanın fizikî yönünü sevk ve idare eden bölüme yakındır. Bu da insanı diğer canlılardan üstün kılan iki özellik olan, konuşma ve eli kullanma konusundaki doğuştan gelme yeteneğimizin, fizikî kaynağını işaret ediyor.
b) Ayna nöronları, insanların birbirlerini anlamalarında ve ortak ifade kalıpları geliştirmelerinde çok önemli bir yere sahip. İnsan beyninde ayna nöronlarının yerleştirildiği bölge; insanın yaratılıştan iletişime, sosyalleşmeye, işbirliğine ve ortak fikirler üretmeye kabiliyetli olarak yaratıldığını anlatıyor. Bu da insanoğlunun yaratılıştan cemiyet kurup ortak bir kültür benimsemeye müsait olduğunu anlatıyor. Ayrıca insanda bulunan; biriktirdiği bilgi ve görgüyü taklit yoluyla aktarma ve yeni etkileşimlerle bunları ilerletme yeteneğinin de Allah vergisi bir kabiliyet olduğunu gösteriyor.
c) Ayna nöronlarının keşfinden sonra ortaya konulan bir başka fikir de başkalarının hissettiklerini hissetme, düşüncelerini anlama, empati ve hattâ telepati gibi yeteneklerle bu nöronların ilgisinin olabileceği görüşü… Bu sahada araştırmalar devam ediyor, fakat otistik, yani aşırı içine kapanık, etrafındaki insanları anlamayan çocukların beyninde ayna nöronlarının normal çalışmaması önemli bir işaret olarak görülüyor. Yine, başkalarına merhamet duymadığı için zarar vermekten çekinmeyen suçlu çocukların beyinleri üzerinde araştırma yapılacak olsa kayda değer sonuçlara ulaşılabileceğinden bahsediliyor.
d) Son olarak, kendi bakış açımızdan yapacağımız bir yorumla ayna nöronlarının millî kültürün ortaya çıkmasında da önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkün. İnsanoğlunun yaratılışı, dil ve hayat tarzıyla beraber içinde bulunduğu cemiyetin dünya görüşünü ve kültürünü benimsemeye doğuştan elverişli. Bu aynı zamanda insanları bir araya getirip millet yapan asıl unsurun da ortak bir dil ve kültürü paylaşmak olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda taklit yeteneğinin yüksek, tenkit ve savunma yeteneğinin zayıf olduğu çocukluk-gençlik çağlarındaki evlâtlarımızı, yabancı etkilerden korumamız gerektiğini de gösteriyor. Dünyada hâkim kültürün sinema, televizyon ve internet gibi imkânları kullanarak çocuklara taklit edecekleri söz ve davranış kalıplarıyla beraber bir kültür ve hayat görüşünü benimsetebileceklerini anlıyoruz.
Kısacası, bilim dünyası da tasdik ediyor ki, insanı diğer canlı türlerinden üstün kılan ve medeniyetini inşa etmesine imkân veren temel yetenek; bir araya gelmekten, iletişim kurmaktan, birbirini anlamaktan geçiyor. İnsan, diğer bütün canlılardan daha fazla ve faal bir şekilde bu yeteneğini kullandığı içindir ki; bilgisini ve görgüsünü aktarıp ilerliyor, elbirliği yapıyor, herkesin faydasına olacak bir birlik meydana getiriyor.
Ancak insanların çoğu; aynı kabiliyetin yan tesiri olan, hâkim bir gücün tesiri altına girme illetiyle malûl olduğu için, kolayca belli bir fikirle manipüle edilip, kışkırtılabiliyor. Bu da başkalarını anlama ve aynı duygunun tesirine girme kabiliyetimizi gayet seçici bir şekilde kullanmamız gerektiğini gösteriyor.
Zaten Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de bu hususta bizi uyarıyor:
“Allah -celle celâlühû- size Kitab’ında şöyle hüküm indirdi: «Allâh’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz.»” (en-Nisâ, 140)
Gerçekten de insanoğlu içinde bulunduğu toplumun duygusuna bürünmeye ve fikirlerinden etkilenmeye son derece müsait bir varlık. Bilhassa bu tesir alma hususunda duygular çok önem taşıyor. İnsanlar aynı fikri benimseme hususunda olduğu kadar; aynı duygu hâline bürünüp, aynı davranışı göstermeye de son derece meyilliler. Bu sebeple fikirler kadar ahlâkî tutumlar ve tavırlar da hızla yansıtılıyor ve âdeta insandan insana bulaşıyor. Bu da âyet-i kerîmelerde münakaşa için bile olsa bozuk fikirli ve tabiatlı kişilerle muhatap olunmaması hususundaki ikazları açıklıyor. Gerçekten de birçok âyette güzel ahlâkın örneği olması emredilen mü’minlere;
“Cahillerden yüz çevir…”, “Uzaklaş…”, “Eğer sataşırlarsa; «Selâm» de geç…” buyuruluyor.
Nöropsikoloji ilminin ulaştığı sonuçlar açısından incelenecek olursa bu âyetlerin insan davranışlarının akis uyandırma ve bulaşma özelliğini işaret ettiği görülüyor. Çünkü insanlar öfkelenme, kabalaşma, şiddete başvurma hususunda da birbirlerini ayna gibi taklit ediyorlar. Yani insanlar sevgide de kavgada da birbirleriyle hâlleşiyor, aynı histe birleşiveriyorlar. Muhatabın yüz ifadesinde, ses tonunda, hattâ sırf fikrinde bile şiddet olsa bu diğer tarafın alevlenmesine sebep oluyor. Zaman zaman gündeme gelen can sıkıcı hâdiseler tam da bu hakikati işaret ediyor.
Öyleyse Allah Teâlâ’nın büyük bir hediyesi olan ayna nöronlarımızı hayırlı bir neticeye ulaşacak şekilde kullanmamızın yolu da yine O’nun tembih ettiği şekilde kullanmaktan geçiyor. Bizim yeni bilgi, duygu ve uygulamaları kolayca örnek alıp, hissedip hayata geçirmemizi sağlayan bu yeteneği; kötü tesirlerden kıskançlıkla korumamız ve sadece olgun şahsiyetlere, iyi örneklere doğru yöneltmemiz gerekiyor.