MES’ÛLİYET ŞUURU

Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Sultan Aile’nin Sultânî tavırları…

Hanımlar ve Anneler Sultanı olan Hazret-i Hatice Annemiz; her şeyi ile örnek olduğu gibi, İslâm’ın doğru bir şekilde yaşanması ve yayılması alanında da eşsiz bir örnektir…

İlk vahiy ile beraber başlayan yeni oluşum adına sergilemiş olduğu o üstün tavır, sadece belli bir dönem için değil, çağlar üstü bir örneklik teşkil etmektedir.

Her şeyi ile Peygamberimiz’in yanında yer aldı. «En büyük destekçisi oldu» cümlesi, bu realiteyi ifade edemiyor. Çünkü «destek» genelde dışarıdan gelir. İçteki desteğe daha ziyade «görev ve sorumluluk» demek daha doğru olur.

Îman ile beraber İslâm’ı öyle bir benimsemişti ki, Peygamber Efendimiz’in yanında yer almak bir yana O’nunla aynîleşmişti âdeta. Öyle ki, Peygamber Efendimiz onun bu içtenliği ile en zor sıkıntıları bile rahatlıkla aşıyordu.

Onun o örnek tavrı, her asrı içine alacak bir şekilde duruyor önümüzde. Yeter ki örnek almasını bilelim. Yeter ki aradığımız adresi doğru yere soralım.

Hazret-i Hatice Annemiz, ilk vahiy ve sonrasında Peygamberimiz’in sıkıntılarını gidermeye, O’nun derdini ve dâvâsını paylaşmaya (sadece paylaşmak değil, benimsemeye) öyle bir can attı ki, Can Efendimiz bununla yeniden canlandı âdeta.

«Demedim mi sana başını belâya sokacaksın diye!» safsatası değil;

«Hep seninleyim!» desteği ve ideali içindeydi. Destekten de öte, mukaddes dâvâyı omuzlamıştı âdeta…

«Sen ne yaparsan doğru yaparsın…» ikrarının yanında;

«Allah Sen’in gibisini asla mahcup etmez!..» diyerek, o eşsiz şahsiyet ve karakterini ön plâna çıkması gerçekten dâhîce bir hareketti.

Sadece destek ve teselli ile yetinmedi, aynı zamanda ruh ve beden sığınağı oldu O’na. Hep yanında, hep desteğinde; hep O’nunla oldu.

Hanımlar ve Anneler Sultanı’nın mes’ûliyet şuuru, temennilerle sınırlı bir şuur şekli değildi. İnandığı ve benimsediği şeyi hayatına geçirme çabasıydı. Bir yandan İslâm ile yeniden şekillenirken, bir yandan da toplumun şekillenmesi için üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirme çabası içindeydi. Bir yandan yeni oluşumun temelinde yer alıyor, bir yandan da Peygamberler Sultanı’na ruh ve beden sığınağı oluyordu.

Ruh ve beden sığınağı olacak eşlere her zaman ihtiyacımız var…

Peygamber Efendimiz;

«Kimi davet edebilirim, kim inanır bana?» diyerek endişesini dile getirdiğinde, hiç tereddüt etmeden hemen; «Ben» diyerek atılması, ne büyük bir asaletti öyle. Her şeyde ve her şeyinde ilkti o; eşsiz, örneksiz ve benzersizdi.

İslâm gelmeden önce bile tesettürlü bir hanım olarak temayüz etmişti. Her şeyiyle temiz, tertemiz olduğu için, fıtratı da temiz bir hanım olarak girmişti bütün gönüllere.

Peygamber Efendimiz’in bir numaralı destekçisi olarak hep O’nun yanında yer alırken, her gün bir başka destan yazıyordu. Destekleyen, yaşayan ve yaşatan bir destan. Hem de büyük bir aşkla, sevgiyle ve şefkatle…

İlk vahiyden sonra, bir müddet vahiy kesildiğinde, çok zor günler yaşayan Peygamberimiz; yine Hanımlar Sultanı’nın içten davranışları ile durmuştu ayakta…

İlk nâzil olan âyetler grubundan olan Müddessir Sûresi’nin ilk âyetleri; Peygamberimiz’i ağır ve son derece önemli bir görevi üstlenmeye çağıran, yüce bir sesleniş ile söze giriyordu. Bu görev; insanlığı uyarma, onu dünyada kötülükten, âhirette cehennemden kurtarma, henüz fırsat elde iken, onu doğru yola iletme göreviydi.

Bu görev, bir insana -bu insan, bir peygamber de olsa- yüklenebilecek son derece ağır ve zor bir görevdi.

Uyanmak, çıkıp hakikati açıklamak, zahmetler çekmek, sıkıntılara katlanmak, halka doğruyu göstermek, etrafı temizlemek için yükümlülükler ve ağır yükler yüklenerek, büyük bir kararlılıkla kalkıp hareket etmek ve sürekli sabretmek…

Kolay bir şey değildi bu. Zordu, çok zordu; hattâ çok zordan daha da zordu.

Böylesine bir zoru omuzlayacak, zorlu bir omuza ihtiyaç vardı. İşte o da Hazret-i Hatice Annemiz idi.

Peygamber Efendimiz’le sadece yan yana değil, sürekli gönül gönüle olan Hanımlar Sultanı, bu büyük zorluğa öylesine omuz vermişti ki, bunu ifade edebilecek kelimeler üretilmedi henüz.

Halkı uyarmak ve onları Hakk’ı tanımaya davet işiyle meşgul olmak, her saniyelerini doldurmuştu. Çünkü bu hem çok mukaddes bir görevdi, hem de en şerefli bir işti.

Peygamber Efendimiz başta olmak üzere, Hanımlar ve Anneler Sultanı’nı örnek almak isteyen her müslüman kalkacak artık yattığı yerden. Uyanacak ve uyaracak! Bunun için de önce kendimizi bütünüyle bu mukaddes vazifeye hazırlayalım, hem de iyice hazırlayalım. Önümüzde bunca örnekler var, tökezlemeden yürüyelim artık.

En başta Peygamber Efendimiz var, hemen O’nun yanında Hazret-i Hatice Annemiz, her yanda diğer sahâbîler…

Öyleyse kalkalım artık, anlatalım insanlara… Allah Teâlâ Hazretleri’ni anlatalım. Allah Rasûlü’nü anlatalım. Ashâb-ı kirâmı anlatalım. Kur’ân ve Sünnet’i anlatalım.

Peygamberler Sultanı’nın can yoldaşı olan Hanımlar Sultanı, bu mukaddes görevi bütün hayatı boyunca en güzel bir şekilde örnek olarak yaşayarak anlatmıştı.

Çünkü o, İslâm Gülistanı’nın ilk gülüydü. O nâzenin gülün, etrafında toplanmış ve birbirleriyle kenetlenmiş seçkin kızları vardı.

Ashâb-ı kiram da mes’ûliyet şuuru ile donanmışlardı. Bütün hâl ve hareketleriyle, sözleriyle, davranışlarıyla, bütün insanlığa ışık saçan nâdîde birer kandildi her biri. Onlar öyle üstün vasıflı ve üstün karakterli bir nesildi ki, o nesle asr-ı saâdet nesli dendi. Onların her biri, birer yıldızdı.

Bakıp görmesini, görüp almasını bilenler için o seçkin yıldızlar, yıldız yıldız parıldıyorlar ve parıldamaya devam edecekler. Yolunu arayanlar için yıldızlar her zaman yol göstericidir.

Bu seçkin yıldızların başında hiç şüphe yok ki, Hanımlar ve Anneler Sultanı Hazret-i Hatice Annemiz gelir. Anlattığımız ya da yazdığımız konuları süslemek için değil, örnek bir hayata kavuşmak için örnekleri yakînen tanımamız, sevmemiz ve yollarını yol edinmemiz gerekir. Onları sevmek, gücümüze güç katacaktır…

Peygamber Efendimiz onu çok seviyordu çünkü…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-