MESELELERİMİZ

Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

İNTİHAR SALGINI

Son yıllarda intiharlar çoğalıyor. Gençler, orta yaşlılar, yaşlılar; yaşadıkları hayatın zorluklarına dayanamayarak, yaşamanın anlamsız olduğunu düşünerek, işledikleri bir suçun yükünü çekemeyerek, vicdanlarından utanarak, iftiraya uğrayarak hayatlarına son veriyorlar.

Dînimizde intihar, büyük günahların içindedir. Beden ve ruh Allâh’ın bize emanetidir, onu koruyarak yine Allâh’a teslim etmek zorundayız. Zorluklara, yanlış anlaşılmalara, iftiralara karşı koyabildiğimiz oranda rûhumuz olgunlaşacaktır. Bırakılan mektuplar düşündürücüdür. O mektuplar üzerinde düşünmek hepimizin görevidir. Oradaki ipuçları çevremizdeki insanlara karşı duyarlı olmamızı sağlayacaktır.

İntihara teşebbüs edecek kadar kendini âciz, çaresiz, yalnız hissedenleri fark edememişsek; aynı günahın içinde kendimizin de var olduğunu düşünmeliyiz. Sonunda;

“Keşke yardımcı olsaydık…” dememek için çevremizdeki zor durumda olan insanlarla ilgilenmeliyiz.

Bir işadamının intihar haberini gazetelerde okuyoruz. İflâs etmiştir. Arkadaşları beraber olup yardım edemezler miydi?

“O mü’minlerin mallarında, isteyene ve (istemediği için) mahrum kalmışa belirli bir hak vardır.” (el-Meâric, 24-25)

Nedense hep isteyene vermeye alışmışız. Zor durumda olup isteyemeyenleri anlamaya çalışarak yardımcı olmak bize zor geliyor. Pahalı ve markalı giysileri tereddüt etmeden alırken, aylığı kâfî gelmediği için kaloriferini yakmadan soğukta oturan komşumuzun durumunu nedense düşünemeyiz. «İsteyemeyenlerin de üzerimizde hakkı olduğu» ikazı bizi içimizden sarmadıkça duyarlı olmamız mümkün değil.

Bir insan intihar ediyor. Geride mânidar bir mektup bırakıyor, bizlere;

«Kendinize gelin!» demek istiyor. Üstümüze alınmıyoruz, geçiştiriyoruz. Satır aralarındaki îmâyı anlamamak işimize geliyor. İdareci olmanın, adaletin içinde görev almanın, basın mensubu olmanın sorumluluğunu yerine getirebilsek…

Peygamber Efendimiz, kıyâmet alâmetleri konusunda;

“Şüpheli, hâin kişilere güvenilip, güvenilir kişiler töhmet altında bırakılır; yalancı tasdik edilip, doğru olan kimse tekzip edilir. İnsan öldürmek, haset, cinayetler, hâinlikler çoğalır. İlim kaldırılır, cehâlet galebe çalar; pek çirkin günahlar ve kötülükler açıkça işlenir, devlet başkanı zulmeder…” buyurmuşlardır.

KÜFÜRBAZLIK MODASI

Usta yazarlar, karikatüristler; toplumun konularını kabalaşmadan, küfürlü bir dil kullanmadan işlerler. Bu konuda toplumun da tahammülü yoktur. İnsan, kendi duymak ve görmek istemediği çirkinlikleri duyurmaya cesaret edebilir mi?

Yıllar önce erkek liselerinin dağılma saatinde, erkekler bile oradan geçmek istemezdi. Geçen hafta yolumuzun üzerindeki bir ilköğretim okulunun dağılma saatine rastladım. Karma bir okul; erkekler, kızlar birbirini döverken, çantalar havada uçuyor. Kaba şakalaşmalar, ağza alınmayacak küfürler… Böyle bir ortamda kibar bir öğrenci olmak ne kadar zor! Onları suçlayamayız…

Biz büyüklerin konuşmaları, gidilen tiyatrolar, sinemalar, televizyon programları, diziler onları bu hâle getirdi. Yaşanılan durumu dile getiren yazarlar, konuşmacılar kalmadı. Memleketin bütün meselesi; açılım, ergenekon, kozmik oda…

«Bir nesil nasıl mahvoluyor?» diye düşünüp çare arayan yok. «Yahşi Batı» filmini okuduğunuz gazetede kaç yazarımız tenkit etti?!.

Eskiden küfürün önüne din geçerdi. Dînimizde küfür ve ahlâkî değerlere uymayan hareketler günahtır. İnsanlar bilse bile toplum içinde söylemeye cesaret edemezdi. Çocuklarımıza vicdanî ve ahlâkî eğitimin din yoluyla verilmesine karşı olanlar, yeni bir sistem geliştiremediler. İdarî makamlarda olanlar, yazarlar, aydınlar mes’ûliyetlerinin farkında olmak zorundalar. Aileler de ilgili mercîleri bu konuda uyarmalıdır.

“Hesaba çekilmeden, nefsinizi hesaba çekin.” emrine uyarak kendimizi hesaba çekelim.

«Ömrümüzü nerelerde, hangi işler için harcadık?

Malımızı nasıl kazandık ve nerelerde harcadık?

Vücudumuzu nasıl kullandık?

Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerine uyabildik mi?

Haksızlık karşısında hakkı savunabildik mi?..» Cevaplarımızı yazmaya çalışalım…

Rabbimiz’in huzurundaymış gibi dürüst davranalım. Eksiklerimizi, yanlışlarımızı yazarken tereddüt etmeden yazalım, sonuçlar doğru yola götürecektir. Bir senaryo yazalım ve kahramanlarımızı düşünelim.

SİZİN KAHRAMANINIZ HANGİSİ?

Fehime Hanım; bir işadamının eşidir, üç çocuğunu yetiştirmekle meşguldür. Onların okul işleriyle ilgilenir. Fakülteyi bitirdikten sonra çalışmamış, evde yardımcısı olduğu için kalan zamanını; arkadaş ziyaretlerine, alışverişe, vakıfların, derneklerin lüks mekânlarda yaptığı pahalı hayır yemeklerine giderek geçirmiştir. Evin dekorasyonuyla ilgilenirken en pahalı malzemelerin kullanılmasını ister. Kullandığı bütün eşyaları, markadır. İbâdetini dikkatlice yapar, haftada bir tefsir derslerine de katılır. Gündemde olan moda romanları da düşünmeden okur. Kendine göre kimseyi kırmayan iyi bir müslümandır.

Sekine Hanım’ın da eşi ticaretle uğraşır. Hukuk fakültesini bitirdikten sonra çalışma hayatına girmemiştir. Çocuklarını yetiştirirken, kimsesizler derneğine devam eder, hukukî konularda gönüllü danışmanlık yapar. Ev işi yapmasını çok sevmektedir. Yardımcı kadın, evin bir ferdi gibidir. İşleri beraberce yaparlar. Marka meraklısı değildir. Pahalı giysiler ve ev döşemeleri onu rahatsız eder. Yalnız sağlıkla ilgili olduğu için gözlük camının en iyisini almaya çalışır. Ucuzluktan aldığı kumaşlarla diktiği elbiseler terzi elinden çıkmış gibidir. Lüks lokantalarda yapılan yemeklere katılmaz. Lüks olan her şeyde, okula gidemeyen çocukların gözyaşlarını hisseder. Arkadaş toplantılarını evde yapmaktan yanadır. Annesinin;

“Misafir evin bereketidir.” nasihatini unutmamıştır. Yılda bir verilen zekât onun için yeterli değildir. Aylık kazançlarında;

“İsteyemeyenlerin hakkı vardır.” buyruğu onun için önemlidir. Vaktinin de kendine ait olmadığının şuurundadır.

Kolay, pratik, lezzetli yemekler yaparken; gittiği dernekte daha fazla faydalı olmak düşüncesindedir. Çocuklarının sevdiği mantıyı birkaç ayda bir yapar. Mantı istedikleri zaman, kıymalı makarnayı yoğurtla ikram ederken, çocuklarına;

“Kazandığım zamanı faydalı bir işte kullanırken alacağım sevapta sizler de varsınız.” diyerek çocuklarını da küçük yaşta fedâkârlığa alıştırır. Dikkatli bir televizyon seyircisidir. Televizyonun açık olduğu zaman seyrettiği yayınlardaki yanlış mesajları, program müdürlüğüne bildirir. Yanlışın düzelmediğini görünce, program sponsoruna ulaşır. Yanlış mesajlar devam ederse, sivil toplum kuruluşlarındaki arkadaşlarıyla ürünü boykot edeceklerini bildirir.

Bir sabun reklâmında, ısrar ederek ürün reklâmının yayından kaldırılmasını sağlamıştır. Yalnız ailesine karşı değil, komşularına hattâ yabancılara karşı bile fedâkârdır. İbâdetini yaparken İslâmî emirleri de yaşamaya çalışır. Çocuklarına almak için giysi seçerken bir tane de zor durumda olan bir öğrenciye alır. Moda romanları, hikâyeleri dikkatlice okur. Arkadaşlarıyla tartışır. Seçim sizin… Hangi kahramanımız gibi olmak istersiniz?

Kahramanlarımızı değiştirelim. Bir müdür, bir siyasî, bir yazar olan kahramanlarımızın nasıl olmasını arzu edersiniz?

Düşüncenize uymayanlara ulaşarak, olumlu bir dille isteklerinizi bildiriniz.

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Şeytan olmayı kim ister!?..