Dînimizde ve Kültürümüzde KIYÂMET

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@yuzaki.com

Arapça asıllı bir kelime olan «kıyâmet», lügatte «kalkış» anlamına gelir. Dînî bir kavram olarak ise kuruluşundan beri bir saat gibi muntazaman çalışmakta olan kâinattaki nizâmın bozulup Allâh’ın diledikleri dışında bütün canlıların ölmesini ve tayin edilen vakitte yeniden diriltilerek bambaşka bir hayata başlamalarını ifade eder. Kâinat nizâmının bozulması kıyâmetin birinci safhasını, insanların diriltilip hesaba çekilerek îman ve amellerine göre karşılık görmesi ise ikinci safhasını teşkil eder. İkinci safha için daha çok «âhiret hayatı» ifadesi kullanıldığından «kıyâmet» denilince hemen hemen sadece birinci safha akla gelmektedir.

Kıyâmet, Kur’ân-ı Kerim’de bütün kevnî nizâmın bozulduğu dehşet verici bir hâdise olarak tasvir edilmiştir. Güneşin ışık ve ısısı tükenecek, yıldızlar sönüp dağılacak, gök yarılacak, yerküreye çakılı birer kazık gibi olan dağların sarsılıp un-ufak olacağı müthiş zelzeleler olacak, bunun etkisiyle denizler kaynayıp taşacak, hayvanlar korkuyla kaçışıp bir araya toplanacak, insanlar sarhoş gibi olacak, çocuklarına çok düşkün olan emzikli kadınlar çocuklarını unutacak, hamile kadınlar çocuğunu düşürecektir…1 Denizlerin kaynayıp taşması; zelzelenin şiddetiyle büyük tsunamilerin meydana geleceğini, yerkürenin çekirdeğini oluşturan mağma tabakasının yeryüzünü istîlâ edeceğini düşündürmektedir.

Velhâsıl kıyâmet, kimsenin yaşamak istemeyeceği dehşetli bir hâdisedir. Hadislerde mü’minlerin kıyâmetten önce hoş bir esintiyle ruhlarını teslim ederek bu dehşeti yaşamaktan kurtulacakları belirtilir. Allah bize o hâli yaşatmasın!

Kıyâmet öncesinde bir kısmı Kur’ân’da da zikredilen Dâbbetü’l-Arz, Ye’cûc ve Me’cûc’ün zuhuru gibi bazı alâmetler görünse de bunlar onun vaktini kat‘î olarak tespite yaramayacak, o yalnızca Allâh’a malûm olan bir zaman diliminde ansızın kopacaktır.2 Bu sebeple Kur’ân’da kıyâmetin vaktinin soruşturulması hoş karşılanmamıştır.3 Kaldı ki âhiret hayatının başlangıcı olan ölüm, insanın kıyâmetidir. Akıllı bir insan kıyâmetin vaktini tayin etmeye çalışmak yerine onun için hazırlık yapar.

İlâhî bir takdirle meydana gelmekle birlikte -her şeyde olduğu gibi- kıyâmetin de bazı vesileleri olacaktır. Kur’ân’da kıssaları anlatılan bazı kavimlerin Allâh’ın dışında tanrılar edinmeleri, peygamberleri yalanlamaları ve fısk u fücûr işlemeleri sebebiyle helâk edilmeleri gibi; kıyâmet de Allâh’a isyan ve bozgunculuğun iyice artmasının bir neticesi olarak kopacaktır. Çünkü Kur’ân’ın belirttiği sosyolojik kanunlardan biri de başa gelen musîbetlerin insanın yaptıklarının bir neticesi olmasıdır.4

Nitekim çevre kirliliği sebebiyle ozon tabakasının delindiği, deniz seviyesinin yükseldiği, bir zaman sonra bazı ülkelerin sular altında kalacağı ileri sürülmektedir. İnsanın bu sorumsuz davranışları belki de dünya düzeninin bozulmasının bir başlangıcı olacak, bu da tüm kâinatın nizâmının felç olması demek olan kıyâmeti tetikleyecektir.

Dehşetli bir hâdise olan kıyâmete ve onunla başlayacak olan âhiret âlemine inanmak, sorumlu bir hayat yaşamayı gerektirir. Âhirete inanan bir kişi haksızlık etmez, insanları aldatmaz, îmânı buna engel olur. Âhiret inancına sahip bir cemiyette emniyet, huzur ve saâdet hâkim olur. Böyle bir cemiyetin konuştuğu dilde ve ürettiği kültürde tabiî olarak kıyâmet ve âhirete geniş yer verilir.

Bugün âhirete îmanımızın gereği olarak ne kadar sorumlu bir hayat yaşadığımız münâkaşaya açık ise de dilimizde yer alan kıyâmetle ilgili sözler ve deyimler bir zamanlar bu şuura sahip olduğumuzun kat‘î bir delilidir. Bu deyimler asırlardan beri şiirimize de sirâyet etmiştir. Meselâ Fuzûlî, dünyada servi boylu sevgilisini göremediğinden yakınır ve âhirette de bu zevkten mahrum kalmasının bir kıyâmet olacağını belirtir:

Mahşer günü görem derim ol serv kāmeti
Ger anda hem görünmese gel gör kıyâmeti

Şeyhülislâm Yahyâ Efendi de bir gazelinin matlaında sorar:

Benimle haşre ol kaddi kıyâmet mâil olmaz mı?
Kıyâmet var demez mi, yoksa haşre kāil olmaz mı?

Öyle ya, o boylu-boslu güzel; şairin perişan hâlini görüp kıyâmetin kopacağını düşünerek biraz insafa gelemiyor mu? Yoksa o, insanların yeniden diriltilip Allâh’ın huzurunda toplanacaklarına hiç mi inanmıyor?

Yukarıdaki her iki beyitte de kıyâmet kelimesiyle sevgilinin endâmının bir arada anılmasının sebebi «boy-bos» mânâsındaki «kāmet» kelimesiyle «kıyâmet» kelimesinin aynı kökten gelmesidir. Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin bir başka gazelinin matlaında da aynı kelime oyununu görürüz:

Bu âşûba mey-i la‘lin midir, sahbâ mıdır bâis?
Kıyâmet mi kopar, ol kāmet-i bâlâ mıdır bâis?

Şair bu defa, sevgilisinin endâmının kıyâmet sebebi olduğunu, yani onun boyunun-bosunun kendini kıyâmet gibi zorluklarla dolu olan aşka attığını ileri sürmekte ve şöyle demektedir:

“Bu kargaşaya sebep olan la‘l taşı renginde olan sevgilinin dudaklarının suyu mudur, yoksa şarap mıdır? Kıyâmet kopmakta ve buna da sevgilinin endâmı mı sebep olmaktadır?”

Fuzûlî, sevgilisinin endâmının her an kıyâmet alâmetleri gösteren ve bu konuda deliller getiren bir allâme olduğunu ileri sürer:

Gösterir her dem alâmetler kıyâmetten kadin
Kāim etmiş haşre burhânın, acep allâmedür!

Aynı temayı işlediği başka bir beyti de şöyledir:

Cihâna kaddin üzre kâkülünden fitneler düşmüş
Kıyâmet ibtidâsı fitne-i âhirzamandır bu!

Şair; boylu-boslu sevgilisinin saçlarının âşıklarını fitneye düşürdüğünü, bunun kıyâmetin başlangıcı olan bir âhirzaman fitnesi olduğunu belirtiyor. Tasavvufta boy-bos ve endam, tevhîdin; saç ise kesretin, dolayısıyla mâsivânın remzidir. Fuzûlî, mutasavvıf bir şair olduğuna göre «mâsivâ ile alâkadar olmanın insanı Allah’tan uzaklaştıracağını ve bunun bir âhirzaman fitnesi olduğunu söylemek istiyor» dersek zannederim yanlış olmaz.

Kıyâmetle ilgili tâbirler çağımız şiirlerinde de vardır. Meselâ millî şairimiz Mehmed Âkif, Bursa’nın Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine söylediği «Bülbül» şiirinde bülbüle şöyle seslenir:

Eşin var, âşiyânın var, bahârın var ki beklerdin
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?

Kıyâmetimiz kopup kıyâmet gibi felâketler görerek kıyâmetleri koparmadan önce kıyâmet için tedârikte bulunalım ve ezelde Allâh’a verdiğimiz ahde, kıyâmete dek sâdık kalalım ki kurtuluş ve saâdetimiz kıyâmete kalmasın! O zaman -maâzallah- hiç iflâh olmayız.

_________________

1 Bkz: el-Hacc, 22/1-2; el-Vâkıa, 56/4-6; et-Tekvîr, 81/1-6; el-Fâtır, 82/1-3; el-İnşikāk, 84/1-5; el-Kāria, 101/4-5.

2 el-A‘râf 7/178.

3 en-Nâziât, 79/42-43.

4 eş-Şûrâ, 42/30.