ÂHİRZAMAN

Hadi ÖNAL hadional@mynet.com

İnsanın insana zulmünü duyunca yüzü asılırdı rahmetli anamın;

“Âhirzaman…” derdi.

“Nedir âhirzaman ana?” dediğimde de;

“Kıyâmet alâmetlerinin yoğun olarak yaşandığı kıyâmet öncesi zaman…” diye tanımlardı.

Kötülerin ve kötülüklerin bir ahtapotun kolları gibi dünyayı kuşatacağını, zulmün ve karmaşanın alabildiğine artacağını, insanların Kur’ân ahlâkından uzaklaşacaklarını söylerdi. Yaşanacak böyle bir zaman sonunda İsrâfil adlı meleğin Sûr’a üfleyeceğini; kulakları sağır edecek bu sesle birlikte yeryüzü, gökyüzü ile buralarda yaşayan bütün canlıların yok olacağını, göğün yarılıp parçalanacağını, dağların yerlerinden söküleceğini, güneşin batıdan doğacağını anlatırdı.

Ölenlerin dirileceğini, dünyada yapılan iyiliklerin mükâfatlandırılacağını, kötülerin cezalandırılacağını da ilâve eder ve;

“İşte o günler yakındır yakın oğul, bak!” der; sonra da başlardı dünyada olup bitenleri kıyâmet alâmetleri ile ilişkilendirip sıralamaya.

Anamın hakkın rahmetine kavuşmasının ardından yıllar geçti. Onun anlattıkları hep kafamın içerisinde döndü durdu. Elbette ki her fânînin bir sonu, bir eceli olduğu gibi kâinat ve onun küçük bir nüvesi olan dünyanın da bir sonu, bir eceli olacaktı. Günlük ve gündelik gāilelerin esir aldığı her insan gibi ben de kıyâmet ve kıyâmet günü hakkında fazlaca düşündüm dersem yalan olur. Ancak, günümüz dünyasında şu son yıllarda yaşananları görünce;

“Sık sık anamın; «Âhirzaman» olarak nitelendirdiği o zaman dilimini gerçekten yaşıyor muyuz?” diye kendi kendime sormaya başladım.

Kıyâmet, İslâm inancına göre hem yok oluş hem de yeniden diriliş gibi iki safhalı bir büyük olaydır. Kur’ân-ı Kerim’de yetmiş ayrı yerde geçen, zamanının ve saatinin saklı tutulduğu bu büyük felâket ve değişimin her safhası dehşet verici tablolarla ve ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır.

“Sûr’a üflenince, Allâh’ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür.” (ez-Zümer, 68)

“Kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir…” (el-Hacc,1-2)

“O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur. Dağlar da atılmış yüne döner. Dost, dostu sormaz.” (el-Meâric, 8-10)

“Gökyüzü yarıldığı zaman, yıldızlar döküldüğü zaman, denizler birbirine katıldığı zaman, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman…”(el-İnfitâr, 1-5)

“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde, kıyılmaz mallar bırakıldığında, vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, denizler kaynatıldığında, nefisler eşleştirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda; «Hangi günah sebebiyle öldürüldü?» diye. Defterler açıldığında, gökyüzü sıyrılıp alındığında, cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yaklaştırıldığında…” (et-Tekvir, 1-13)

Yok oluşun, bitişin, tükenişin böylesi dehşet verici tasvirlerle anlatıldığı âyetleri okuyan bir insanın, iliklerine kadar ürpermemesi mümkün mü?

“Peki, anamın âhirzaman dediği kıyâmet alâmetleri gerçekten günümüz dünyasında yaşanıyor mu?” Maalesef bu soruya;

“Evet!” demekten başka şansımız yok. Fitnenin kol gezdiği, savaşın, anarşinin, çarpık ilişkilerin, adaletsizliğin yoğun olarak yaşandığı günümüz dünyası ile Kur’ân-ı Kerim’de sapıklıkları ve azgınlıklarını ile helâk olmuş; Nuh, Âd, Semûd, Lût kavimlerini karşılaştırdığımda;

“Eyvah zaman o zaman!” demekten kendimi alamıyorum.

Günümüz dünyasında nükleer, biyolojik ve kimyevî silâhlarla mücehhez modern savaş teknolojisine ayrılan paralara bir bakın… Bir de açlığın, sefâletin, yokluğun kasıp kavurduğu insanlara…

Bir yanda insanı ve insanlığı yok etmek üzere canavarlaşan insanlar, diğer yanda o canavarlaşan insanların yuttuğu ve yutacağı insanlar. Bütün bunlar kıyâmet alâmeti değil de nedir? Şöyle bir dönüp bakalım yüzyılımıza:

İki dünya savaşının yanı sıra sayısız bölge savaşları… Vahşî ve acımasız kapitalizmin sömürüp yoksullaştırdığı ekmeğe muhtaç insanlar… Bugün itibarı ile gerek Afrika’da gerekse yeryuvarlağının diğer kıtalarında açlıktan ölen çocuklar, acaba âyette açıkça belirtilen;

“Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda; «hangi günah sebebiyle öldürüldün?»” sözleri ile ifade edilen çocuklar değiller mi?

Ya yaşanan ahlâkî çöküntüler; cinsî sapıklıklar, ürkütücü boyutlara varan eşcinsellik Lût kavmini hatırlatmıyor mu dersiniz?

Haramın, fâizin, başkalarını sömürerek elde edilen kazançların tatlı sarhoşluğu ile;

«Ben rahat yaşayayım, benim ülkemin insanları rahat yaşasın da gerisi beni ilgilendirmez.» diye düşünenlerin fiil ve davranışları ile Semûd kavmi arasında bir benzerlik yok mu?

Söyler misiniz; uyuşturucu müptelâlarının gün seçtikçe çoğaldığı, cinayet, cinnet ve intiharların arttığı, inançsızlığın ve îmansızlığın dal-budak saldığı günümüz dünyasının Nuh kavminden farkı ne?

Günümüzde ulaşım ve haberleşme alanında görülen fevkalâdeliğe rağmen bizler hâlâ doğruya, güzele ve faydalıya yönelememişsek… Hâlâ yaratılmışların en şereflisi insana ulaşamamışsak, hâlâ «yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevememişsek» vay hâlimize!

Kıyâmet ne zaman kopar?

Elbette ki takdir Allâh’ındır. Ama O’nun yarattığı, akıl ile mücehhez kıldığı, nûru ile kalplerini aydınlattığı insanın Kur’ân’daki açık, net bir biçimde belirttiği çizgiden ayrılması elbette ki âhirzamandır.

Kur’ân ahlâkı diyoruz; o ahlâk ki insanı sevgiye, adalete, fedâkârlığa, yardımlaşmaya, huzura, güvene kısacası insanı yaratılış amacına taşır. İşte, doğruların ve güzelliklerin menbaı Kur’ân ahlâkıyla, bütün imkânlara rağmen, donanmamak; bu yolda gayret sarf etmek bir yana tam aksini yapmak elbette ki kıyâmet alâmetidir. Her yaratılanın bir sonu, bir ölümü, bir eceli olduğu gibi kâinatın da bir sonu, bir eceli olacağı muhakkaktır. Ya sonrası? Ya ebedî hayat olan âhiret hayatı?

Onun içindir ki;

«Gökler yarılıp parçalanmadan, denizler tutuşup yanmadan, dağlar yerlerinden sökülüp savrulmadan, güneş kararmadan» eşref-i mahlûkat olan biz insanoğulları, heybelerimizi iyiliklerle, güzelliklerle, sevaplarla doldurmalıyız. İnsanın insana zulmünü; insanın insana sevgisine döndürmek için var gücümüzle gayret göstermeliyiz. Âhirzaman ve kıyâmet alâmetlerinin gölgelediği dünyamızda; insanlarımızı, yüzyılımızın teknik ve teknolojik imkânlarından da yararlanarak, Kur’ân ahlâkı ile bezemenin yol ve yöntemlerini aramalıyız.

Fazla geç olmadan… Eyvahlar sofrası kurulmadan, Allâh’ın kahredici, yok edici; «Kahhar» sıfatından O’nun merhametine; «Rahmân» ve «Rahîm»ine; insan hâfızasının alamayacağı enginlikteki; «Gaffâr» ve «Tevvâb»ına sığınmak belki bütün günahlarımıza rağmen biz insanoğullarını felâha ulaştırır.