Osmanlı’da «Muhteşem» Devri Başlatan Hükümdar: KANUNÎ SULTAN SÜLEYMAN

Destanlaşan Hayatlar

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

“NEFSİNE GURUR GETİRMEYESİN!”

46 senelik saltanatının 10 yıldan fazlasını; bizzat yönettiği Belgrat, Rodos, Viyana ve Zigetvar gibi büyük seferlerde at sırtında, türlü cefalarla geçiren cihangir sultan; Asya, Avrupa ve Afrika’nın pek çok bölgesine hâkim olarak, Devlet-i Aliyye’nin topraklarını 15 milyon kilometre kareye çıkaran, Osmanlı’nın haşmetli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman; 6 Kasım 1494’te Yavuz Sultan Selim’in biricik oğlu olarak, babasının sancak beyi bulunduğu Trabzon’da dünyaya geldi.

Şehzade Süleyman; doğumundan Kefe (Kırım) sancak beyi olarak tayin edilmesine (1509) kadar geçen on beş yıllık sürede babası ile birlikte bulunmuş, Sultan Selim’in gözetiminde hocası Hayreddin Efendi’den iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştü. 1512 yılında Sultan Selim’in tahta çıkması üzerine acele İstanbul’a çağrılan şehzade, Manisa sancağına tayin edildi. Yavuz’un İran seferinde İstanbul’a gelerek babasına vekâlet etti. Mısır seferinde ise Edirne’nin korunmasına memur edildi.

İŞKENCE İLE ÖLDÜRÜLEN ELÇİ!

Sultan Selim 1520’de vefat ettiğinde Tuna’nın güneyindeki bütün ülkeler Osmanlı hâkimiyeti altına girmişti. 26 yaşındaki genç sultan şanslıydı. Tahta geçtiğinde, devleti çağın en kudretli ordusuna ve en güçlü maliyesine sahipti.

Kanunî’nin, cülus-ı hümâyunu tebliğ ve taahhüt edilen vergiyi almak için Macaristan’a gönderdiği elçisi Behram Çavuş’un; Macar Kralı II. Layoş’un emriyle işkence edilerek öldürülmesi, devletler hukukunun açıkça ihlâli ve savaş sebebiydi. Bunun üzerine Avrupa’ya yürüyen Kanunî, 1521’de Belgrat’ı fethetti.

Bir yıl sonra 30 Kasım 1522’de, o zaman dünyanın en sağlam ve aşılmaz kalelerinden biri kabul edilen Rodos fethedilerek; İstanbul ile Mısır ve Haremeyn arasındaki en büyük engel ortadan kaldırıldı. Akdeniz’de yer alan bu dehşetli eşkıyalık ocağı söndürüldü.

Bir yandan Macarların Eflâk işlerine karışmaları, Boğdan’la Osmanlı aleyhine ittifak yapmaları, diğer yandan Şarlken’in bir Avrupa imparatorluğu kurma tehlikesi ve İran’daki Safevîlerle anlaşmaya varması üzerine; Macaristan seferine karar verildi. Yüz bin kişilik bir ordu ve üç yüz topla sefere çıkıldı. Osmanlı ordusu eşsiz bir disiplin içinde Belgrat’a kadar geldi. Bu arada 800 parça hafif gemiden meydana gelen ince donanma da aynı anda Tuna yoluyla şehre ulaşmıştı. Kanunî, Ramazan Bayramı’nı burada geçirip, ordu kumandanlarının ve devlet ricâlinin tebriklerini kabul etti. Kumandanlara îrad ettiği bir nutukta, harekâtın asıl hedefinin Budin (Budapeşte) olduğunu açıkladı.

Belgrat’tan hareket eden ordu-yı hümâyun, Tuna’nın bir kolu olan Drava’ya ulaştı. Nehirden geçmek için köprü gerekiyordu. İnşasına hemen başlandı. Kanunî; köprünün çabuk bitirilmesi için nehrin kıyısında kurulan çardağa gelerek, sadrazamla birlikte inşaatı takip etti. Osmanlı askeri, beşinci günün sonunda Drava üzerine kurulan muhteşem köprüden geçerek Mohaç ovasına doğru ilerlemeye başladı. Kanunî geçiş bittikten sonra, köprünün yıkılması emrini verdi. Bu davranışıyla ordudaki ric’at ümidini tamamen ortadan kaldırıyor, Macaristan’ı kesin olarak fethetme kararında bulunduğunu gösteriyordu.

OSMANLI, DÜŞMAN HALKI İÇİN BİLE NİMETTİ!

Kanunî tarafından kaydettirilen rûznâmeler; Osmanlı ordusundaki büyük disipline, levâzım işlerinin saat gibi ve aksatılmadan yürütülmesine, o günkü teknik imkânların sıkı teşkilâtçılık sayesinde fevkalâde güzel kullanıldığına, sevk ve idare âdâbının en yüksek kemâle eriştiğine açık bir şahittir. Binlerce deveyle taşınan silâhlar, levâzımın istenilen yerde hazır bulunduruluşu, ikmal işlerinin halkı hiç incitmeden icrâ edilişi, ahâlîden malların peşin parayla satın alınışı, koskoca bir ordunun en küçük bir sızıltıya meydan verilmeksizin binlerce kilometre sevk edilişi herkesin takdirlerini celp etmişti.1

Bu rûznâmeler; «Bugün azap askerinden beş nefer, yolda giderken reâyânın bahçelerine tecavüz edip, ağaçlardan yemiş kopardığı için cezalandırıldı.”, “Bugün sipahî müfrezesi kâhyası, 100 değnek ile te’dip edildi; reâyânın tarlalarının çiğnenmesini men etmemiş.” gibi ırz, can ve mal masûniyetinin en azamî şekilde riâyet edildiğine dair cümleler ve vâkıalarla doludur.2

LAYOŞ’UN CESEDİ BİLE BULUNAMADI

150 bin kişilik Macar ordusuyla Mohaç ovasında karşılaşan Osmanlı ordusu, düşmanı iki saat gibi kısa bir zaman içinde darmadağın etti. Macarların savaş meydanında bıraktıkları ölü sayısı 25 bini geçiyordu. Tuna’nın sağ kolu yakınındaki Karasu bataklığında kaybolan ve Tuna’da boğulanların sayısı ise belli değildi. Kral Layoş’un cesedine dahî ulaşılamamıştı. Türk şehidlerinin sayısı ise sadece yüzlerle ifade ediliyordu. Sultan Süleyman kumandasındaki ordu-yı hümâyun, Mohaç’tan hareket edip sekiz günde Budin’e ulaştı. Hiçbir mukavemetle karşılaşmadan şehre girdi. Şehrin anahtarları, halk tarafından seçilmiş bir heyet tarafından Kanunî’ye teslim edildi. Macar devleti tarihe veda ediyordu.

RÛZ-İ CEZADA YAKANA YAPIŞIRIM!

Mohaç Savaşı’nda büyük hizmetler îfâ eden Yahyapaşazâde Bâlî Bey, savaştan beş yıl sonra (1531) bu hizmetlerine karşılık, padişahtan rütbesinin yükseltilmesini, kendisine vezirlik verilmesini istemişti. Kanunî, kendisine şu tarihî cevabı gönderdi:

“Yâr-ı gārım Gāzi Bâlî Beğ! Berhudâr olasın, yüzün ak olsun. Bizden tuğ (vezirlik) rica eylemişsin. Henüz bir tuğ zamanı değildir. Sana Hazret-i Muhammed Mustafâ’nın (sav) tûğ-ı pür-fütûhunu verdik. Bu ihsan üzerine iyilik olmaz. Şükrün bilip yerine getiresin.

Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde kimseye zulüm eylemekten gayet ihtiraz üzere olasın (çekinip sakınasın). Rûz-i cezâda (kıyâmet günü) bize itâb olunursa (bizden sorulursa), senin yakana yapışırım. O vilâyetleri kılıcımla fetheyledim demeyesin. Mülk Allah Teâlâ Hazretleri’nindir. Sakınıp nefsine gurur getirmeyesin.

Asker-i İslâm’ın ihtiyarlarını baba, ortalarını kardeş, gençlerini oğul bilesin. Pederlere tâzim edesin, oğullara şefkat gösteresin. Asker-i İslâm’a hiçbir veçhile müzâyaka çektirmeyesin. Bir âdemi hizmetinde kullandığın zaman, zinhar (sakın ola ki) evvelki hâline itimat etmeyesin! Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zâhidlik ve salâh yüzünü gösterip eline fırsat geçtiği zaman firavun ve nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hâli son hâline muvâfıksa hizmetinde kullanasın.”

Bu mektup, Kanunî’nin idarecilikte, insan istihdam etmede ne derece gönül okşayıcı ölçülerle hareket ettiğini göstermektedir. Zeki sultan, başlangıçta Bâlî Bey’in hizmetlerini övmekte, uygun tarzda takdirlerini söylemekte, sonra da ruh okşayıcı tenkitlerle talebini şimdilik kabul etmediğini bildirmektedir.3

BİR NEFES SIHHAT GİBİ DEVLET VAR MI?

Bizlerin «Kanunî», batılıların «Muhteşem» diye isimlendirdikleri Sultan I. Süleyman; sadece askerî, hukukî ve idarî alanda değil, inşaat ve hayır işlerinde de en büyüktü. Devrinde cami, mescid, medrese, dergâh, darüşşifa, imâret, kervansaray, köprü, çeşme gibi yüzlerce eser, âdeta topraktan fışkırırcasına, devletin hâkim olduğu bütün yerleri kaplamıştı.

Onun asrı, Osmanlı-Türk sanatının her dalında en nâdîde eserlerin verildiği bir asır; çağı, dünyanın en kudretli sanatkârlarıyla süslenen bir devirdi. Kendisi de şair olan ve «Muhibbî» mahlâsıyla şiirler yazan sultan, «dîvan» sahibiydi.

Onun şu ibretâmiz beyti halkımız arasında hâlâ söylenegelmektedir:

Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

1 Ziya Nur AKSUN, Osmanlı Tarihi c. 1, İstanbul, 1994, s. 256.

2 Süleyman Han devrinde ordu-yı hümâyunun geçtiği yerler, oradaki ahâlî için en büyük nimet addediliyordu. Çünkü halkın yetiştirdiği her meyve, yiyecek, malzeme ve eşya, oraya gelen ve altın para ile yüksek rayiçle alışveriş eden asker tarafından satın alınıyordu.

3 Aksun, a.g.e., s. 257-258.