KIZIMA DENK OLDUĞUNUZU İSPATLAYIN!

Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler

Handenur YÜKSEL

Karahanlılar devri Hanefî âlimlerinin önde gelenlerinden olan Alâeddin Muhammed Semerkandî, 1073 yılları civarında Semerkant’ta doğdu, tahsilini Buhârâ’da tamamladı. Daha ziyade tedris ve te’lif faaliyetiyle meşgul olan Semerkandî’nin yetiştirdiği başlıca talebeleri arasında kızı Fâtıma ile daha sonra damadı olan Ebûbekir el-Kâsânî gelir. 1144’te Buhârâ’da vefat eden Semerkandî, usul ve kelâm alanında üstün bir âlimdi, kendisi Mâverâünnehir Semerkant okulunun en büyük otoritelerinden kabul edilir. Te’lif ettiği «Tuhfetü’l-Fukahâ», önemli fıkıh eserleri arasında zikredilir. Damadı Kâsânî, muhteva ve tertip açısından bu eseri esas alarak «Bedâ‘iu’s-Sanâyi‘» adlı eserini te’lif etmişti.

***

Alâeddin Muhammed Semerkandî’nin, çalışkanlığı ve takvâsıyla dikkatleri üzerinde toplayan talebesi Ebûbekir el-Kâsânî; bir gün hocasının kızı Fâtıma’ya talip oldu. Öğrencisinin arzusuna, hocanın verdiği cevap ilgi çekiciydi:

“–Kızıma eş olmaya talip olanın ilimde ona denk olması gerekir. Oysa senin ilimde ona denk olup olmadığını bilemiyorum.”

Bu söz Kâsânî’ye ağır geldi ve hocasına şöyle sordu:

“–Üstâdım, ilimde kızınıza denk olduğumu ispat edebilmem için ne emir buyurursunuz?”

Semerkandî’nin cevabı hazırdı:

“–Tuhfetü’l-Fukahâ’nın şerhini yapar ve kızım Fâtıma’ya beğendirirseniz, ilimde de ona eş olduğunuzu kabul etmeye mecbur olurum!”

Bunun üzerine genç Kâsânî, gecesini gündüzüne katarak, şu anda bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan; «Bedâ‘iu’s-Sanâyi‘» adlı eserini te’lif ederek, hocasına takdim etti. Yazdığı esere yapılan geniş şerhi gören Semerkandî, eseri kızı Fâtıma’ya verip incelemesini istedi. Kendisi gibi fıkıh âlimi olan kızı Fâtıma da eseri baştan sona tetkik ederek beğendi. Sonunda genç talebe, eserini şerh etmeyi başardığı üstâdının kızıyla evlenmeye hak kazanarak hayatını onunla birleştirdi.

Bundan böyle ilim meclislerinde;

«Hocasının Tuhfe’sini şerhetti ve kızı ile evlendi.» sözü söylenir oldu. Kaynaklarda Semerkandî’nin, kitabı çok beğendiği ve onu mehir kabul ederek bir fıkıh âlimi olan kızı Fâtıma’yı, Kâsânî ile evlendirdiği zikredilir.

 

ON İKİ MANDA KUVVETİ LÂZIM!

Sultan II. Mahmud dönemi kaptan-ı deryalarından Çengeloğlu Tahir Paşa, Karadenizliydi. Küçük yaşta denizciliğe atılıp, Mısır ve Cezayir ocaklarında leventlik yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek, tersanede topçu sınıfına katıldı. 1827 yılında, kendisine patrona (koramiral) rütbesi verilerek beylerbeylik ve paşalığa yükseltildi. 1832’de vezir yapılarak kaptan-ı deryalığa getirilen Tahir Paşa, Trablusgarp’ı Osmanlı’ya sımsıkı bağlayacak olan tedbirleri aldı; Girit’teki Rum ayaklanmasını bastırdı. 1845’te Edirne, daha sonra Bosna valiliklerinde bulunan Tahir Paşa, 10 Ocak 1851’de Bosna’da vefat etti. İstanbul’a getirilen cenazesi Eyüp Sultan’a defnedildi.

Redif askerleri,1 paşanın valiliği sırasında bir gün isyan ederek, vilâyet konağını basmışlardı. Hâdiseyi duyan Tahir Paşa; hemen vezir elbisesini giyip, kılıcını kuşanarak atına atladı ve beş-on adamıyla birlikte olay yerine geliverdi.

“–Siz Çengeloğlu Tahir Paşa’yı öldü mü sanırsınız?” diye bağırdıktan sonra, atını hızla âsîlerin üzerine sürdü. Bu arada yanındaki adamlarına da;

“–Bre tutun, bre urun!” tarzında sert emirler veriyordu. Âsîler, çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Ele geçirilenler derhâl idam edildi.

Hâdisenin bastırılmasından sonra, paşayı tebrike gelenlerden biri;

“–Paşam, ya âsîlerden biri, tüfeğinin tetiğini çekiverseydi, hâlin nice olurdu?” diye sorunca, Tahir Paşa şöyle cevap verdi:

“–Çengeloğlu’nu vuracak tetiği çekmek için, bir redif erinin parmağı yetmez! Onu becerebilmek için on iki manda kuvveti lâzım!”

TİLKİNİN HİÇ Mİ KUYRUĞU YOKTU?

Türk ta‘lik ekolünün doğmasında ilk adımı atan, meşhur hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi 1776 yıllarına doğru İstanbul’da dünyaya geldi. Yazı çalışmalarına, hattat olan babasının rahle-i tedrîsinde başlayan Yesârîzâde, geniş bir tahsili olmamasına rağmen, -sanatkârlara gösterilen teveccüh sonucu- geleneğe uyularak devlet kademelerinde önemli makamlara yükseltildi. Anadan doğma solak ve çolak olan ünlü hattat, 23 Haziran 1849’da İstanbul’da vefat ederek, Fatih Gelenbevî Caddesi’nin kenarında bulunan babasının kabri yanına defnedildi. Yesârîzâde çok yazı yazmıştı, vefatında terekesinden 65 bin satır celî ta‘lik kalıbı çıktığı söylenir. Kaybolanlar müstesnâ, bugün İstanbul’da yüzden fazla kitâbesi vardır. İstanbul Vilâyeti’nin iki kapısı ve ayrıca Gülhane Parkı’na bakan bahçe kapısının üzerindeki yazılar kendisine aittir.

***

Yesârîzâde; gülen, söyleyen, mübalâğalı ve güldürecek sözler söyleyen hoşsohbet bir şahsiyete sahipti. Şakalarıyla çevresindekileri eğlendirir, meclisinde bulunanlar hoş dakikalar geçirirdi. Ava ve avcılığa da hususî bir merakı vardı.

Mustafa İzzet Efendi’nin av hikâyelerinde fazla ileriye gittiğini duyan hanımı;

“–Efendi, böyle meclislerde bizim ayvaz2 yakınınızda bulunsun da, mübalâğa ettiğiniz zaman öksürsün, siz de toparlanırsınız.” demiş.

Yesârîzâde, Bebek’te bulunan yalısında, yine bir av sohbeti yapılırken;

“–Geçen gün önüme bir tilki çıktı ki, kuyruğu buradan karşıya kadardı.” diyerek Kandilli’deki bir yalıyı göstermiş. Ayvaz’ın öksürüğü üzerine;

“–Karşı diyorsam, şu sahile kadardı.” şeklinde düzeltmiş. Sohbetin yapıldığı oda ile sahil arasındaki bahçe mesafesinin fazlalığını gören uşak bir daha öksürünce Mustafa İzzet Efendi dayanamamış ve ayvazına dönerek bağırmış:

“–Yahu, bu tilkinin hiç mi kuyruğu yoktu?”3

PAŞAYA GELMEDİĞİMİ SÖYLERSİN!

Tanzimat devri şairi, oyun yazarı ve romancısı Recâizâde Mahmud Ekrem; 1847’de İstanbul Vaniköy’de doğdu. 1872’de Şûrâ-yı Devlet âzâ muavinliğine, beş yıl sonra aynı dairenin âzâlığına tayin edildi. Tanzimat Dairesi reisliği yaptı. 1878-87 yılları arasında Mekteb-i Sultânî ve Mekteb-i Mülkiye’de edebiyat hocalığı yapan Recâizâde, II. Meşrutiyet’in ardından kurulan Kâmil Paşa kabinesinde Evkaf ve Maârif nâzırlıklarına getirildi. Sonraki yıllarda Meclis-i Âyân üyesi oldu. 31 Ocak 1914’te vefat eden ünlü şair, edebiyatçı ve devlet adamı; Küçüksu mezarlığına defnedildi. Recâizâde, Türk edebiyatında yenileşme hareketinin başlıca temsilcilerindendir. Roman türünde en önemli eseri «Araba Sevdası»dır.

Recaizâde Mahmud Ekrem Bey, nezâket ve terbiyesi ile beraber kibir ve azametiyle de meşhurdu. Şûrâ-yı Devlet’te genç bir muavin iken, bir gün Cevdet Paşa’yı ziyarete gitti. Günlerden Cuma, vakit de erkendi. Paşanın evde bulunduğu muhakkaktı. Arabasının orada oluşu da buna delildi. Durum böyle olduğu hâlde kapıyı açan uşak, içeriye gidip geldikten sonra;

“–Paşa Hazretleri evde yoklar!” diye cevap verdi.

Bu yalana çok canı sıkılan Recâizâde, uşağa ters ters bakarak;

“–Öyleyse, paşaya benim gelmediğimi söylersin.” diye patladı.

1 Sultan II. Mahmud zamanında sancaklarda teşkil edilen ordu.

2 Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalıştırılan uşak…

3 Prof. Dr. Ali ALPARSLAN, Ünlü Türk Hattatları, Ankara, 1992, s. 118.