I. HAÇLI SEFERİ (1096-1099)
Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com
1071 Malazgirt zaferinden sonra Selçuklu beyleri, Anadolu’da başlattıkları sistemli fetih hareketleriyle hâkimiyetlerini Kocaeli yarımadasına kadar yaymışlardı. Anadolu’da yaşayan yerli hıristiyanlar dâhil herkesin koruyuculuğunu üstlenmişlerdi. Öte yandan Büyük Selçukluların kendi aralarındaki iktidar kavgalarına düşmelerinden yararlanarak 1075 yılından itibaren de Anadolu Selçuklu Devleti adı altında müstakil hâle gelmişlerdi.
Türkler, Anadolu’da kısa zamanda alperenlik rûhuyla yeni bir heyecan oluşturmuştu. Dalgalar hâlinde Anadolu’ya yayılan Selçuklular bir yandan tebliğ faaliyetleriyle uğraşırlarken öte yandan inşa ve imar faaliyetlerinde de bulunarak İslâm medeniyetinin izlerini bu topraklarda kalıcı hâle getirmişlerdi. Bizans başkentine çok yakın bir yer olan İznik kentini başkent yapmaktan da çekinmeyerek hedeflerinin batı yönünde ilerleme olduğunu göstermişlerdi. Selçuklular; yaylarını Bizans’a doğru germiş, kılıçlarını da düşman saldırılarına karşı kuşanmışlardı.
Bizans zorlanmaktaydı. Topraklarının yarıdan fazlasını Türklere kaptırmış, Marmara Bölgesi’nde sıkışmıştı. İmparator Alexios Türkleri Anadolu’dan atmak istiyordu. Ancak askerî gücü bu amacını gerçekleştirmeye hiç de elverişli bir durumda değildi. İmparatorun kızı Anna Komnena, dönem olaylarını ele aldığı Alexiade isimli kitabında yer alan hâtıralarında; sadece Anadolu Selçuklu ilerleyişinden endişe etmediğini, ayrıca imparatorluğun Balkan topraklarında da büyük sıkıntılarının olduğunu, Keltlerin ve göçebe Peçeneklerin Bizans’ı tehdit ve baskı altına aldığını dile getirmekteydi.
Şartlar Bizans İmparatorluğu’nu batı hıristiyanlarından yardım istemeye mecbur hâle getirmişti. Nitekim Piacenza Konsili’ne katılan Bizans elçileri, Türklere karşı Bizans İmparatoru Alexios Komnanos’un yardım talebini Papa Urbanus’a iletmişlerdi. Papa bu çağrıya Güney Fransa’da Clermont’ta topladığı kilise meclisinde yaptığı vaazla cevap verdi. Kilise görevlilerinin yanında halkın da katıldığı bu âyinde Urbanus II hıristiyan dünyasını, İslâm dünyasına karşı saldırıya tahrik dolu şu sözlerle çağırmıştı:
“Kudüs sınırlarından ve Konstantinapolis şehrinden dehşet verici bir haber geldi…
Lânetlenmiş bir ırk, tanrıya tamamen yabancılaşmış bir ırk… O hıristiyanların topraklarını işgal ederek, kılıç, yağma ve ateşle nüfusu azaltmıştır.”
Papa yine bu kışkırtıcı ve tezyifkâr konuşmasında; kiliselere saldırıldığından, hıristiyan kadınlara tecavüz edildiğinden, erkeklere işkence yapılıp öldürüldüğünden bahsederek kitleleri galeyâna getirmekteydi.
Öte yandan Papa, kendi milleti olan Fransızların gururunu okşamayı da ihmal etmemişti:
“Şarlman’ın yüceliğini hatırlayın. Cesur askerler, yenilmez ataların soyundan gelenler, yozlaşmayın. Aranızdaki tüm nefretlerden arının. Aranızdaki tüm anlaşmazlıklar bitsin, tüm savaşlar sona ersin. Mukaddes mezara doğru yola çıkın, o toprakları günahkâr ırkın elinden kurtarın ve kendinize bağlayın.”
Papa’nın bu kitleleri şişiren ajitasyonu kalabalıkları harekete geçirdi.
Konuşmasının sonunda kitlelerden şu savaş nâraları yükselmişti:
“Deus Vult! Deus Vult (Tanrı böyle emrediyor!)”
Bu tepkiden oldukça memnun kalan Papa, tahriklerini başta memleketi Fransa olmak üzere bütünüyle Batı Avrupa’nın her yanına giderek veya din adamlarını göndererek sürdürmüştü. Papa’nın temsilcileri kısa zamanda mukaddes topraklarda savaşacak gönüllüleri toplamayı başardı. Bu kontrolsüz tahrik kasaba kasaba birçok seremoni bahane edilerek gerçekleşmişti.
Orta Çağ Avrupa’sının önde gelen dînî ve askerî şahsiyetleri el ele vermişti. Normandiyalı Robert, Toulouselu Raymont, Tarantolu Bohemont, Flanderli Robert, Bouillonlu Godfrey, Bolonyalı Baldwin ve Bloisli Etienne İslâm dünyasına yapılacak bu büyük saldırının önemli askerî şahsiyetlerini oluşturmaktaydı.
Papa bu seferlere kitleleri yönlendirirken bir yandan Avrupa’daki hıristiyan toplulukları arasındaki çekişmeleri önlemiş olmaktaydı. Öte yandan Bizans’a yardım ederek üstünlük kurmayı ve doğu Ortodoks kiliselerini kendine bağlayarak birliği sağlamayı hedefliyordu. Bir diğer amacı da mukaddes mekânların denetimini ele geçirmekti. Zaten çağdaşları için bir Haçlı Seferi; İsa -aleyhisselâm- adına, Papa tarafından izin verilen bir sefer demekti. Sefere ön safhada katılanlar yemin eder, sonuç olarak evlerinde korunma ve endüljans gibi ayrıcalıklardan yararlanırlardı.2
Haçlı Seferi hareketine bağlı öncü birlikleri bin bir zorlukları aşarak İstanbul’a varmıştı. Bu birlikler; Keşiş Piyer (Pierre L’Hermit) önderliğinde Fransız, Alman ve az sayıda İtalya köylülerinden oluşan 40 bin kişilik bir topluluktan oluşmuştu. Şüphesiz Avrupa’nın değişik merkezlerinden İstanbul’a yolculuk; başta ulaşım, yiyecek ve içecek temini, dil problemleri olmak üzere birçok problemi beraberinde getirmişti. XII. yüzyıl boyunca Avrupa’nın hemen hemen bütün nehirleri üzerinde haçlı birliklerinin yol geçişlerini kolaylaştıracak çok sayıda köprü kurulmuştu. Bütün bu gelişmeler Haçlı Seferlerine katılanların ulaşım ve intikal problemini aşmak amacını taşımaktaydı. Haçlı Seferleri böylece toplumların birbirleriyle temaslarını kolaylaştıran bir rol de icra etmişti.
Piyer’in yola döktüğü kitleler daha çok muharip olmayan, galeyana getirilmiş halk kitlelerinden oluşmaktaydı. Düzensiz-başıbozuk bir çapulcu sürüsünü andıran bu toplulukların; daha İstanbul’a gelmesinden evvel, Macaristan sınırında Sava Irmağı kıyısında Zemun (Semlin) mevkiinde bir ayakkabı alışverişi yüzünden büyük karışıklıklar çıkmış ve kaleye saldıran Haçlılar dört bin Macar’ı öldürmüşlerdi. Yine bu kitleler iâşe ve ibâte zorluklarından başta Belgrat olmak üzere birçok yerleşim merkezini talan etmişler, hırsızlık, soygun ve tecavüz gibi olaylara sebebiyet vermişlerdi.
Haçlılar İstanbul’a geldiklerinde bugünkü Eyüp’te karargâh kurmuş ve yerleştirilmişlerdi. Ancak İmparator Aleksios ve Bizans halkının beklentilerine cevap verecek nitelikte görünmüyorlardı. Çoğu çapulcu, serseri ve aylak insanlardan oluşmaktaydı. Ancak büyük ve nitelikli başka orduların da yolda olduğu haberi Aleksios ve Bizans’ı bir dereceye kadar rahatlatmıştı. Oysa Aleksios, Papa ve Avrupa hıristiyan dünyasından kendisini üç-dört bin kişilik askerî bir güçle ve maddî yardımla desteklemelerini arzu etmekteydi. İstanbul’a ulaşan bu ilk Haçlı kafilesi; askerî açıdan destek olamayacağı gibi, yiyecek, giyecek ve barınma ihtiyaçlarını temin etmeleri sırasındaki yağma, talan ve soygunlara karışmaları İstanbul için tam bir huzursuzluk kaynağını oluşturmuştu. İmparator, kural-kaide tanımayarak etrafta gördüğü her şeyi yağmalayan bu çapulcu sürüsünden kurtularak Anadolu’ya bir an önce atmak amacındaydı.
Nitekim Haçlı gürûhunu Anadolu’ya geçirerek Eski Hisar üzerinden teknelerle Yalova yakınlarında Kibetos askerî karargâhına gitmelerine yardımcı olmuştu. Normanlardan oluşan muharip ilk Haçlı birliğini de bekletmeden aynı güzergâhı kullanarak bu topluluklarla birleştirdi. Artık Haçlılar, Selçuklu topraklarına dayanmışlardı. Bizans İmparatoru; diğer askerî kuvvetleri mutlaka beklemelerinin doğru olacağını, asıl askerî birlikler gelmeden önce saldırmamaları konusunda Haçlı kafilesini uyarmıştı. Ancak Haçlılar bu uyarıyı dikkate almadan İznik civarında Selçuklu topraklarına dalarak yağma ve talan faaliyetlerine girişmişlerdi. Savunmasız köylüleri din farkı gözetmeksizin beşikteki çocuklarına varıncaya kadar kundaklayıp, mal ve hayvanlarını yağma etmişlerdi. Hattâ daha fazlasını elde etmek isteyen Normanlar 6 bin kişilik bir kuvvetle Drakon vadisine girerek İznik yolu üzerinde bulunan Kserigordon kalesini ele geçirmişti.
Bu gelişmelerden haberdar olan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan bu stratejik kaleyi geri almak üzere kardeşi Dâvud’un kumandasında bir askerî birliği gönderdi. Selçuklular kısa zamanda kaleyi geri aldıkları gibi buraya yerleşen kuvvetleri dağıtıp imhâ etti. Çok az sayıda Haçlı askeri İstanbul’a geri dönebilmişti.
Öte yandan Pierre L’Hermit’e bağlı haçlılar İznik kentinin ele geçirildiği haberiyle Kibetos karargâhından İznik istikametine doğru harekete geçmişlerdi. Yolda Drakon vadisinde Selçuklu ordusuyla karşı karşıya geldiler. Selçuklu okçuları vadide yaklaşık 20 bin kişilik bu haçlı gürûhunu pusuya düşürerek saf dışı bıraktı. Dağılan ve kaçan bu topluluktan çok azı teknelerle İstanbul’a ulaşarak, haçlıların içine düştüğü fâciayı haber vermişti.
FEODAL ORDULARIN DOĞU’YA HAREKETİ VE ANADOLU’DA İLERLEMELERİ
Haçlılar açısından en başarılı sefer, birinci sefer olarak kabul edilir. Şüphesiz şövalyelerin ve düklerin katılımıyla güçlü ve disiplinli bir ordu oluşturmayı başaran haçlıların beklenen asıl ordusu, dört koldan 1096 sonbaharında İstanbul’a ulaşmıştı. Haçlı askerî reisleri; Fransa Kralı’nın kardeşi Dük Hugues, Aşağı Lorraine Dük’ü Godefroi de Bouillon, Güney İtalya’dan Robert Guiscard, Toulouse Kontu Raimont de Saint Gilles, İngiltere Kralı’nın kardeşi Robert, Flandra Kont’u Robert ve Champagne Kont’u Etienne de Blois gibi Avrupa’nın seçme ve gözde askerî şahsiyetlerinden oluşmaktaydı. Haçlı reislerinin muazzam askerî birliklerle İstanbul’a gelmesi Bizans İmparatoru Alexios’u oldukça tedirgin etmişti. Bu askerî gücün Bizans İmparatorluğu’nu da tehdit ettiğini, Haçlıların amaçları arasında doğuda devletler kurmak olduğunu gören imparator; komutanlardan kendisine bağlılık yemini etmelerini ve elde edecekleri toprakların Bizans’a teslimini istedi. Buna karşılık İmparator; sefer süresince haçlıların her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak, yol güzergâhları boyunca haçlılara refakatçi birlikler verecekti.3
Haçlı reisleri bu bağlılık yeminini isteksiz bir biçimde de olsa yerine getirdi. Fransızların reisi önce bu duruma itiraz etti ancak çıkan çatışmanın ardından o da vassallık yeminini etmek zorunda kaldı.
İmparatora bağlılık ve işbirliği görüşmelerinin ardından haçlı reislerine ait birlikler Anadolu yakasına geçirildi. Ordular Maltepe’den İznik istikametine doğru yürüyüşe geçtiler. Bu arada birinci haçlı dalgasını başarıyla savuşturan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan ülkesinin doğu sınırlarını güvence altına almak amacıyla Malatya’da bulunuyordu. Haçlı kuşatması haberi üzerine derhâl geri gelip kuşatmayı yarmak istediyse de sayıca çok kalabalık ve düzenli Haçlı birliklerini aşarak içeri giremedi. Şiddetli bir çatışmanın ardından geri çekilmek zorunda kaldı. Nihayet destekten mahrum kalan İznik kenti anlaşmayla Haziran 1097’de Bizans İmparatoru’na teslim oldu. Kaynaklar anlaşmayla kentin yağmalanmadan alınışında Bizans’ın etkin rol oynadığını göstermektedir. İmparator, böylece şehrin haçlılarca yağmalanmasını önlediği gibi bölgenin etkin unsuru Türklerle de köprüleri büsbütün atmamış olmaktaydı.
HAÇLILARIN URFA VE ANTAKYA’YI ELE GEÇİRMELERİ
İznik’i ele geçiren haçlılar bu moral ve cesaretle Eskişehir istikametinde ilerlemeyi sürdürdüler. I. Kılıçarslan haçlıları Porsuk çayı ve Sarısu deresinin birbirine karıştığı geniş bir ovanın kıyısında bulunan Şarhöyük (Dorylaion)’da pusuya düşürüp yıpratmayı başardı. Ancak büyük bir baskından çekinerek ve kalabalık orduyu imha etmenin hattâ yürüyüşünü bile engellemenin imkânsızlığını anlayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Ardından civardaki yerleşim birimlerini boşaltıp, tarlaları yakmayı, su kuyularını tahrip ederek düşmanı zor durumda bırakmayı tercih etti.
Artık tarihin tanıdığı en önemli askerî şahsiyetlerinden biri olan I. Kılıçarslan, vur-kaç taktikleriyle Toroslar’da haçlıları yıpratma yoluyla yenmeyi tercih etmekteydi. Önlerinde cepheden saldıracak güç kalmayınca haçlılar Konya-Ereğli yolunu takip ederek Maraş ve Göksun üzerinden Antakya önlerine geldiler. Bu arada bir diğer haçlı kolu Çukurova bölgesine inerek Tarsus, Adana, Misis şehirlerini Türklerin elinden aldılar. Buraların yönetimini yerli Ermenilere bıraktılar ve tarihî Urfa kentinde ilk Haçlı Kontluğu’nu kurmayı başardılar. (Mart 1098)
Antakya, sağlam surlarla çevrili bir kentti ve Türkler tarafından çok iyi savunuluyordu. Nitekim Cenovalıların ve İngiliz filosunun desteğine rağmen aylarca süren kuşatmadan sonuç alınamamıştı. Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk da Musul valisi Kürboğa idaresinde bölgedeki Türkmen ve Kürt aşiretlerinden oluşan bir orduyu Antakya önlerine gönderdi. Haçlı ordu karargâhı bu kuvvetlerin geleceği haberi üzerine endişeye kapıldı. Bir kısım kuvvetler kuşatma ordusundan ayrılarak ülkelerine döndüler. Ancak yardımın gecikmesi, haçlıların artan askerî baskıları ve Antakya’da yaşayan bir mühtedî Ermeni’nin ihâneti, kentin haçlıların eline geçmesinin ana sebeplerini oluşturmuştu. (Haziran 1098)
Kürboğa; kuvvetleriyle Antakya önlerine geldiyse de, haçlı kuvvetlerine yenilmesi Antakya Haçlı Kontluğu’nun kuruluşunu perçinlemiş oldu. Haçlılar şehrin müslüman halkını öldürüp mallarını yağmalamışlardı. Aynı yıl salgın hastalıktan aralarında Papa’nın temsilcisinin de bulunduğu çok sayıda insan ölmüştü. Haçlı güçleri arasında Antakya’nın kime bırakılacağı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Sonunda Bohemunt; Antakya kontluğunun başına geçerken, Raimont da ordunun başına geçip Kudüs’e doğru yönelmişti. Diğer Haçlı liderleri de bu orduya katıldılar.
Bu dönemde Kudüs, Selçukluların iç çekişmeleri yüzünden Fâtımîlerin eline yeni geçmişti. Haziran 1099’da mukaddes kenti kuşatan haçlılara deniz yoluyla Yafa üzerinden yardımlar da gelmekteydi. Nihayet haçlılar bir aylık bir kuşatmanın ardından şehre girmeyi başardılar. Müslüman halk telâş içinde Kubbetü’s-Sahrâ ve Mescid-i Aksâ’ya sığındıysa da bütünüyle hunharca öldürüldüler. Hattâ müslümanlara yardım ettikleri gerekçesiyle Yahudiler de sinagogları ateşe verilerek öldürülmüştü. İnsanlığın en vahşi katliamları arasında yer alan bu dehşet tablosunu, olaya şahitlik yapmış tarihçi Raimundus Aguilers şöyle anlatır:
“Kentin haçlılarca ele geçirilişinin ertesi günü Harem-i şerif mahallesine giderken her tarafı kaplayan cesetlerin arasından ve dizlerime kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldım.”4
_________________
1 Hıristiyanlık Tarihi, s. 279.
2 Haçlılar Kimlerdi?, Jonathan Riley-Smith.
3 Işın DEMİRKENT, Haçlı Seferleri Tarihi, s. 26.
4 TDV İslâm Ansiklopedisi, Haçlılar maddesi.