HAZRET-İ PEYGAMBER’İN HİLYE-İ ŞERÎFELERİ

ŞAİR : SEYRÎ (M.Ali EŞMELİ)

–63 Beyitte Özet Olarak–*

Vezni: feilâtün / feilâtün / feilün
(fâilâtün) (fa’lün)

Secde nûruyla müzeyyen nesebi,
O’nu bambaşka yaratmış Rabbi…

Benzemez hiç, O Beşer, bir beşere,
Nûrunun gölgesi düşmezdi yere…

Yüce âhengine uygundu vücûd,
Câiz olsaydı ederlerdi sücûd..

Gül beden, rûhunun emsâli idi;
O; ne dolgun, ne zayıf tenli idi.

Rengi, nûrun özü, pembemsi beyaz,
Aydan enverdi O Sultân-ı Hicaz.

Bir gümüş aklığı, ak renginde,
Her zaman kendinin âhenginde!

O latif sûreti, heybetliydi,
Sırf asâletti, mehâbetliydi!

Orta boyluydu Nebî normalde,
En uzun O’ydu fakat hemhalde.

Başı, pek tatlı büyükçeydi O’nun,
Kâh kesiktir saçı, kâh azcık uzun.

Kapışırlardı keserken saçını,
Alabilsem diyerek birkaçını!..

Ne kıvırcıktı ne düz, hoş kokulu,
O siyah renk ile kumral dokulu.

Ağaran telleri hem nur kınalı,
Bir tutamlıktı siyah gür sakalı!

Ne zayıf çehre, ne dolgun sîmâ,
Bir de gül kırmızı katmış îmâ;

Nûr-i îmân ile dağlardı özü;
Ak ve berraktı, değirmiydi yüzü.

Alnı, nur buğdayı renginde ışık,
Hem geniş, hem iki mânâda açık!

Sırrıdır bizdeki gözyaşlarının,
Ucu kıvrımdı, hilâl kaşlarının.

İki kaş ortası tüy yoktu, ora,
Öyle nur, görmek için fırsat ara!

Vardı hem orda O’nun hak ayarı;
Cümle haksızlığa hiddet damarı…

Kaşa dek, âh o uzun kirpikler,
Simsiyah renk ile her methe değer!

Akı billûr gözünün rengi kara,
Var biraz kırmızılık, kalbe çıra.

Çok uzaktan da görür hâlde bedir,
O karanlıkta da günden de münîr;

Tam karârında büyükçeydi, gözü,
Sürmelenmişti ezelden ki özü;

Görenin bağrını dağlardı, yine,
Sürme sürdükçe gözün çemberine!

Göz, o göz, âb-ı hayat çağlardı,
Az gülüp sel gibi çok ağlardı.

O’na Cibril’di Hudâ’nın ulağı,
Vahyi dinlerdi Muhammed kulağı..

Has ve hassastı, duyan öz idi o,
Oldu mi’racda sözün şâhidi o…

Burnu, mevzûn, ucu az eğri durur,
İçi dar, ortası yüksekçe, vakur..

Sidre’den çıktığı an Cebrâil,
Kokusundan hemen anlardı Halîl.

Yüzü altındaki kuvvet kafesi,
Hoş yuvarlaktı mübârek çenesi.

Ne büyüktür ne küçük ağzı O’nun,
Tâne tâneydi güzel lâfzı O’nun.

Bembeyaz dişlerinin hâli rakik,
Olamaz misli, ne yıldız, ne akik.

Muntazam dizgili, düzgündü safı,
Hoşça seyrekçe biraz ön tarafı.

Ve de misvâk ile tam dendâne,
Özge rahmetti gören cân evine.

İnciden canlı ve billûr billûr,
Sanki şimşekti gülümserken Nûr.

Nefesinden bu kadar zinde hava,
Nefesinden yedi iklîme devâ.

Bir şifâ, tükrüğü, hattâ ey pîr,
Yaranın üstüne şebnem gibidir.

Bembeyaz, merhalesiz nur sütunu,
Mûtedil ölçüye mîzan boynu.

Ne uzundur, ne kalındır, ne kısa,
Ne de inceydi, o gülden hassa.

Aydan ak gerdanı, nur parlardı,
Göze çarpardı, letâfet vardı.

O’na Hak, başka güzellik vermiş,
Dağ misal heybeti var, omzu geniş!

Yassı yağrınlı olup yağrısının,
Etlidir ortası, can gözle bakın:

Denk açık tam iki omzun arası,
Orda nur mührü, Nebî tuğrâsı.

Bâğ-ı cennetti geniş sadrı, latif,
Karna dek nur teli, bir hatt-ı elif.

Gece vaktinde de hep gündüzdü,
Göğsü karnıyla müsâvî, düzdü.

Tam O’nun her şeyi, âlâ ve yüce,
Muntazam O’nda kemikler irice.

Gen ve dolgun elinin gül ayası,
Hem serin, hem ıtırın O’nda hası.

Çölde nûr elleri bir musluktu,
Kevserinden daha hoş tat yoktu.

Güçlü parmakları kadrince uzun,
Pazular kolla tenâsüpte sütun.

Hem uzun güçlü bilekler ile O,
Nice kaplanları vermiş yele O.

Tâc ayaklarda da dolgun ayası,
Cisme uygunluğu, can kıstâsı.

O yürürken ne taraftaysa gidiş,
O taraftaydı vücûdunda reviş.

Hiç telâşsız, hızı refref ayağın,
En uzaklar O’na bir anda yakın.

Bu cihan görmedi bir benzerini,
Jâlelerden daha âlâ terini!

Aktı bir hâle-i nûr, inci gibi,
Gülü halk etti o terden Rabbi.

Döndürüp inciye anber anber,
Etti her damlayı bir peygamber.

O ziyâ, çünkü katıksız nurdu,
Bembeyazdan da temiz, billûrdu.

Ayağımdan leke sıçrar, diyerek,
O Mübârek Gül’e konmazdı sinek!

وَدَاعِیًا اِلَى اللّٰهِ بِاِذْنِهٖ وَسِرَاجًا مُنٖيرًا

«Hakk’ın izniyle mübârek elçi,
Râh-ı Mevlâ’ya O hem dâvetçi,

Hem de nurlar dağıtan bir kandil!»**
İşte takdîmi Hudâ’nın, ey dil!

O Nebî, Vahy-i İlâhî Güneşi,
Önceden sonraya dek, yoktur eşi!

Dediler hep: «O, O’nun kadrince;
Görmedim mislini O’ndan önce,

Görmedim benzeri O’ndan sonra,
Çünkü her hasleti, Hak’tan tuğrâ…»

Oku Seyrî, salevat pâyesini,
Görerek seyredelim hilyesini!

* el-Ahzab, 46

**Cenâb-ı Hakk’ın lütfuyla 1001 beyit olarak kaleme almaya muvaffak kılındığım Hilye-i Şerîfe’den bir özet