EN BÜYÜK MÛCİZE KUR’ÂN -1-

Enver Osman KAAN enoskaan@hotmail.com

Bu yazıda Kur’ân’ın mûcizevî yönüne ilmî veriler ışığında temas etmeye çalışacağız. Aslında ne Kur’ân’ın ilâhî kitap olduğunu ispatta ne de bizim Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiğine îmânımızda bu ilmî verilere ihtiyacımız yoktur. Ancak bu ilmî verilerin bizim Kur’ân’a olan bağlılığımızın artmasında, alıcılarımızın açılmasında, Kur’ân’ı anlamada, anlatmada, yaşamada ve yaymada etkili olduğu da göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.

Kur’ân, indirildiği çağda yaşayan insanların ulaşamayacağı birçok ilmî ve teknik bahislere ana maksatlar çerçevesinde özlü ve i‘cazlı bir biçimde yer vermiştir. Bu bahisler, ancak bilimin ilerlemesiyle deşifre edilmektedir.

İçinde yaşadığımız âlemle, dünyayla alâkalı; tarihle ve sosyal bilimlerle ilgili Kur’ân’da yer alan pek çok mûcizevî haber vardır. Bunlardan en mühim ve ilgi çekici olanı ise insanın doğumuna, biyolojik ve rûhî yapısına dair haberlerdir. Bunlardan başlayarak Kur’ân mûcizelerini kısa kısa tanıyalım:

Kur’ân 7. yüzyılda insanların asla bilemeyeceği;

İnsanın meni sıvısının tamamından değil, aksine çok küçük bir parçasından yaratıldığını;

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَىٰ

ibaresiyle (el-Kıyâmet, 37);

Bebeğin cinsiyetini erkeğin belirlediğini;

فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَىٰ

ifadesiyle (el-Kıyâmet, 38);

İnsan embriyosunun ana rahmine bir sülük gibi yapıştığını;

ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً

cümlesiyle (el-Kıyâmet, 38);

Organların kulak, göz ve beyin sırasıyla yaratıldığını;

وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ kelimeleriyle (en-Nahl, 78);

İnsanın ana rahminde üç karanlık (batın karanlığı-rahim karanlığı-döl yatağı karanlığı) bölgede geliştiğini;

يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ

ifadeleri ile (ez-Zümer, 6);

Doğumdan önce anne vücudunda fizyolojik değişiklikler ile doğumun kolaylaştırıldığını;

مِنْ أَيِّ شَيْءٍ خَلَقَه مِنْ نُطْفَةٍ خَلَقَهُ فَقَدَّرَه ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُ

âyetleriyle (Abese, 18-20) anlatmaktadır.

Kur’ân bize Hazret-i Meryem’in doğumu ile bir gerçeği gösteriyor:

“Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevk etti. «Keşke.» dedi. «Bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!» Aşağısından (İsa yahut melek) ona şöyle seslendi: «Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir. Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün. Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allâh’a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.»” (Meryem, 19/23-26)

Bu âyetlerde Allah -celle celâlühû- Meryem’i su arkına yönlendiriyor ve hurma ağacından yemesini öğütlüyor. The Lacent Dergisi Aralık 1983 sayısında Michel Odent’in yazısında suyun doğum esnasında annenin stres ve heyecanını azalttığından ve kasların doğrudan geriliminde tesirli olduğundan bahsediyor ve doğum odalarının yanına su havuzlarının yapılmasını tavsiye ediyor. Hurmada ise rahim kaslarını kasıp, doğumu hızlandıran, doğumdan sonra tahrip olmuş damarları onararak kanamayı önleyen oxytoksin maddesinin bulunduğu tespit edilmiştir.

Kur’ân her insanın kimliğinin parmak izinde gizli olduğuna işaret ediyor:

“Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski hâline getirmeye gücümüz yeter.” (el-Kıyâmet, 75/4)

Parmak izindeki şekiller ve detaylar tamamen kişiye mahsustur. Aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahî farklı parmak izine sahiptir.

Kur’ân eczanesi, insanlara dünyanın türlü türlü dert ve hastalıklarına peygamber eliyle şifalar sunar. Özellikle seküler ve materyalist dünyanın örseleyip yıprattığı ruhların, mânevî ve ahlâkî değerlerden mahrum, aşınmış şahsiyetlerin tedavisinde Kur’ân müthiş bir şifahânedir. Aslında Kur’ân güneş gibidir. Güneş; çiçeğe vurursa güzel kokar, gübreye vurursa çirkin kokar. İsrâ Suresi 82. âyette şöyle buyurulmaktadır:

“Biz, Kur’ân’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”

Kur’ân; şüphe, nifak, küfür, şikak, zulüm, hırs, ümitsizlik, tembellik, cehâlet, taklit, taassup, sû-i niyet gibi ahlâkî-rûhî hastalıklara da şifadır. Maddî hastalıkların birçoğunun temelinde stres, depresyon, mutsuzluk, sevgisizlik gibi mânevî hastalıkların yattığı; bilinen bir gerçektir.

Kur’ân, sıkıntıların aşılmasında duânın etkisini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Enbiyâ Sûresi’nde geçen şu âyetler bunu göstermektedir:

“Eyyûb’u da (an). Hani Rabbine: «Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.» diye niyaz etmişti. Bunun üzerine Biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hâtıra olmak üzere onun duâsını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (yâd et). Hepsi de sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdendi. Zünnûn’u da (Yûnus’u da zikret). O öfkeli bir hâlde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Sen’den başka hiçbir ilâh yoktur. Sen’i tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duâsını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.” (el-Enbiyâ, 21/83-88)

Michigan Üniversitesinin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken; Chicago’daki Rush Üniversitesinin araştırmasına göre de düzenli ibâdet ve duâ edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde yirmi beş daha az olarak tespit edilmiştir. Duke Üniversitesinin anjiyo operasyonu gerçekleştiren 750 hasta üzerinde yaptığı araştırmada, «duânın iyileştirici gücü» ilmî olarak ispatlanmıştır. Duâ okuyan kalp hastalarının ameliyattan sonra birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde otuz daha az olduğu tespit edilmiştir.

Kur’ân;

“Kalpler ancak Allâh’ın zikri ile tatmin olur.” (er-Ra‘d, 13/28) demek sûretiyle insan beyni ve bedeninin Allâh’a îmâna göre ayarlı olduğunu söylemektedir.

Harward Tıp Fakültesinden Dr. Herbert Benson’ın dînî inanç ve bedenî sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmasının sonucu; «diğer hiçbir inancın Allâh’a olan inanç gibi zihne huzur vermediği» şeklindedir. Seküler bir araştırmacı olan Benson’a göre bunun sebebi insan beyninin ve bedeninin; «Allâh’a îman etmeye göre ayarlı» olduğudur.