Şanlı Mâzîmizden Seçme Nükteler YÜZÜMÜZ ALLÂH’A YÖNELMELİ!

Handenur YÜKSEL

Medine’nin meşhur yedi fakihinin önde geleni olan Said bin Müseyyeb, 636 yılında Medine’de doğup burada büyüdü. Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali, Hazret-i Âişe gibi pek çok önemli sahâbeden hadis rivâyet eden Said bin Müseyyeb, Emevî yönetimine karşıydı. Oğullarına biat etmediği için, Halîfe Abdülmelik bin Mervan tarafından kırbaçlanıp hapse atılmıştı. O, Emevî ailesinden sadece Medine Valisi Ömer bin Abdülaziz’i sever, ona değer verirdi. Mütevâzı bir zat olan Said bin Müseyyeb, âlimlere hürmet eder, kendisini ilgilendirmeyen meselelere karışmaz, kimseyle tartışmazdı; ticaretle uğraşırdı. Kırk yıl boyunca namazını cemaatle kılmış, oruç tutulması haram olan günlerin dışında ömrünü oruçla geçirmişti. Bu büyük âlim 713 yılında 77 yaşında iken vefat etti.

***

Ünlü âlim Said bin Müseyyeb, vefat edeceği son anları yaşarken, kendisini ziyarete gelen dostlarından Nâfî, yatağının kıbleye çevrilmesini istedi. Odadakiler bu isteği yerine getirip, yatağını hemen kıbleye çevirdiler. Az sonra ayılıp gözünü açtığında yatağının kıbleye yöneltildiğini anlayan bu büyük âlim, yanındakilere şöyle seslendi:

“–Yatağımı siz mi çevirdiniz?”

Meşhur fakih, kendilerinden;

“–Evet.” cevabı alınca, onlara şu ibretli sözlerle karşılık verdi:

“–Eğer benim yüzüm bugüne gelinceye kadar kıbleye dönük olmadıysa; sizlerin, yatağımı kıbleye çevirmenizin bana hiçbir faydası olmaz! Ben; şu ana kadar, nerede olursam olayım, yüzümü Allâh’a çevirmiş olmalıydım. Şayet böyle yapmadıysam, şu anda kıbleye yönelmiş olmamdan bana bir hayır gelmez, bu değişiklik âhirette beni kurtarmaz. Gönlünde îman olmayanın yatağını kıbleye çevirmenin faydası yoktur.”

***

Ömer bin Abdülaziz, Medine valisiyken «Fakîhu’l-fukahâ» diye anılan Said bin Müseyyeb’e danışmadan hiçbir konuda hüküm vermezdi. Meşhur Emevî Halîfesi Ömer bin Abdülaziz, onun için şöyle demişti:

“Medine’deki bütün âlimler ilimlerini göstermek, ispatlamak ve öğretmek için, ayağıma gelirlerdi. Ben ise öğrenmek için Said bin Müseyyeb’in ayağına giderdim.”

***

Yüzlerimiz, ömür boyu Allâh’a yönelmiş, kıbleye çevrilmiş olmalı.

ONLARI ÂHİRETTE

ATEŞ BEKLİYOR

Horasan Meliki Çağrı Bey’in oğlu olan Sultan Alparslan 1030 yılları civarında Horasan’da doğdu. Babasının hastalanması üzerine henüz çocuk denecek yaşta idareyi ele aldı. Hayatı büyük fetih ve zaferlerle dolu olan sultanın en büyük ve stratejik önem taşıyan savaşı, 26 Ağustos 1071’de Bizanslılarla oldu. Selçuklu Sultanı’nın bu büyük zaferi Türklere Anadolu’nun kapılarını açtı. Sayıca çok üstün Bizans ordusunu mağlûp eden Alparslan, esir aldığı İmparator Romen Diyojen’e şeref konuğu muamelesi yaptı. Kralın tahtını kendi tahtının yanına kurdurarak, tacını başına bizzat giydirdi. Alparslan, Karahanlılar üzerine bir sefer hazırlığı içinde iken, bir süre muhasaraya direndikten sonra teslim olarak huzura kabulünü dileyen Barzem Kalesi kumandanı Yusuf Barzemî tarafından hançerle suikasta uğrayarak ağır yaralandı. Olaydan dört gün sonra 24 Kasım 1072’de ise şehid oldu.

Kudretli Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan, Bizanslılarla yapılan Malazgirt Meydan Savaşı öncesi, Cuma namazı sırasında yaptırdığı geçit resminden sonra ordusuna şöyle seslendi:

“Bizler ne kadar az olursak olalım, onlar (Bizanslılar) ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün müslümanların minberlerde, bizim için duâ ettikleri şu saatte düşman üzerine atılmak istiyorum! Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım ya da şehid olarak cennete giderim. İçinizden beni takip etmek isteyenler gelsin, ayrılmayı tercih edenler gitsinler. Burada emreden sultan veya emredilen asker yoktur; çünkü bugün ben de sadece sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim. Beni takip edenler ve nefislerini yüce Allâh’a adayanlardan şehid olanlar cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaktır. Ayrılanları ise, âhirette ateş, dünyada alçaklık bekliyor!”1

SİZİNKİ KADAR

SANATLI OLMASA DA…

Hattat Esmâ İbret Hanım 1780 yılları civarında İstanbul’da doğdu. 19. asrın ünlü hattatlarından Dağıstânî Mahmud Celâleddin Efendi’nin eşidir. Yazıyı eşinden öğrenen Esmâ Hanım’ın yazı üslûbu kocasınınkinin aynıdır.

Hanımlar arasında hattatlık pek yaygın olmamakla beraber, Esmâ İbret Hanım yazıya çalışarak meşhur erkek hattatlar seviyesinde yazmayı başarmış; şaşılacak kadar güzel yazması, ona «İbret» lakabını kazandırmıştı. Topkapı Sarayı’nda, on beş yaşında iken yazdığı nefis bir hilyesi vardır ki Sultan III. Selim’e takdim edilmiş ve bu başarısı üzerine kendisi ödüllendirilmişti. Esmâ Hanım’ın vefat tarihi bilinmiyor. Ancak kabri, Şeyh Murad Tekkesi bahçesinde, eşi Mahmud Celâleddin Efendi’nin kabri ile yan yanadır.

***

Bir Ramazan günü, yüksek mevki sahiplerinden biri; Mahmud Celâleddin Efendi’den kendi el yazısıyla bir En‘âm-ı şerif ister. Fakat hattatın elinde hazır bir En‘am yoktur. Buna çok canı sıkılır. Akşam evinde üzgün bir tavırla düşünürken, eşi Esmâ Hanım neye üzüldüğünü sorar. Mahmud Celâleddin Efendi olanı anlatınca Esmâ Hanım şöyle der:

“Gerçi ben, sizin yazınızı taklit ederek bir En‘âm-ı şerif yazdım, ama herhâlde sizinki kadar güzel ve sanatlı olmamıştır.”

Hemen içeriye koşar ve az sonra elinde yazdığı En‘am olduğu halde çıkagelir.

Yazıyı inceleyen Mahmud Celâleddin Efendi, eşinin nesih hattındaki kudretine hayran kalır. Eserin birkaç yerini tashih edip altına kendi adını yazdıktan sonra, ertesi gün En‘am isteyen yüksek mevki sahibi zâta takdim eder. Eser tabiî çok beğenilir.

Esmâ İbret Hanım nesihte, kocası ayarında bir hattat kabul edilmektedir.

HEM ÖLDÜRÜR,
HEM DİRİLTİRİM!

Ahmed Mithat Efendi 1844’te İstanbul’da doğdu. Mithat Paşa’nın Tuna valiliği sırasında onun maiyyetine girdi. Paşanın Bağdat valiliği sırasında da onun yanından ayrılmadı. Sonraki yıllarda Rodos’a sürgüne gönderilen yazar, meşrutiyetin ilânından sonra İstanbul’a döndü. Bir müddet Dâru’l-Fünun’da tarih ve felsefe öğretmenliği de yapan Ahmed Mithat Efendi, «Tercümân-ı Hakikat» gazetesini çıkardı.

İlk roman çalışmalarına sürgün olarak gittiği Rodos’ta başlayan yazar, 1874 ile 1908 yılları arasında her türe örnek gösterilebilecek 28 roman kaleme aldı. Çeşitli konularda yüzlerce makale yazan ve pek çok çeviri yapan yazarın, halkın okuma alışkanlığı kazanmasına büyük katkısı oldu. 28 Aralık 1912’de 68 yaşında iken fahrî olarak hizmet verdiği Darüşşafaka’da hayata veda etti.

***

Ahmed Mithat, romanlarını yazarken halkın nabzını tutar, isteğe göre bazı maceralarının sonunu değiştirirdi. Bir gün yazarın gazetede tefrika edilen romanını heyecanla takip eden sekiz-on meraklı, meşhur yazarın Ebussuud Caddesi’nde bulunan «Tercümân-ı Hakikat» gazetesine gelip kendisiyle görüşmek isterler. Ünlü yazar, meraklılarını;

“–Buyurun.” diyerek karşılar. Okuyucular şöyle sorarlar:

“–Üstad, meraktan çatlayacağız; romandaki kız öldürülüyor mu, öldürülmüyor mu?”

Ahmed Mithat, kızın durumunu tam olarak bilmediğini söyler. Bunun üzerine grup ikiye ayrılır. Kimi kızın öldürülmesini, kimisi de öldürülmemesini ister.

Ünlü yazar, tartışmanın büyümesi üzerine bir kumandan edâsıyla haykırır:

“–Durun, gürültüyü kesin! Bir çaresine bakarım, kızı hem öldürür, hem de diriltirim!”2

_________________

1 Prof. Dr. Aydın TANERİ, Osmanlı Kara ve Deniz Kuvvetleri, Ankara, 1981, s. 359.

2 M. Nuri YARDIM, Edebiyatımızın Güleryüzü, İstanbul, 2003. s. 96.