Hazret-i Mevlânâ ve Moğollar… “TATAR’DAN İKİ YÜZ ÎMAN SANCAĞI YÜKSELTECEĞİM”

Destanlaşan Hayatlar

Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com

Anadolu Selçuklu Devleti, on üçüncü asrın başlarında oldukça huzurlu ve saâdetli bir devir geçirmişti. Bilhassa I. Alâeddin Keykûbat zamanı (1220-1237) ülkede emniyet ve âsâyişin hüküm sürdüğü mutlu bir dönemdir. Bu dirâyetli hükümdar, nüfusu seksen bine yaklaşan ve Anadolu’nun en büyük ve müreffeh şehri hâline gelen Konya’yı, İslâmî ilimlerin merkezi hâline getirmek istiyordu. İstediği neticeye ulaşmak için, aralarında Mevlânâ’nın babasının da bulunduğu birçok İslâm âlimini Konya’ya davet etti. Hazret-i Mevlânâ’nın babası Bahâeddin Veled de, ailesiyle birlikte bu davete icâbet edip bu şehre yerleşti (1228). Gönüller Sultanı o yıllarda 21 yaşındaydı.

17 yıllık kudretli saltanatının ardından 1237’de zehirletilerek öldürülen Keykûbat’ın ardından doğudaki Moğollar cesaret buldular. Baycu Noyan komutasındaki bir Moğol ordusu 1242’de Erzurum’u kuşattı ve bu tarihî Selçuklu şehrini yağmaladı. Selçuklu ordusu bir yıl aradan sonra (1243), Sivas’ın 80 kilometre doğusundaki Kösedağ’da aynı ordu tarafından büyük bir bozguna uğratıldı. Böylece Sivas, Kayseri ve Erzincan fecî şekilde talan edildi. Bu büyük Türk devleti 1244’ten sonra tamamen Moğol hâkimiyeti altına girdi.

Kösedağ bozgunundan sonra Moğol ordusu kumandanı Baycu, Konya üzerine yürüdü. Bunun üzerine istîlâcılara karşı şehrin kapıları kapatıldı. Baycu; eğer şehir direnirse, kaleleri yıkıp şehri tahrip edeceğine dair yemin etmişti. Saray kâhyası olan Nizâmeddin Ali, dört katır yükü altın götürüp, aman diledi. Şehri âdeta Moğollardan satın alıp yıkılmaktan ve halkı katliamdan kurtardı. Bu gelişme üzerine Baycu, şehrin yalnız dış surlarının burçlarını yıkarak yeminini yerine getirdi.

Zikredilen hâdise, Mevlevî kaynaklarında Hazret-i Mevlânâ’nın kerâmetine atfedilir.1

MEVLÂNÂ İNSANLIK DOSTUYDU!

Mevlânâ, Moğol İstîlâsı ve hâkimiyetini Allah iradesinin bir sonucu, onlara itaat etmeyi de yerine getirilmesi meşrû bir davranış olarak görüyordu. Hazret’in bu tavrı, doğup büyüdüğü topraklardan başlayarak, bizzat yaşadığı olayların ışığında değerlendirilmelidir. İradesi dışında gelişen olaylar sonunda sürüklendiği bu durum, yeni ülkesindeki yeni yöneticilerle olan münasebetlerinin ölçülü olmasını gerektirmişti.

Moğolların güdümündeki idareciler içinde adı en fazla geçen zat, kudretli vezir Pervâne Muînüddin Süleyman’dır. O tarihte, her ne kadar saltanat makamında Selçuklu hanedanı görünüyorsa da, gerçekte bütün işler, hattâ sultanların azli, tahta çıkarılması bile Pervâne’nin tasdiki ile gerçekleşiyordu. O, ölümüne kadar bütün Selçuklu ülkesini neredeyse tek başına yönetti.

Hazret-i Mevlânâ, devrindeki bütün devlet erkânından hürmet görmüş olmakla birlikte, hiçbiri ile olan münasebeti Muînüddin Süleyman Pervâne ile olduğu kadar dostça ve samimî olmamıştı. Bu dostluğun en açık belirtisi, Gönüller Sultanı’nın «Fîhi Mâ Fîh» adlı eserini ona ithaf etmesi ve yine ona olan sevgisi sebebiyle kendisine «Pervâne» unvânını vermesidir.

***

Mevlânâ; ne bir devlet adamı, ne de ordu komutanıydı; O, mânâ âleminin bir sultanı idi. Engin görüşüyle Moğolların kalıcı olmadıkları, arayış içinde olduklarını, bir süre sonra kendiliklerinden İslâm’a dâhil olacaklarını görmüştü. Selçukluların çözüldüğü bu dönemde, o geleceğin inşası için altyapı çalışmaları yapmaktaydı. Bu da mâneviyatı sağlam fert ve cemiyet idi.

PERVÂNE, AĞLAYARAK GİTTİ!

Mevlânâ, Muînüddin Pervâne’nin siyasetini tenkit etmekten geri durmamıştır. Moğolları püskürtmek isteyen Baybars’ın harekâtı esnasında, -Müslümanları değil- Moğolları tuttuğu için Pervâne’ye yanlış yaptığını söyleyerek, kendisinin büyük bir suç işlediğini, bu hatası sebebiyle tövbe etmesi lâzım geldiğini tavsiye etmişti:

“Sen Tatarlarla (Moğollarla) birleştin. Hâlbuki bu şekilde Şamlıları ve Mısırlıları yok etmek, İslâm vilâyetlerini kırıp yıkmak için yardım etmiş oluyorsun. Binâenaleyh İslâm’ın bekāsına sebep olan şey, bu vaziyette onun zayıflamasına sebep olmuştur. O hâlde bu durumda tövbe ve istiğfarda bulun!”2

***

Bir gün Muînüddin Pervâne, Mevlânâ’dan kendisine nasihat vermesi için ricada bulunmuştu. Gönüller Sultanı bir zaman düşündükten sonra mübârek başını kaldırıp şöyle buyurdular:

“–Ey Emir Muînüddin! Kur’ân’ı ezberlediğini işittim; ayrıca, Câmi’ül-Usûl3’ü de Şeyh Sadreddin Hazretleri’nden dinlemişsin.” Pervâne;

“–Evet.” diye cevap verdi. Mevlânâ, onun bu tasdiki üzerine;

“–Allâh’ın ve O’nun yüce elçisinin sözlerini okuyup bildiğin hâlde, o sözlerden nasihat alamıyorsan ve hiçbir âyet ve hadîsin muktezâsınca amel edemiyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona nasıl uyarsın?” dedi.

Bu cevap üzerine Pervâne, ağlayarak gitti. Ondan sonra iyi ameller işledi, adalet ve ihsanla meşgul oldu, hayratta bulundu.4

***

Mevlânâ’nın mücadele tarzı herkesten farklı ve çok etkili bir davranıştı. O; zalim Moğollara karşı, tarihte pek az görülen bir duruş sergilemiş, karşısındakine açıktan tavır almamış, muhatabının tavrını göz önüne alarak, onun faaliyetlerini engelleyen, plân ve programını bozan bir hareket tarzı seçmişti. Günümüzde bu metot «pasif direniş» olarak adlandırılmaktadır.

BU GAZELİ BENİM İÇİN SÖYLEMİŞ…

Hazret-i Mevlânâ, Hakk’ın velîlerine has bir sezgiyle Moğol zulmünün bir zaman gelip son bulacağını, hattâ onların müslüman olup din savunucuları hâline geleceğini fark ederek, bir şiirinde;

“Bütün ova, bütün yayla çiçeklerle ekinlerle dopdolu. Tatar’dan korkma zamanı geçti. Tatar ülkesinin miskleri geldi yayıldı.” diye seslenmişti.

Gönüller Sultanı, şu mısralarıyla da âdeta tarihe ışık tutmuş gibidir:

“Sen Tatar’dan korkuyorsun, çünkü Tanrı’yı tanımıyorsun.5 Hâlbuki ben Tatar’dan iki yüz îman sancağı yükselteceğim.”

İlhanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Gazan Mahmud Han (v. 1304), çeyrek asır sonra müslüman olunca, Mevlânâ’nın bu şiirini, giydiği hırkaya altın telle yazdırmış ve tören günlerinde onu giymişti. O;

“Mevlânâ bu gazeli benim için söylemiş, çünkü Tatarlar benim zamanımda müslüman oldular.” diyerek övünürdü.”6

***

Hazret-i Mevlânâ’yı anlatan bazı eserlerdeki ifadelerden hareketle, O’nun Moğol casusu veya Türk düşmanı olduğu tarzında ithamlarda bulunmak; hem mânâsız, hem de sağlam delillerden mahrumdur. O; zaten Moğolları hiçbir zaman desteklememiş, siyasetlerini ve zulümlerini hiçbir zaman tasvip etmemişti. Bilâkis, onları ağır bir dille eleştirmiş; kıyâmete inanmadıklarını, eğer inansalar halka bu kadar zulüm yapmayacaklarını buyurmuştu.
______________
1 Prof. Dr. İsmet KAYAOĞLU, «Mevlânâ’nın Moğol Yöneticileriyle Münasebetleri», II. Millî Mevlânâ Kongresi, Konya, 1987, s. 162.
2 Dr. Selim KAYA, «Mevlânâ’nın Siyasî Faaliyetleri», Uluslararası Düşünce ve Sanatta Mevlânâ, Konya, 2006, s. 76.
3 İbnü’l-Esîr’in kütüb-i sitteyi bir araya topladığı eser.
4 Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, İstanbul, 1964, s. 157-158.
5 Sen Tatarlardan korkuyorsan, Tanrı’yı tanımıyorsun demektir.
6 Doç. Dr. Mehmet DEMİRCİ, «Moğollar ve Mevlânâ», Türk Dünyası Tarih Dergisi, İstanbul, 1987, sa. 9, s. 57.