Hilâl ve Salibin Amansız Rekabeti Medeniyetlerin Silâhlı Buluşması HAÇLI SEFERLERİ (1096-1291)

Ahmet MERAL ahmetmeral@yuzaki.com

I. BÖLÜM

Orta Çağ’ın en büyük sosyal hareketliliği olarak kabul edilen Haçlı Seferleri yaklaşık iki yüz yıl sürmüş; karadan ve denizden on binlerce kişi hıristiyan din adamlarının teşvikleriyle göğüslerine haç takarak batının büyük başkentlerinden mukaddes Kudüs kentine doğru yürümüştür. Bu yürüyüş İslâm toplumlarıyla çatışmayı beraberinde getirmiş; İslâm dünyasına, dördü şiddetli ve büyük, on civarında saldırı düzenlenmiştir. Katolik din adamları, Haçlı Seferleri öncesinde pek çok kralı, şövalyeleri, maceraperest ve inanmış halkı; «Cennetin Krallığı» uğrunda mücadele etmeye ikna etmiştir.

Haçlı saldırılarının canlı şahitlerinden tarihçi İbn-i Esîr, döneme ışık tutan; «el-Kâmil fi’t-Târih» adlı kitabında haçlı ordusunun kalabalıklığını şu cümlelerle ifade etmektedir:

“Haçlıların çoğu yollarda ölmüştü. Eğer ülkelerinden çıktıklarındaki sayılarını olduğu gibi muhafaza edebilselerdi, hiç şüphesiz bütün İslâm ülkelerini kaplarlardı.”

Görünür sebebi ne olursa olsun, Haçlı Seferleri bir tarihî vak’a olarak boyutları, etkisi ve belleklere bıraktığı izler açısından eşine rastlanılması zor bir hâdise olarak tarihe geçmiştir. XI ve XIII. yüzyılın dünyasının coğrafî şartları, ekonomik ve askerî imkânları göz önünde bulundurulduğunda, bu seferler Büyük İskender’den sonra batının doğuya yönelik en ciddî askerî hareketi olarak kabul edilir. Hıristiyanlığa inanan kitlelerin Marsilya’dan, Floransa’dan, Sicilya’dan, Almanya ve İngiltere’den kalkarak kara ve deniz yoluyla Kudüs’e yolculuk etmeleri düşünmeye değer büyüklükte bir vak’adır.

HAÇLI SEFERLERİNİN SEBEPLERİ

Haçlıları harekete geçiren ve onları kitleler hâlinde İslâm dünyasına böyle bir saldırıya sevk eden temel sebep ne idi? Araştırmacılar değişik sebepler üzerinde durmakla beraber, bu seferlere yol açan belli başlı sebepler şöyle sıralanmaktadır:

*Hıristiyanlığın ve Hazreti İsa’nın doğduğu topraklara ulaşma, mukaddes Kudüs şehrinde «Tanrının Krallığı»nı kurma düşüncesi.

*İncil’de sözü edilen; «sokaklarında süt ve bal akan şark toprakları»na yerleşme, seyyahların anlattığı «doğu»nun zenginliklerine ulaşma arzusu.

*Hıristiyanların Yahudilerden intikam alma arzusu. Seferleri başlatan Papa II. Urbanus Haçlılara şöyle sesleniyordu:

“Babalara, oğullara, yeğenlere hitap ediyorum. Eğer birisi sizin akrabanızdan birini öldürse kendi kanınızdan olanın intikamını almaz mıydınız? Öyleyse Efendimiz (Hazret-i İsa)’nın ve din kardeşlerinizin intikamını öncelikle almalısınız.

*Türklerin Anadolu’dan atılması düşüncesi. Türklerin Anadolu’yu fethetmesinin ardından, Bizans’ın Katolik dünyasından yardım istemesi, seferlerin siyasî sebepleri arasında sayılmaktadır. Türklerin Anadolu’dan atılması ve müslümanların çöl içlerine doğru sürülmesi isteği, tarihçi Steven RUNCİMAN gibi düşünen Prof. Dr. Işın DEMİRKENT tarafından şöyle değerlendirilmektedir:

“Hıristiyanlık motifleriyle süslenerek dînî bir örtüye büründürülen bu hareketin hedefi tamamıyla siyasî olup, batı dünyasının doğuyu, özellikle Anadolu’yu ele geçirme çabasıydı. Tarih literatüründe «Haçlı Seferleri» adını verdiğimiz bu hareket, XI. yüzyılda Türklerin batıya ilerlemeleri ve aynı yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu’yu yurt edinmeye başlamaları üzerine, Avrupa dünyasının; «Kutsal Toprakları Kurtarma» parolası ile Türkleri Ön Asya’dan atmak ve bu bölgeye bizzat sahip olmak için başlattığı ve iki yüz yıl boyunca Yakın Doğu’yu kan ve ateş gölüne çevirdiği bir saldırı olayıdır.”

*Avrupa’daki kralların şövalyelerden kurtulmak amacıyla onları İslâm dünyasına saldırıya yönlendirmesi.

*Şövalyelerin maceracı tutumları ve hıristiyan değerleri uğrunda fedâîlik arzuları.

*Cluny Tarîkatı’nın hıristiyan halkları kutsal sefere yönlendirici faaliyetleri. Fransa’da kurulup Batı Avrupa’ya yayılan Cluny Tarîkatı hıristiyan dünyasına yeni bir canlılık getirmiş, kendilerini Hazret-i İsa’nın askeri olarak kabul eden; bu tarîkata mensup şövalyeler dağınık hıristiyan topluluklarını ortak düşman kabul ettikleri müslümanlara karşı faaliyete çağırıyorlardı. Hıristiyanlar arası birliğin hızla temin edilerek kutsal savaşa girişilmesini istiyorlar, bu uğurda mücadele edenlerin günahlarının tanrı tarafından affedileceğine inanıyorlardı.

Nitekim Papa VIII. Gregory de kendilerine şu ifadelerle destek vermekteydi:

“Tövbekâr yürekler ve alçakgönüllü ruhlarla bu yolculuğu üstlenen ve doğru îmanla günahlarının kefaretini ödeyerek ölenlere; bütün hatalarına sınırsız endüljans ve onlara ebedî hayat va‘dediyoruz. Ölseler de, yaşasalar da, tanrının merhametiyle, Havari Petrus ve Paulus’un yetkisi ve bizim yetkimiz aracılığıyla, gereğince itiraf ettikleri bütün günahları için yüklenen tazminattan kurtulmuş olacaklar.” 2

Cluny Tarikatı bütün Batı Avrupa’da yeni bir heyecan dalgası oluşturmuş, bu hareketin canlandırdığı Kudüs sevgisi halkta bir tutku hâlini almıştı.

HAÇLI SALDIRILARINDA DİN FAKTÖRÜ

Yukarıda anlatılanlar, Haçlı Seferlerinin sebepleri hakkında genel bir fikir vermekle beraber, bu büyük ve olağanüstü tarihî olaylar zincirini bütünüyle izah etmekten uzaktır. Şurası bir gerçektir ki, her yazı ve yorum, yaşadığı çağın algı örgüsünden etkilenir. Haçlı Seferlerinin sebeplerini kaleme alan tarihçiler de, bu sebepleri açıklarken çağın dinle ilgili bakış açılarından ve kendi dînî tutumlarından hareket etmişlerdir.

Bu sebepledir ki, toplamları yarım milyarı geçen on binlerce hıristiyanın din uğruna yollara dökülebileceği meselesi göz ardı edilmiştir.

Nitekim kimi ideolojik saplantı sahiplerine göre «Karanlık Çağ» olarak kabul edilen Orta Çağ’ın dînî hareketlerin şahlanış çağı olduğu dikkatlerden uzak tutulmuştur.

Haçlı Seferlerini inanan ve inançlarını ciddiye alan bir topluluğun ciddî fedâkârlıklara girişmesi olarak görmemizi önleyecek hiçbir ilmî engel yoktur. O günün şartları dikkate alındığında, sırlı ve tehlikelerle dolu böyle bir yolculuğa çıkmak bile başlı başına bir fedâkârlık değil midir? Salgın hastalıklar, yırtıcı hayvanlar, su ve gıda teminindeki güçlükler, müslümanların tarihe mal olmuş değerli komutanları Kılıçarslan’ların, Selâhaddin Eyyûbî’lerin, Sultan Baybars’ların varlığı düşünüldüğünde, bu seferlerin ancak dînî gayretle gerçekleşebileceği anlaşılır.

Kabul etmek gerekir ki, Haçlılar kendilerince mukaddes değerler uğrunda mücadele ettiklerine inanmışlardı. Böylece yüz binlere ulaşmış olarak Anadolu önlerine gelmişler, karşılarında dinleri ve vatanları uğrunda çelikten bir sipere dönmüş Türkleri ve müslümanları bulmuşlardı. Bu mücadelede cansiperâne bir müdafaa örneği ortaya koyan Anadolu Türkleri, İslâm’a yeni girmiş taze bir kuvvet olarak muhteşem başarılarıyla İslâm medeniyetinin soluğu olmuşlardı. Haç ve hilâl dâvâlarının mücadelesinde, dengeler zaman zaman değişse de müslümanlar nihâî olarak haçlı zihniyetinin emellerini boşa çıkarmayı başarmışlardır.

İdeallerindeki tüm karmaşaya, yol boyu gösterdikleri tüm acımasızlıklarına rağmen, Haçlıların hiç değilse bir kısmının birtakım değerler uğrunda mücadele için ölümüne gayret göstermiş olmaları, bugünün hazların hâkim olduğu toplumundan bakınca, takdir edilecek bir durumdur. O kitlelerde onları diri tutacak, onlara yaşama zevki verecek ve uğrunda mücadele edebilecekleri mânevî değerler vardır. Günümüz toplumlarında belki en önemli eksikliklerden biri de fert ve toplumların uğrunda mücadele edebilecekleri yüce değerlerinin olmamasıdır. Korkarım bu süreç aynen devam ederse «haz» toplumları için mücadele edebilecekleri değer kalmayacak. Hattâ dâvâsı için, ailesi için, vatanı için etkin ve net bir tavır geliştirme kabiliyetlerinden bile mahrum kalacaklar.

Bu uzun sefere katılan herkesin inancı ne olursa olsun mutlaka yüce değerlerin savunucuları olmadıkları âşikârdır. Birçoğu inanmış samimî hıristiyan olmakla beraber aralarında son derece barbar olanlar, Hazret-i İsa’nın getirdiği öğretiyle uzaktan yakından alâkası olmayanlar ve kendi dindaşlarına karşı bile son derece acımasız tavırlar gösterebilen cahil topluluklar da bulunmaktaydı. Maalesef Haçlılar, Balkanlardan başlayarak yol güzergâhları üzerinde yer alan yerleşim birimlerinde hıristiyanlar da dâhil olmak üzere halkın mal varlıklarına karşı yağmalama ve talana başvurmuş, savunmasız zavallı insanlara katliamlara varan zulümler yapmışlardır. Bu acımasız tutum ve davranışlarını ilk konaklama merkezlerinden İstanbul’da, Bizans’ın topraklarında yaptıkları gibi İslâm topraklarında daha ağır bir biçimde gerçekleştirdiklerinde de hiç şüphe yoktur. Müslüman ve yahudilere karşı gerçekleştirilen bu cinayetler, insanlık tarihinin en büyük zulüm ve katliamları arasında sayılacak cinstendir. Sadece Kudüs kentini ele geçirdikleri sırada bu kentte yaşayan tüm müslümanları acımasızca katletmeleri, kenti yağmalamaları, on binlerce insan içerisinde çok sayıda çapulcu, soyguncu, maceracı ve acımasız katillerin de bulunuyor olması, bu seferlerin insanlık adına trajedisini oluşturmaktadır.

Sebep olarak gösterilen batının fakirliği de seferlerin amacını izahtan oldukça uzaktır. Oysa doğunun zenginliklerine ulaşılıp ulaşılamayacağı yapılan ilk seferlerden de rahat bir şekilde anlaşılabilirdi. Bilindiği gibi bu seferlere katılanlardan ancak çok azı geri dönmeyi başarabilmişti. Hâlbuki bu seferler asırlar boyu sürmüş, katılanlar da zaten «af ümidiyle» bu seferlere çoğu kez ölümüne katılmışlardı.

İbn-i Esîr’in el-Kâmil isimli eserinde belirttikleri dikkate alındığında, Haçlıların tutum ve davranışlarında da yer yer çelişkilerin yer aldığı anlaşılmaktadır. Haçlılar bazen söz verdikleri hâlde fethettikleri yerlerin müslüman halkını acımasızca kılıçtan geçirdikleri gibi, Antakya’yı ele geçirdikleri sırada Antakya ambarları tahılla dolu olduğu hâlde o gece pazardan atları için hayvan yemi satın almışlardır.

Haçlı Seferleri kör bir taassupla başlamış olsa da, yüzyılları aşan dönüştürücü etkileri günümüz toplumlarını da etkilemektedir. O gün silâhla buluşmayı tercih eden iki büyük semâvî dînin temsilcileri bugün de üstünlük mücadelesini sürdürmektedir. Ancak günümüz dünyasındaki medeniyet yarışı ve üstünlük mücadelesi başka biçimlerde yürütülmektedir. Batı dünyası Haçlı Seferlerinden hezimetle çıksa da medeniyet açısından bu karşılaşmalardan faydalanmış, İslâm dünyasının birikimlerini toplumlarına kazandırmayı başararak yenilenmeyi becermişti. Bugün İslâm dünyasına düşen, silâhsız buluşma süreçlerinden edineceği fırsatlarla kendi medeniyetinin kodları üzerinde silkinerek yeniden ayağa kalkmaktır. Erdem, ahlâk ve adalet temelinde bu medeniyetlerin buluşması ve bu iki kuzen medeniyetin karşılaşması, etkileşimi, çağları aşan sonuçlar doğurmaya muktedirdir. Belki de bu silâhsız buluşma süreci insanlık adına mukaddeslerin daha fazla dikkate alındığı; materyalizme, bencilliğe, sevgisizliğe ve bütün ahlâkî kayıtsızlıklara karşı güzel bir işbirliği temelinde yeni açılımlara da yol açacaktır.

___________________
1 Prof. Dr. Işın DEMİRKENT; Haçlı Seferleri Tarihi; s. 3.
2 Jonathan Riley-Smith; Haçlılar Kimlerdi? s. 79, 80.