Şahsiyet Gelişimini Etkileyen Faktörler

Aynur TUTKUN aytutkun@gmail.com

NE KADAR ETKİLİ?

Şahsiyetin en çok şekillendiği dönem olan ergenlik dönemini bir şekilde atlatmış yetişkinler olarak sahip olduğumuz şahsiyeti nelere ya da kimlere borçluyuz? Öyle ya da böyle hepimiz şahsiyet sahibiyiz mutlaka. Kimimiz dimdik fakat zaman zaman kırabilen duruşuyla, kimimiz her türlü şekle girebilen yumuşak duruşuyla, kimimiz de yerine göre dik, yerine göre de yumuşak duruşuyla karakterize olan çeşitli şahsiyetlere sahibiz. Bu şahsiyetleri mağazadan elbise alır gibi deneyip de almadığımıza göre, onların oluşumunda bir şeylerin etkisi oldu mutlaka, değil mi?

Şahsiyet öyle bir şeydir ki temelini doğuştan getirilen genetik özellikler oluşturur. Biz buna mizaç deriz. Mizacı bir ağacın köklerine benzetirsek; ağacın gövdesi, dalları ve yaprakları da karakterdir. Ne var ki bir ağaç budanmaya ve bakıma her zaman ihtiyaç duyar; karakterin terbiye edilmiş hâline de şahsiyet (kişilik) deriz.

Her insan, olmaması gerektiği hâlde zaman zaman mizacını ortaya koyan çiğ davranışlarda bulunabilir, değil mi? Böyle durumlarda kendimizi çaresiz hissedip karşımızdakinin ne kadar yontulamaz olduğunu düşünürüz.

«Kız halaya, oğlan dayıya çekermiş.» derken verâsetin kişilikler üzerindeki etkisini savunuruz.

Fizikî olarak güçlü ve heybetli insanların genelde yüksek benlik algısına sahip olmaları; cılız, zayıf ve hassas yapıdaki kişilerin de genelde düşük benlik algısıyla birlikte daha bağımlı bir kişiliğe sahip olmaları da bir tesadüf değildir. Fizikî özelliklerin karaktere olan etkileri, şahsiyetin oluşumunu tam olarak tamamlamadığı ergenlik döneminde daha kolay görülür. Fizikî özelliklerine göre davranış geliştiren ergenler bu karakterlerini terbiye edecek disiplinlerden mahrum kalırlarsa geleceğin şahsiyetsiz fertleri olmaya adaydırlar.

Çok klâsik bir ifadeyle;

«Doğu ile batı insanı birbirinden farklıdır.» derken şahsî farklılıkların bir sebebini de aslında kültür ve çevre faktörlerine bağlıyoruz, değil mi? Televizyon, doğunun en ücra köyündeki bir eve bile girmişken batı insanında yapmış olduğu tahribatı hâlâ doğu insanında yapamamışsa bunun sebebinin kültürlerin kişilikler üzerine olan etkisi olduğunu söylemek zor olmasa gerektir. Eline geçen parayla her türlü harcamayı kendisine yaparak nefsini şımartmayı öngören televizyon reklâmlarının etkisi, doğu insanında yoktur. Çünkü doğu insanı eline geçeni yedirmeyi ve ikram etmeyi alışkanlık hâline getiren bir kültüre sahiptir.

«Anasına bak kızını al!» sözü de insanın kişilik gelişiminde genetik faktörlerin etkisi olduğu kadar yetiştiriliş tarzının da etkisi olduğunu gösterir. Aşırı baskıcı olan ailelerin çocukları kendinden zayıflara karşı saldırgan, otoriteye karşı silik kişilik geliştirirler. Aşırı koruyucu ailelerin çocukları bağımlı kişilikler geliştirirler. Sevgi ve saygının hâkim olduğu ailelerin çocukları ise; kendini ifade edebilen, temel güven duyguları gelişmiş, fikirlerini serbestçe söyleyebilen, girişimci, sorumluluk alabilen, kendisine ve çevresine karşı saygılı kişilikler geliştirirler. Kişiliğin oluşumunda özellikle annelerin yetiştirme tarzının etkisi inkâr edilemez.

«İstanbul beyefendisi / hanımefendisi» sözü size de beyefendi / hanımefendi olabilme konusunda kültürel çevreyle birlikte sosyal statü farkını hatırlatmıyor mu?

«Kardeş kapıyı kapar mısın?» diyen bir İstanbul delikanlısıyla;

«Gardaş, gapıyı gapa!» diyen bir Anadolu delikanlısı arasındaki kişilik farkında sahip olunan statünün etkisini sezinleyebiliyoruz değil mi?

Sevgi, ait olma, takdir edilme, bağımsızlık, başarılı olma, güven gibi konularda hissettiğimiz hissî eksiklik ya da yeterliliğin de sahip olduğumuz kişilik üzerinde etkisi çoktur. Yeterince takdir edilmeden büyütülmüş birinin «yalaka» bir şahsiyet geliştirmesi, başarma duygusunu pek tadamamış birinin «hayatından bezmiş» gibi görünmesi, «benim ailem, benim eşyalarım, benim kardeşim…» gibi âidiyet ifade eden duygulardan mahrum kalarak büyümüş birinin de çeşitli davranış problemleri gösterecek şahsî bozuklar göstermesi kuvvetle muhtemeldir.

Şahsiyetimizin oluşumunda; irsî verilerin, fizikî özelliklerin, kültürün, maruz kaldığımız ebeveyn tutumlarının, sosyal statünün ve psikolojik ihtiyaçların etkisi asla inkâr edilemez. Lâkin tüm bunların etkisini dengeleyecek ve sağlıklı bir kişilik oluşumunu sağlayacak tek kontrol mekanizması ise dindir.

Din, kendine verilen aklı kullanabilen insanlar için karakterini terbiye edip âbidevî şahsiyetler oluşturmasını temin eden yegâne sistemdir. Ferdî farklılıklara rağmen herkese; iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, adaleti, cömertliği, güler yüzü, tatlı dili, nezâketi, sevgiyi, saygıyı, affediciliği, sabrı, paylaşmayı, Allâh’a kulluğu ve takvâyı emreden dînin bizden istediği, şahsiyetli insanlar olmaya gayret etmemizdir. Güzel şahsiyetli insan olmak demek O’na lâyık kul olma yolunda olmak demektir.

Bozuk irsî mirasa, maruz kaldığımız yanlış ebeveyn tutumlarına, bozuk çevrenin etkilerine, beğenmediğimiz(!) fizikî özelliklerimize, sosyal statümüze ya da eksik kalmış psikolojik ihtiyaçlarımıza rağmen doğru dürüst bir şahsiyet geliştirmekle, nefsimizle sürekli mücadele hâlinde olmakla ya da başka bir değişle sürekli ahlâkımızı güzelleştirmeye çalışmakla mükellefiz.

“Güzel ahlâkı tamamlamak üzre gönderilmiş” bir Peygamber’in ümmeti olmak demek hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan ömür boyu güzel bir şahsiyet geliştirmeye devam etmek demektir.