MUMLA ARANAN ŞAHSİYETLİ İNSAN

Aydın TALAY aydintalay@gmail.com

Kâinatın Efendisi Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şeriflerinde;

“Bir yerin şerefi, orada oturanın şerefi ile ölçülür.” buyurarak yaratılmış bütün varlıkların en azizi olan insana dikkati çeker.

Bugün Mevlâ’ya hamdolsun birçoğumuzun yıllarca öncesine nazaran evimiz, barkımız, eşya ve rahatımız kat kat arttığı gibi hatır ve hayalimize gelmedik imkânlara kavuştuk. Yarım asır evvel kamyon üstünde yolculuk yapma imkânına sahipken bugün ucuz uçaklarla bir baştan bir başa dünyayı kat ediyoruz. Fakat şehid kanı ile yoğrulan bu güzel topraklar üzerinde hâlâ ne mübtezel oyunlar sergileniyor ve sonu cepsiz bir kefen olan dünya ihtirası peşinde neler oluyor neler!..

Ne gariptir ki insanı şaşkına çeviren profesyonel hırsızlık, gasp, uyuşturucu tacirlerinin kurye olarak kullandığı masum çocuklar; başörtüsünden dolayı hastanede bile muayene edilmeyen yaşlı anne; milletler arası ödüllerden hiçbirini alamayan üniversitede fişlemeye başvuracak kadar çağdışı âdetler; çeşitli cinayet ve benzeri sayısız vakalarda çoğu zaman tahsilli ve rütbeli insanları da görüp geçeriz. Yüz kızartıcı fiilleri işledikleri zaman pervasız davranan, tehdit savuran, yükseklerden atıp tutanlar objektifin karşısında ve hastane koridorlarında ne de küçülüp hâlden hâle giriyorlar.

Bugün kanaatimce temel dertlerimizin başında şahsiyet bunalımı geliyor. Eskiler şahsiyet eksikliğine kaht-ı rical (adam kıtlığı) derlerdi. Neyi, niçin ve neden yaptığını bilmeyen hareket ve davranışlarında umursamazlık ve sorumsuzluk içinde olan insan hâli. Hâlbuki Mevlâ insanı düşünebileni âciz bırakacak güzellik ve seviyede yaratmıştır. Fıtrat temizdir. Nitekim yüce kitabımızın Tîn Sûresi’nin 4. ve 5. âyetlerinde meâlen şöyle buyurulur:

“Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu (küfre dalınca) aşağıların aşağısına çevirdik.”

Davranış biçimi, ilgi ve eğilim ile kabiliyet ve yönelişlerin aslını koruyarak dirilik ve bütünlük arz etmesine şahsiyet, bunun bozulmasına ise kimlik bunalımı diyoruz. Şahsiyet, hem yaratan yüce Mevlâ’nın hem de toplum içinde yaşamaya memur insanın görmeyi arzu ettiği vazgeçilmez tüm değerlerdir. Bu konu sadece konuşmak ve yazmakla değil yaşamak ve yaşatmakla sağlanır. Etkiye açık olan bu alan, özellikle bülûğ çağına kadar şekillenip kalıbına oturacağı için aile, çevre ve eğitim câmiasının menfî ve müsbet yönden etkisi altındadır. Merhum Mehmed Âkif ne güzel dile getirir:

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

Vatan, sadece hudutları belli basit bir kara parçası değildir. Aynı tevhidî îman, aynı temiz vicdan ve güzel davranışları sergileyen insanların paylaştığı bir mekândır. Allâh’ın bahşettiği bu mekân münbit ve feyiz saçan bir yer olabileceği gibi -Mevlâ korusun- ihmaller neticesi tiksinti duyulan bir mezbele çukuru hâlini de alabilir. Bu bakımdan îman, şuur varsa îmandır ki buna «tevhidî îman» diyoruz. Şuur ve şahsiyet bunalımı yaşanıyorsa; rütbenin, makamın, zenginliğin hattâ kanunların bile âciz kalacağı bir ânın gelmesi mukadderdir. Piramidin başındaki yetkililerden sokaktaki insanımıza kadar bu fecî duruma düşmeden herkes kendi ve sorumluluğunu taşıdığı kimselerin idraki içinde durumunu objektif olarak masaya yatırıp nerede yanlışlık yaptığını kavramak ve düzeltmek durumundadır. Yoksa kuru kalabalıklara nefsini alkışlatmak, pankartlar asmak ve çeşitli reklâm yollarına başvurmakla ekmek kadar lüzumlu olan şuur ve şahsiyet sağlanamaz. Geçmiş asırlar ve baskı rejimleri gösterdi ki ırkçılık anlayışı, taklitçilik ve mâneviyattan uzaklaştırma hiçbir kimseye fayda sağlamadığı gibi şahsiyet teşekkülüne de engel olur. Hangi ırktan yaratıldığımıza karar veren Allah’tır. Birbirimize karşı saygılı olmak ve bir arada huzurla yaşamanın yolu ise bütün değerlerimize saygıyı esas alan şuur ve şahsiyet teşekkülünden geçiyor. Bir çocuğa namazdan bahseder fakat nasıl kılınacağını öğretemezseniz değerlerimizi yaşanır hâle getirmekten uzak kalırsınız.

Unutmayalım ki Allah korkusundan ve yaratılmışlara şefkatten uzak sömürgecilik zihniyeti bütün mekanizmaları ile hedeflediği devletin fertlerinin öncelikle şuur ve şahsiyetini yok etmeye bakar. Toplum vicdanını tahrip etmeyi ve yakıp-yıkmayı özgürlük diye terennüm eder. İstediği düdüğü çaldırır ve kalabalıkları yığınlar hâlinde belirsiz hedeflere yöneltir. Allâh’ın bahşettiği teknik imkân ve vasıtaları şuur ve şahsiyetli nesilleri harcama yollarında kullandırır. Kitap okutur ama niçin ve hangi amaçla okuduğunu bilmez bir hâle getirir. Bundan seksen yıl kadar önce, bir zamanların göz kamaştırıcı medeniyeti Endülüs’e sahip İspanya’da korkunç zulüm estiren General Franco şöyle demişti:

“İspanya toplumunu üç şeyle avucumun içine aldım: Fieda (çılgın müzik), fiesta (çılgın eğlence) ve futbol…” Böylece 1936-1939 yılları arasında üç buçuk milyon insan hayatına mal olan diktasını sürdürdü.

Gençlerimizde yüzümüzü güldüren şahsiyetin teşekkülü için öncelikle anne-baba tarafından güven duygusunun yerleştirilmesi esas olmakla beraber komşu, akraba, arkadaş ve öğretmen dışında kalan olumlu bir çevrenin teşekkülüne de âzamî itina gösterilmelidir. Batının ideolojik liderleri veya onları firâsetsiz olarak takip eden kişilerde allanıp pullanan sosyal çevrenin kurbanlarını sıralamak mümkündür. Fransız İhtilâli’nin fikir babası Jean Jacques Rouseau; İtiraflar adlı eserinde çevresinin darbesinden bahsederken papazın onun başına açtığı yüz kızartıcı işlemi anlatmadan geçemez.

Çileden uzak aynı Fransız mason çevresinin etkisinde kalarak Paris’e kaçan ve Osmanlı yurduna hürriyet getirme fedaîliğine kalkışan zavallı gençlerin yolunun vardığı nokta, koca bir ülkeyi harabeye dönüştüren kimlikten uzak İttihat Terakki cuntası oldu. Hiç gereği yok iken Almanya safında harbe girme zilletini gösterdiler. Hâlbuki aynı savaşa nice Avrupa ülkesi bile girmedi. İşte yıkımı günümüze kadar uzanan İttihat Terakki’nin kurucularından biri de Arapkir’li bir hoca efendinin oğlu olduğu hâlde, incelemeden batı sarhoşu olan ve Gustave Le Bon’un fikirlerine bağlı Abdullah Cevdet’tir. Bu şekilde çelişkilerle dolu ve şahsiyetten uzak hayatının sebebi olarak sosyal çevresinin etkilerini itiraf etmektedir.2

Günümüzde terör ve uyuşturucuya bulaşan gençlerin ekonomik yapıdan ziyade aileden gereken mânevî terbiyeyi zamanında almadığı ve kötü çevrenin etkisinde kaldığı bir gerçektir.

Güçlü bir şahsiyete sahip olamamanın bir sebebi de anne ve babanın çocuğa kararlı yaklaşımda bulunmamalarıdır. Aşırı sevgi çocuğu tembel ve beceriksiz yaptığı gibi sevgisizlik de çok içe kapanık hâle getirecektir. Ebeveyn bu bakımdan ölçülü ve dengeli hareket edecektir. İrsiyetin bu hususta önemi zikredilirse de bilhassa rûhî hastalıklarda payı yüzde yirmiyi geçmez.

Ziraatçı kardeşlerimizin bildiği gibi geçirgen yapılı bir toprağa nasıl temiz bir tohum dikkatle atılıp gereken çapa, gübre ve suyu geciktirilmeden veriliyorsa çocukta da ergenliğe kadar şahsiyet teşekkülüne âzamî gayret göstereceğiz. 18-20 yaştan sonra yerleşmesini devam ettiren şahsiyet, 30 yaştan itibaren artık tamamen olgunlaşacaktır.

Şuurlu ve şahsiyetli fertlerin yetişmesi için okumaktan ziyade canlı örnekleri izleyerek yapmak ve yaşamak önem kazanır. Onun içindir ki yüce Kur’ân’da îmandan bahsedilen hemen her ayette;

«…ve amilü’s-sâlihat (sâlih ameller işleyenler)» çarpıcı ifadesi ağırlık kazanır. Tarih boyunca bütün peygamberler; seçilmiş üstün kişiler olarak güzel örnek ve ahlâk sergilemekle beraber, Rasûl-i Ekrem Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zirve bir örnektir. Hayatın her safhasına ait rehber olduğu gibi azim, şecaat, şükür, kadere rızâ, sabır, kanaat, fedâkârlık, gönül zenginliği, cömertlik, tevâzû ilh. üstün meziyetlere sahiptir. Bu yüzden el-Ahzab Sûresi’nin 21. âyetinde onun bir üsve-i hasene (en güzel örnek) olduğu kaydedilir. O’nu veya O’nu canlı örnek alan zatları tanıyıp, takip etmeden takdire şâyan bir şahsiyetin teşekkül etmesi imkânsızdır.

Nitekim Âl-i İmran Sûresi’nin 31. âyetinde şöyle emredilir:

“De ki eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret kılsın.”

_______________

1 İtiraflar, J. J. Rousseau, Çevirenler: S. Güzey-F. Berçmen, Semih Lütfi Kitabevi, 1943, İstanbul.

2 Eserleri ve Hizmetleriyle II. Abdülhamid, Aydın TALAY, Armoni Yayıncılık, 2007, İstanbul.