Doğuştan Gelen ve Sonradan Kazanılan Yönleriyle ŞAHSİYET
Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ harunogmus@yuzaki.com
Seciye, karakter, tabiat, fıtrat, mîzaç, tıynet ve cibillet/cibilliyet, bir kısmı -aralarında nüanslar bulunmakla birlikte- şahsiyet anlamında kullanılan, bir kısmı ise mânâ bakımından şahsiyetle bir şekilde alâkalı olan kelimelerdir.
Seciye kelimesi, «sükûn bulmak, karar kılmak ve devam etmek» anlamlarına gelen Arapça «sücüvv» kökünden gelmektedir.1 Kelimenin fiil formu, birçoğumuzun ezberinde olan Duhâ Sûresi’nde;
والليل إذا سجى : “Sükûn bulduğunda geceye yemin olsun!”2 âyetinde geçmektedir. Özellikle «secâyâ» şeklindeki cem’i ise Arapça şiirlerde «tabiat, huy» anlamında kullanılmıştır. Meselâ Endülüslü şair İbn-i Ammâr, ihânet etmiş olduğu eski efendisi İşbîliyye emîri Mu‘temid bin Abbâd’ın affına ilticâ ettiği kasîdede bu kelimeyi şöyle kullanır:
سَجَايَاكَ ـ إِنْ عَافَيْتَ ـ أَنْدَى وَأَسْمَحُ
وَعُذْرُكَ ـ إِنْ عَاقَبْتَ ـ أَجْلَى وَأَوْضَحُ (الطويل)
Eğer affeylemek istersen elbet af şiârındır
Cezâ vermek dilersen kim olur mânî? Karârındır!
(Nazmen tercüme: Harun ÖĞMÜŞ)
Fars şiirinin en büyük şairlerinden olan Hâfız-ı Şîrâzî de bir mülamma‘ beytinde kelimeye; “Merdıyyetü’s-secâyâ, mahmûdetü’l-hasâil / (Sevdiğim,) hoşnut olunan huylara, hasletlere sahip!” şeklinde yer verir.
Kelimenin menşeinin «karar kılmak, devam etmek» mânâsında olması; daha çok insanın tabiatı ve yapısı, yani değişmeyen yönleri hakkında kullanılacağını akla getirir. Ancak kelime; insanın doğuştan getirdiği özellikleri yanı sıra sonradan kazandıklarını da ihtiva edecek şekilde, aslında «vasıf, özellik» anlamındaki Yunanca menşe’li «karakter» kelimesinin müterâdifi olarak kullanılmaktadır. Doğuştan gelen özellikler için ise daha çok «tabiat», «fıtrat» ve «mizaç» kelimelerinin kullanılması tercih edilmektedir. Muallim Nâcî merhum, Lügat-ı Nâcî’de mizâcı «vücûd-ı beşerde vezâif-i uzviyyeden (organizmanın görevlerinden) birinin sâirleri üzerine galebesinden hâsıl olan keyfiyet» şeklinde açıklamaktadır.3 Demek ki mizaç, daha çok bünyeyle ilgilidir. Bu da onun, insanın sonradan kazandığı huylardan ziyade doğuştan getirdiği özellikler hakkında kullanıldığını gösterir.
Yine doğuştan getirilen özellikler için kullanılan ve «asıl, maya, yaratılış» anlamındaki «cibillet (veya yanlış fakat daha yaygın şekliyle cibilliyet)» ve «tıynet» kelimeleri ise ekseriya zemm için kullanılmaktadır. Meselâ Yahya Kemal bir gazelinde şöyle der:
Tıynetlerindedir sokan ef’î-i mel’anet
Hussâdı bî-günâh sayıp kîne bilmedik
ef’î-i mel’anet: Mel’anet yılanı. hussâd: Haset edenler, kıskançlar.
bî-günah: Günahsız, mâsum. kîne: Kin, buğz, düşmanlık.
Öyle ya! İnsanı engerek yılanı gibi sokan haset mel’aneti, kıskanç kimselerin mayalarında yer almaktadır, yani onlar onu doğuştan getirmektedirler. Bu durumda şairimiz ne yapsın? Günahsız ve masum sayıp onlara karşı kalbinde hiçbir kin tutmamaktadır!
Şahsiyet kelimesine gelince; «görünmek, belirmek» mânâsına gelen Arapça «şuhûs» kelimesinden türemiş olup aslında bir insanın görünen şekli ve sûreti hakkında kullanılır. Nitekim «ismen ve yakînen tanımamakla birlikte sîmâen tanıyorum» anlamında;
«O adamı şahsen tanıyorum.» deriz. Kezâ bu kelimeyle aynı kökten türeyen «müşahhas» kelimesini; «görünen, ortada olan, duyularla algılanabilen, somut» anlamında hâlâ kullanmaktayız. Demek ki «şahıs» kelimesinin asıl mânâsı görünenle, zâhirî ve maddî olanla ilgilidir. Bununla birlikte bu kelime mânevî ve derûnî olanları da tazammun edecek şekilde; «kişi, kişinin varlığı, nefsi ve zâtı» mânâlarında da kullanılır. Hikemî şairimiz Ziya Paşa;
Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
derken «şahıs» kelimesini «kişi, kimse» anlamında kullanmaktadır.
İşte şahsiyet kelimesi, insanın maddî ve mânevî bütün yönlerini içine alan «şahıs» kelimesinden türemesi itibarıyla yukarıda açıkladığımız kelimelerin hepsinden daha şümullüdür.
Yazımızın başından beri şahsiyet ve anlamca onunla ilgili kelimeler arasındaki bu nüansları göstermeye çalışırken ortaya çıkmıştır ki, insan; sahip olduğu özelliklerin bir kısmını doğuştan getirmekte, diğer kısmını ise sonradan eğitimle kazanmaktadır. Eğitimden yalnızca okullardaki örgün eğitimi anlamamalıyız. Doğuştan itibaren hayatımız boyunca irtibat içinde olduğumuz canlı-cansız varlıkların etkilerine karşı verdiğimiz tepkilerin hepsi bir nevi eğitimdir. Meselâ sobaya değdiği için eli yanan bir çocuk bir daha sobaya yaklaşmaz. Çünkü sobanın elini yakması, ona sobaya yaklaşmama tepkisi vermeyi öğretmiştir.
Eğitimin insan davranışlarını değiştirmede ne kadar başarılı olduğu tartışmalıdır. Bununla ilgili olarak anlatılan şu kıssa konunun anlaşılmasına yardımcı olan güzel bir örnektir:
Padişahın biri her şeyin eğitimle değiştirilebileceğine inanmaktadır. Öte yandan veziri ise irsiyetin de yabana atılmayacak kadar mühim olduğu görüşündedir. Bir gün saraya, eğittiği kedilerle gösteri yapan bir adam gelir. Adam her bir kedinin sırtına bir tabak koymakta ve kediler sırtlarındaki tabakları düşürmeden yürümektedirler. Gösteriye hayran kalan padişah, iddiasının açık bir ispatını görmenin verdiği memnuniyetle; «Eğitimin neye kādir olduğunu gördün mü?» dercesine vezirine bakar. Vezir, padişahın bakışlarından ne demek istediğini anlamıştır. Hemen padişaha fark ettirmeksizin kedilerin dolaştığı yere bir tane ciğer attırıverir. Bunu gören kediler derhâl gösteriyi unutup ciğeri kapmak için birbirleriyle kavgaya tutuşurlar ve tabiî tabakları da düşürürler. Böylece vezir, eğitimin gücünün sınırlı olduğunu ve asla irsiyete galip gelemeyeceğini ispatlamış olur.
Cibilletinde yalan, hîle ilh. kötü huylar bulunan bir kimse; eğitimle bir dereceye kadar ıslâh edilebilir, ancak hiçbir zaman doğuştan dürüst olan kimse gibi olamaz. Aksine o, her zaman aslî hâline dönme riskiyle karşı karşıyadır. Bu durum da onun imtihanının bir parçasıdır.
Çocuklarımıza erdemli davranışları kazandırabilmek ve böylece sağlam karakterli nesiller yetiştirebilmek için eğitime erken başlamamız gerekir. Çünkü erken yaşlarda öğrenilen bilgi ve davranışlar daha kalıcı olur.
«el-hıfzu fi’s-sığar ke’n-nakşi fi’l-hacer / küçük yaşta öğrenmek taşa yazı kazımak gibi kalıcıdır» sözü, bu gerçeği çok iyi anlatmaktadır.
Allah; insanları fıtraten hakkı, iyiyi, doğruyu ve güzeli kabul etmeye yatkın yaratmıştır. Tabiat ve fıtratları itibarıyla iyi hasletlere yatkın olan çocuklarımız, küçük yaşta bu istikamette eğitilmeleri hâlinde sağlam bir seciye ve kuvvetli bir şahsiyete sahip olacaklardır.
________________
1 Ahterî-i Kebîr, seciye md.
2 Duhâ, 93/2.
3 Muallim Nâcî, Lügat-ı Nâcî, mizaç md.