“YÜRÜYÜŞ PARKURU”NDA…

Sadettin KAPLAN sadettinkaplan@gmail.com

Ömür; ödünç birkaç nefes, birkaç görüntü ve derin bir «ah»tan başka nedir ki?.. Var olmak ve yok olmak… İşte bu iki nokta arasındaki çizgidir hayat. Önemli olan var oluş gayesini unutmadan soluyabilmek o üç-beş ödünç nefesi…

Şânın, şöhretin, ikbâlin ve izzetin bu çizgiyle sınırlı olduğunu unutarak; riya boyalı ve menfaatlere dayalı övgülerle kanatlananların yükselecekleri yer, alçaldıkları yerden daha yüksekte değildir…

İkbal rüzgârlarının kanatlarında, kendilerinin bile bir türlü inanamadıkları vahalara ulaşabilenler, (nedense) üç adım ötelerinde başlayan çöllerin çığlığını duyamayacak kadar sağırlaşırlar. Gözlerini kibrin kataraktı kapatır, gerçekleri göremezler. İkbâlin ikmal merkezidir kıbleleri…

Ne yazık ki bunların hiçbiri Seyrânî’nin;

Hüsnüne güvenme ey rûy-i mâhım
Niceler bu tarz-ı revişten geçti*

ikazından haberdar değillerdir…

Rengi, cinsiyeti, fizikî yapısı, aklı ve eğitimi ne olursa olsun, tüm insanlar «zaman» denen yürüyüş parkurunda bir «ömürlük» sürelerini tamamlayıp giderler… Gidiş o gidiş…

Önemli olan, bu yürüyüş parkurunda silinmeyecek ama düzgün bir iz bırakmaktır… Var oluş gayesini unutup, nefsin ikmâli için ikbal merkezlerine yüzsuyu dökenlerin ayak izleriyle, yem peşinde gidenlerin nal izleri çoğu kez birbiriyle karışır gider…

Bu meydana gelenlerin hiçbiri kalıcı değildir… Önce soluklanır, sonra da kendilerine bir yön tayin eder ve yürüyüp giderler… Bedenleri nice ağır ve mehâbetli görünse de, birçoğunun ayak izleri belirmez «rûy-i zemin»de…

Yürüyüp gittikleri patikaların iki geçesinde sıralanan çimen ve çiçeklere ne alın terlerinden dupduru bir damla, ne de gönül bahçelerinin çiçeklerinden bir râyiha bırakabilirler. Çünkü alın teri dökmeyenlerin rahmetsiz ve güneşsiz gönül bahçelerinin çorak ikliminde çiçek açmaz…

Yaratılışındaki özelliğinden ötürü insan, diğer canlılara da hâkim durumdadır. Kâinâtın, Yaratan Kudret tarafından tüm yaratılanların paylaşımı için yaratıldığı kimilerince çoğu kez unutulur. O «unutanlar», Yaratan tarafından imtihan aşamasında kendisine verilen ikbal ve gücü çevresindeki diğer canlılara hâkim olmak için kullanırlar. Gücünü bildirmek ve bilemek için hayvanları avlar, ağaçları devirir, çimenleri çiğner, dupduru suları kirletirler… Hattâ hemcinsleri de onların kudretinin kahrından nasiplerini alırlar… Oysa sosyal bir canlıdır insan türü… Birlikte yaşamaya göre programlanmıştır… Ancak, nedense bunu bir türlü hatırlayamaz o zavallı «unutanlar…»

Parkurda yürüyüşleri bitenler, yine aynı parkurun kenarında imtihan günü için beklemeye alınırlar… Bekleme odaları birer kişilik olup, bazılarının kapılarında isimleri yazılıdır. Ama yürüyüş parkurunda yürüyenlerin neredeyse tamamı, o yeraltı bekleme odalarında imtihan gününü bekleyenlerin de bir zamanlar bu parkuru kullandıklarını bilirler… Bilirler de, ikbal ve çıkar kıblesinin ışıldağıyla kamaşan gözlerini tüm gerçeklere kapatıverirler…

Yüce Yaratan’ın «el-Mütekebbir» ismini unutanlara ufak bir hatırlatma yapmak, sanırım kimseyi incitmez:

Ne kibredip gezersin göğsünü gere-gere
O hangi pehlivan ki sırtı gelmemiş yere?

(S. K.)

____________________

* TRT Repertuarı, «Bütün Yönleriyle Seyrânî» Âşık Ali ÇATAK gibi önemli kaynaklarda, bu koşmanın Seyrânî’ye ait olduğu belirtilmektedir. Değerli mûsıkî üstadı Sadun AKSÜT’ün «Güfteler» adlı hacimli eserinde ise söz konusu hicaz şarkının güftekârı Âşık Şem‘î olarak gösterilmiştir. Şarkının son kıt’asındaki;

«Fevkiyâ bu alışverişten geçti» ifadesi, Fevkî mahlâslı bir başka şairi akla getirse de, sağlam kaynaklar Âşık Seyrânî’yi işaret etmektedir…