HAYÂLÎ

Şair ve Nükte

Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK noztoprak@marmara.edu.tr

Şairler ocağı ve ârifler durağı diye anılan küçük bir Rumeli kasabası olan Vardar Yenicesi’nde yaşarken, Kalenderî mürşidlerinden Baba Ali Mest-i Acemî’nin dervişleri arasına katılıp onlarla beraber yollara düşen Hayâlî, bir süre sonra İstanbul’a geldi. Kısa zamanda şiirleri ile dikkat çekti, meclislere girmeye başladı. Kanunî’nin bulunduğu bir meclise ilk girdiğinde heyecan ve şaşkınlıktan bir süre ağzını açamadı. Niçin sustuğu kendisine sorulunca, en iyi yaptığı şeyle, bir beyitle cevap verdi:

Bir bezm-i hâsa mahrem olubdur Hayâli kim
Açılmaz anda gonce-i cennet hicâbdan

“Hayâlî, öyle bir seçkin meclise girdi ki orada cennet goncası bile utancından açılamaz.”

Hayâlî; Kanunî’nin meclisinde ağzını ilk açtığında şairlik kabiliyetini, nüktedan kişiliğini ortaya koymuş ve meclistekileri ve Kanunî’yi kendine hayran bırakmıştır. Yukarıdaki beytinde Hayâlî, Kanunî’nin meclisini «bezm-i hâs» diyerek övmüş, ardından çaktırmadan kendisini cennet goncasına benzetmiştir. Bu benzetme ile her gonca gibi açılmaya, olgunlaşmaya hazır olduğunu da vurguladığı; şiirden anlayanların gözünden kaçmamıştır.

Nitekim ileriki yıllarda kendini mukayese ettiği büyük Türk şairlerinden olan Necâtî Bey ve Ali Şîr Nevâyî’den daha büyük olduğunu şu beytiyle vurgulamıştır:

Necâtî gitdise benden Hayâlî sağ ola şâhâ
Erenler çün komaz hālî cihân içre bu meydânı

Şair bu beytinde;

“Sultanım! Necâtî gittiyse, kulun Hayâlî sağ olsun. Erenler bu cihanda meydanı boş komazlar.” derken aşağıdaki beytinde;

Sonra geldümse Necâtî’yle Nevâyî’den n’ola
Hâr evvel ser zaned ez-şâh ba‘d ez-hâr gül

“Necâtî ve Nevâyî’den sonra geldimse ne olmuş ki daldan önce diken dikenden sonra gül baş verir.” demiştir.

Hayâlî şiirdeki kabiliyetini, zekâsını ve nüktedanlığını bu son beyitte daha açık göstermiştir. Şair; Necâtî ve Nevâyî’yi andığı beyitinde onları şair olarak takdir ettiğini vurgulamış, ancak kendisinin onlardan sonra gelen büyük bir şair olduğunu güzel bir örnekle ifade etmiştir. Şair; onlardan sonra gelişini, diken ve dalın yetişmesinden sonra gülün açmasına benzetmiş; Necâtî ve Nevâyî’yi diken ve dala benzetirken kendisini güle benzetmiştir. Beyitte ustaca işlenmiş ince bir fahriye var. Bazı şairler gibi; «Bizden önce gelen şairler söylenecek söz bırakmamış.» diyerek mazeret aramamış söz hazinesinin bitmez-tükenmez olduğunu göstermiştir.

Dîvan şiirinin en verimli dönemi olan XVI. yüzyılda yaşayan Hayâlî, yukarıdaki beyitlerinde söylediği gibi övünmeyi fazlasıyla hak eden Türk şairlerindendir. Şiirlerindeki âşıkāne-rindâne tavrı, tasavvuf fonuyla beraber aktarmayı başarmıştır. Düzenli bir eğitim almamasına rağmen, şiirleri kusursuzdur. O; kabiliyeti sayesinde taşradan İstanbul’a gelip, orada kendisine başka şairleri kıskandıracak bir çevre bulan Nef’î, Nâbî, Zâtî gibi başarılı şairlerdendir.

Serâzâd yaşayışı sebebiyle şiirlerini bir araya getirememiş, şiirleri parça parça ellerde dolaşmış, vefatını takiben Kanunî, şairin bir dîvan nüshasını istediğinde yalnızca Vefalı Şeyhzâde Ali Çelebi’nin düzenlediği nüsha bulunabilmiş ve kendine sunulmuştur. Dîvânında sırasıyla kasîde, musammat, gazel ve kıt‘alar vardır.

Dîvânını kendi tertip etmediği için kasîdelerinin başında tevhid, na‘t, münâcat türünde kasîdeler yer almaz. Aralarında güneş, tîğ, kerem, gül, gonca … ilh. redifli tanınmış kasîdeleri bulunur. Dîvânın en önemli kısmı gazellerdir. Çoğu beş beyitlik altı yüz elli iki gazeli vardır. Âşık Çelebi, Hayâlî’ye;

“–Mesnevîden size bir eser lâzımdır; gazel şairin hâline şahit ve mesnevî hâkimdir.” diyerek mesnevî yazmasını tavsiye etmişse de Hayâlî Bey;

“–Benim meşrebimi bilirsin, bir hikâye başlayıp sona erdirmek külfetlidir. Ben tekellüf âleminden değil, teklif âleminden bile âzâde bir adamım.” diyerek kendi yapısını özetlemiştir.

Şairin çok sevilen beyitlerinden bazıları şöyledir:

Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

“Cihanı süsleyen (Allah) bu cihanın içindedir. İnsanlar Allâh’ı arayıp bulamazlar, (O’nu fark edemezler). Tıpkı denizin içinde olup da denizi bilmeyen balıklar gibi.”

Ne gerdundan sitem çekdüm ne ahterden melâlüm var
İkilikden bugün ferdem ne hasm ü ne cidâlüm var

“Ne felekten zulüm gördüm, ne yıldızlardan üzüntüm var. Bugün ikilikten birliğe erdim; ne düşmanım ne de kavgam var.”

Kayddan âzâdeyüz kûy-ı ferâgat beklerüz
Nakd-ı sabrın genciyüz künc-i kanâat beklerüz

“Biz dünya bağlarından uzak, feragat semtini bekleriz. Sabır parasının hazinesiyiz, kanaatkârlık köşesini bekleriz.”

Aşk bir şem‘-i ilâhîdür benem pervânesi
Şevk bir zencîrdür gönlüm anun dîvânesi

“Aşk, ilâhî bir mumdur; onun pervânesi benim. Arzu, bir zincirdir; bağlı olduğu dîvânesi benim.”

Hayâlî’nin 964/1557’de ölümü üzerine şair Arşî;

Sözü dilde, Hayâlî gözde kaldı

diyerek onu en güzel anlatan mısra-ı bercesteyi söyledi.

____________________

Kaynaklar

Ali Nihad TARLAN, Hayâlî Bey Dîvânı, İstanbul 1945.

Cemal KURNAZ, Hayâlî Bey Dîvânı Tahlili, Ankara 1987, İstanbul 1996.